logo

trugen jacn
12 Ağustos 2014
Genel

DOĞU TÜRKİSTAN,SESSİZ ÇIĞLIĞIMIZ..!

Ayşe Müzeyyen Taşçı
Her gördüğümde yeniden soruyorum “evden haber var mı” diye!.

Genç kız her defasında “sağlıklı bir haber yok annem sadece evden çıkmıyoruz diyor ama başka bir şey söyleyemiyor” diyor gözleri dolu dolu ve ekliyor “annem hicaplı olduğu için.. Hicap yasak olduğundan alışverişe bile çıkamıyormuş” .
Uygurlar vatansız kaldığı vatanlarında sessiz çığlıklar atıyorlar!.

Ne ki sesleri yetmiyor, bir türlü duyulmuyor.

Çin’in Kuzey batı bölgesinde yer alan bu topraklarda Uygurların kimlik mücadelesi yüz yıllardır bitmeyen bir çile halinde sürüp gidiyor.

D.Türkistan toprakları 1330’lu yıllarda İslam’ı kabul eden Uygur Türklerinin Anavatanı olduğu gibi, Moğolistan, Rusya Federasyonu ve Türkistan arasında yer alan Türklerin anavatanı Altay Bölgesini de içine almaktadır. .

Doğu Türkistan Geçmişte tarihi ipek yolunun merkezinde yer almış, günümüzde ise doğu-batı arasında hem ekonomik ve hem de kültürel köprü konumu görmektedir.

Dolayısı ile Doğu Türkistan hem jeopolitik konumu ve sahip olduğu yer altı kaynakları ile, hem bölgesel ve hem de küresel politikalarda önemli bir yere sahiptir. Tüm bu sebeplere bağlı olarak Çin Doğu Türkistan’ın eski çağlardan beri kendi topraklarının bir parçası olduğu propagandasını yapmaktadır. Oysa iddianın aksine Çinliler Orta Asya’da varlıklarını aralıksız
sürdürmemişlerdir.

1,6 milyonluk yüzölçümüne sahip olan D.Türkistan yaklaşık 20 milyon nüfusa sahiptir. Sahip olduğu öneme binaen nüfus yapısını değiştirmek üzere bölgeye Han Çinlilerinin İskân Politikası etnik yapıyı değiştirmiş ve sonuçta bölge çatışmaların merkezi haline gelmiştir.

Çin’de Uygur kimliğine en büyük saldırı İslam İnancı üzerine oturtulmuştur. Çinlilerin kaynakları Uygurların “Hunların” neslinden olduğunu iddia etmektedir.

Bölgede baskı ve buna bağlı isyanlar kendini mütemadiyen tekrar etmiştir. Doğu Türkistan’daki bağımsızlık hareketlerinin Batı Türkistan’a taşınmasından korkan Sovyetler Biriliği Çine yardım etmiş ve ciddi anlamda gücünü beslemiştir.

Yakın tarihe geldiğimizde Uygurların Çin hegemonyasına karşı verdiği pek çok mücadeleden söz edebiliriz. Örneğin 1931 yılında Hoca Niyaz Efendi liderliğinde Kumulda patlak veren ve 1933 yılına gelindiğinde, Turfan, Kaşgar, Aksu, Kuça ve Hotan’daki Türklerinde katılımı ile büyük bir mücadeleye dönüşen ayaklanma neticesinde D.Türkistan İslam Cumhuriyeti kurulmuştur. Fakat ne yazık ki Sovyetler biriliğinin müdahalesi ile bu devlet 1938 yılında yıkılmıştır.

Yine 1940’ta Çin Hükümeti tarafından atanan “Köktegay” kazası kaymakamının Akit Hoca Kütüphanesinde bulunan bütün dini kitapları yakamsı ve ardından kasaba halkını camiye toplayarak çizmeleri ile minbere çıkması neticesinde halk kaymakamı aşağı indirmiş beraberindeki 37 Çinliyi öldürmüştü. Çin yönetimine karşı başlayan bu yeni hareket Mücadeleye dönüşmüş 7 Kasım 1944 yılında D.Türkistan Cumhuriyeti ilan edilmiştir.

