logo

trugen jacn

İRAN’İN GELENEKSEL ÇİN POLİTİKASI VE DOĞU TÜRKİSTAN

İran - Sputnik Türkiye

Yücel TANAY

Çin türleri da İran’ın Doğu Türkistan Müslümanlarına bakışı önemlidir. İran’ın bu konudaki sessizliği ve Doğu Türkistan’daki katliamı görmezden gelmesinin nedeni Çin’in iç politikasına müdahalede bulunmamakta yapılan bir politikadır. 2009’da Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı katliamı, İran resmî olarak kınamadı ve sadece İran Dışişleri Bakanlığı bilgisi öğrenmek istiyorum Çin mevkidaşını telefonla aramakla yetindi.

Çin’in Doğu Türkistan’da Müslümanlar uyguladığı politika, İran yetkilileri tarafından sessizlikle izlenmiştir. Ayetullah Makarem gibi resmî olmayan şahıslar tarafından kınansa da hükümet bu konudaki sessizliğini bozmamıştır.

Ayetullah Makarem Şirazi Doğu Türkistan’da Müslümanlara karşı yazılara; “Çin’le olan siyasi ve ticari ilişkilerimiz çok iyi devam etmektedir ama bu ilişkiler veya Müslümanlara karşı baskı ve zulümlere göz yumacağımız gelmez. Biz Müslüman bütün ve insan haklarını savunan insanlardan bu olayları kınamalarını sağlayacağı ve oradaki cinayetlerin başarısızlarının cezalandırılmasını Çin hükümetinden istiyoruz. ” ifadesinde sulunmuştur.

 İran’ın Çin Politikasında Üç Gurup;

1 – Ticari bakışa sahip olanlar.

2 –Siyasi olarak Çin ve Rusya’yı Batı ve Amerika karşısında bir koz ve güç kaynağı olarak görenler.

3 – Hem siyasi hem de ticari alanda Çin’le olan ilişkilerin azalması ve Batı’ya doğru kucak açmayı önerenler.

2- Doran’ın Güç Döngüsü Kuramı ve İran’ın Ne Batı Ne Doğu Stratejisi

İran’ın ne Doğu ve ne Batı sloganın yerini Doğu’ya bakış stratejisinin almasını daha da derinlemesine anlamak için Doran’ın güç döngüsü kuramından yola çıkarak açıklamak daha doğru bir izlenim sunabilir. Charles F. Doran’ın güç döngüsü kuramı, uluslararası politikanın “devlet” perspektifini açıklarken, göreli güç yaklaşımından hareket etmesi nedeniyle, sistemin yapısal değişkenlerini, devletlerarası politikaları ve güç geçişlerini göz önünde bulundurmaktadır. Güç döngüsü kuramının bu noktada öznelliği, uluslararası ilişkiler disiplininin temel analiz birimlerinin birbirleri ile bağıntısını ortaya koyması ve sistemin yapısal dönüşümleri ile sistemsel kaymaları güç unsurunu temel değişken olarak ele alarak devletler perspektifinde incelemesidir. Güç döngüsü kuramının tarihselliği ise temel hipotezinin içinde saklıdır. Her devletin göreli gücü üç aşamadan geçer: Yükseliş, duraklama/olgunluk ve gerileme. Doran’a göre sistemin sınırları, tarih içinde birçok kez örneği görüldüğü gibi hem sistemi hem de devletleri etkilemekte, beklenmedik şekilde ve birdenbire sistem kaymalarına ve/veya devletlerin düşüşlerine neden olmaktadır . Doran’ın güç döngüsü kuramında, sistem ve sistemin sınırları kuramın yapı boyutunu, devletler ve devletlerarası politikalar aktör boyutunu temsil ederken, gücün aktörler arası el değiştirmesi ve sistem kaymaları ise süreç boyutuna işaret etmektedir.