Ancak Sovyetler Birliğinin Doğu Türkistan’daki etkisi hız kesmemiş ikinci dünya savaşında daha da artmıştır. II. Dünya savaşı sırasında bölge giderek daha fazla Sovyet baskısı altına girdirilmiştir. Çin Komünist Partisi 1949 yılının sonlarına doğru Doğu Türkistan’ı işgal planı için ortamı hazırlamış ve Urumçi’yi işgal etmiştir. Ardından 1951 yılında tüm Doğu Türkistan Çinin Kontrolüne geçmiştir. Bu işgale karşı başlatılan Osman Nuri Liderliğindeki direniş bastırılmış ve on binlerce Uygur öldürülmüştür.
19550’li yıllarda Doğu Türkistan’ı işgal eden Çin, Ekim 1955 tarihinde “Doğu Türkistan otonomi Bölgesi”nin kuruluşunu ilan etmiş ve soğuk savaş dönemi boyunca Moskova’nın Müttefik veya düşman olmasına göre bu bölge ya tampon bölge ya da bağlantı görevi görmüştür. Çin bölgeyi dünyadan izole etmiştir. Ancak tüm bu işgal ve katliamılar tarih boyunca tekrar ettiği halde dünyanın gündeminde yer almamıştır.

Bölgede tarih boyunsa süregelen direniş örneklerini çoğaltmak elbet mümkündür ancak esas olan ayrıntı değil Uygur halkının öyle sanıldığı gibi “kaderine rıza gösteren” ve Çin zulmüne boyun eğen kimseler -olmadığı – bilakis işgal ve baskılara karşı direnç gösteren, bedel ödeyen bir halk olduğu gerçeğidir.

Nitekim Çin’in bütün gizillilik politikası ve ağır yaptırımına rağmen 1980’lerden itibaren artık D.Türkistanlılar uğradıkları tüm baskı ve asimilasyonu haykırmaya başlamış, uluslararası medyada içerisinde bulundukları insan hakları ihlallerinin yer almasını bir şekilde başarmışlardır.

Ancak, dış dünyaya Doğu Türkistan’da yaşanılanları sızdıran veya sızdırma ihtimali olan hemen her kes keyfi tutuklamalar, işkence ve ciddi mağduriyetlere maruz bırakılırlar.

Sonuç olarak bedeli ağır da olsa Doğu Türkistan meselesinin dünya kamuoyuna duyurulması başarılmış, Uluslararası af örgütü 2002’de bölgeye ilişkin bir rapor hazırlamıştı..

Raporda; Pekin yönetiminin bölgede “ ayrılıkçılar, teröristler ve aşırı dincilerden” oluşan sözde üç güce karşı siyasal ve güvenlikle ilgili önlemler bağlamında baskılarını devam ettirdiğini ve “terörizmle mücadeleyi” bölgedeki her türlü siyasi ya da dini hoşnutsuzluk biçimlerini bastırmakta bahane olarak kullanmaya devam ettiğini açıklamıştır.

Fakat ne yazık ki 11 Eylül olayları sonrası kullanılan “terörizm” kavramaları Uygurların sorunlarına yeni bir boyut kazandırmıştır. Zira Çin, Sorunu küresel bir boyutta “Doğu Türkistan Terörist Grupların Yaptıkları yanlarına kar kalamayacaktır” şeklinde bir rapor ile-sözde-açıklamaya çalışmıştır..

Çin’in Uygurlara yönelik öteden beri devam ettirdiği tutuklamalar, ölümler, kayıp ve işkenceler artarak devam ederken, Uygurların hareket alanlarını daraltacak tüm karşı argümanlar da sahnedeki yerlerini almıştır.

Küresel İslam Düşmanları ile eş zamanlı olarak “Terörizmle mücadele” ifadelerine oturtulan “Çin zulmü” yeni söylemelerle kuvvetli ve daha baskıcı bir dönem başlatmıştır.

Çin yönetimi özellikle soğuk savaş sonrası hız verdiği Uygur nüfusuna yönelik asimilasyon politikası ve baskıcı tutumunu daha bir şiddetlendirmiş, uluslararası kamuoyunun tepkilerine dahi aldırmadığı gibi Müslümanlar üzerindeki baskılarını bu kez küresel baskılara paralel olarak devam ettirmiş, ettirmektedir.

Keza 25 Haziran’da Guandonk’ta bir fabrikada çalışan Uygurlara saldıran ve hunharca katleden Çinlileri 5 Temmuz 2009’ büyük bir gösteri ile protesto etmek isteyen Uygurların üzerlerine mermi yağdırılmış ve bunun dünya’ya duyurulmaması için tüm iletişim araçları kullanıma kapatılmıştır.

Son günlerde bilgi karartılmasın rağmen Uygurlara yönelik baskı ve işkencelerin daha da artırıldığını biliyoruz. Pek çok kişinin evelerinden alınıp götürüldüğünü ve kendilerinden bir daha haber alınamadığını da bilmekteyiz. Ramazan boyunca Uygurlar evlerinde gizlice ve mum ışığında sahur yapmışlardır. Kadınlar evlerden çıkmamaya “tesettürlü” olmaları sebebi ile özen gösterirken, evelerinden alınan erkeklerin akıbetlerinin ne olduğu bilinememektedir.

Özellikle ramazan ayında evlerde bir araya gelip ibadet etmeleri ihtimaline karşı Çin istihbaratı tarafından takibe alınan ve en ufak bir harekette “ispiyonlanan” Uygurların kadın erkek dememden katledildikleri, infaz edildikleri haberlerini almaktayız.
Bilgi karartması ile yaptığı eşkıyalığı gizli tutmaya çalışan Çin ve diğer bütün zalimler bilmelidir ki hiç bir kötülük gizli kalmaz ve sonunda açığa çıkar.

Öte yandan Müslüman Uygurlara yapılan zulme tamamen “milliyetçi” bir bakış açısıyla yaklaşan ve yaşanılanları ” yok sayan” Müslüman Çinlilerin tavrı ise ayrıca dikkat çekicidir!.

İslam’ın insanlar arsındaki tesis edilmiş en birleştirici unsur olduğunu başta Çinli Müslümanlara sonra da tüm İslam dünyasına haykırmak isterim.

Avrasya’nın tam ortasında yer alan topraklarda, yaşadıkları tüm baskı ve asimilasyon faaliyetlerine rağmen kimlikelrini devam ettirmeye çalışan Uygur kardeşlerimizin sessiz çığlıklarını artık duymalı değil miyiz?.

İlk olarak boykot listemize “made ın cayna” yazan tüm tüketim mallarını eklemeliyiz.Cebimizden Siyonist ve emperyalist güçlerin ekonomisini besleyip büyüdüğümüz yeter artık!.

Adeta birer Çin çöplüğü olan mağaza ve dükkânları terk etmeli hatta mübarek Kabe’nin gölgesinden büyüyen Çin ekonomisine en büyük darbeyi sadece “hurma ve zemzem” tüketimi ile sıfırlamalıyız.

Ticari menfaatlerimiz,siyasi ilişkilerimiz v.s her ne ise; yer yüzünde adalet sağlanmadıkça bize artı olarak dönmez, dönmeyecektir.!
Artık tüm dünyadan Uygurların sessiz çığlıklarına ses verme zamanıdır.

Kaynak  :  http://www.timeturk.com/tr/makale/muzeyyen-tasci/dogu-turkistan-sessiz-cigligimiz.html#.U-p7w-N_uSo

Etiketler: »
Share
881 Kez Görüntülendi.