Doran’ın kuramının temel değişkeni güç faktörü ise sistemdeki aktörlerin güçlerine ve sistemin mutlak kapasitesi dâhilinde “göreli” olarak ele alınmakta ve göreli güç hesabı yapılırken uluslararası politik ekonomi de ön planda değerlendirilmektedir. Bu açıdan bakıldığında kuramsal açıdan güç döngüsü kuramının bir diğer önemli özelliği, uluslararası politikayı uluslararası ekonomiden bağımsız değerlendirmemesidir. Tüm bu değişkenler, devletlerin uluslararası politik davranışını etkilemekte ve yeni çıktılarda sistem kaymalarına neden olabilmektedir. Başka bir ifadeyle her devletin sistemi üzerinden sahip olduğu bir yüzde/göreli güç vardır ve devletlerin büyüklüğü ve kapasitelerine göre değişen bu oranlar, değişmeye başladığında devletlerin davranışlarında ve sistemde de değişim başlamaktadır. Bir devletin göreli gücündeki artış üst limite ulaştığında, sistemin sınırları ile karşılaşır. Başka bir ifadeyle yapı devletlerin davranışlarını mümkün kılacak ve sınırlandıracak maddi koşulları sağlarken, söz konusu davranışlar ise yapıyı dönüştürmekte ve yeniden üretmektedir ;   Bu doğrultuda kurama göre devletin mutlak kapasitesi, uluslararası sistemin mutlak kapasitesi ve diğer devletlerin sistemdeki göreli güçleri ile karşılaştırıldığında, devletlerin gelecek davranışları ve sistemdeki konumları analiz edilmeye daha elverişli hale gelmektedir. Nitekim bir devletin sistemdeki rolü, statüsü, çıkarları ve davranışları, güç döngüsü kuramının dış politika yapımı ile bağıntısını oluşturmaktadır .  Bu bağlamda Çin, yeni bir güç olarak ortaya çıkışı ve İran’ın devrimden sonra ABD ile ilişkilerinin kesilmesi Çin’i bir güç merkezi olarak görmesi ve ona yaklaşması güç döngüsü kuramı ile açıklanabilecek bir husustur. Ancak devrimin ilk yıllarında mazlumlara karşı emperyalist güçlerle (ABD ve AB) mücadele söylemi her ne kadar güç dengesi kuramı ile örtüşse de en azından Çin hükümetinin Doğu Türkistan’daki işgalci konumunu açıklamakta yetersizdir.

3 – İran Şii  Mezhep  Devrimi’nden Sonra İran-Çin İlişkileri

3-1- Devrimin İlk Yılları

Başta Ayetullah Humeyni olmak üzere devrimin elitleri, izolasyonu devrim için bir şans olarak görürken çok geçmeden Irak ile savaşın getirdiği ortamda bu bakış açısı değişime uğramış ve Çin ile ilişkilere ilgi gösterilmiştir.

İran 1979 Devrimi’nden önce Batı ülkeleriyle birlikte hareket ederek komünist Çin hükümetini resmiyete tanımamıştı. Çin, İran’ı Batı ve Amerika’nın bölgedeki kuklası olarak görüyordu ve İran ise Çin’i işgalci ve tecavüzcü bir hükümet olarak görmekteydi.

1970’lerden sonra ABD’nin Çin ile siyasi ilişkilerinin düzelmesi yönünde hareket etmesiyle birlikte 1971’de Aşraf Pahlavi Çin’i ziyaret ederek İran ve Çin ilişkilerinde yeni bir dönemin açılmasına neden olmuştur. 1985’te İran Meclis Başkanı Rafsancani’nin ve 1989’da o dönemin Cumhurbaşkanı Hamaneyi’n Çin’i ziyaret etmeleri iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlenmesine neden olmuştur. İran ve Çin ilişkilerini daha da güçlendiren meselelerden biri de İran ırak savaşı ve Çin’in İran’a silah satmasıyla olmuştur. Askeri düzeyde ilişkilerin artmasının yanı sıra ekonomik olarak da Tahran ve Pekin arasında güçlü bir bağ kurulmuştur ve İran-Çin ticaret payı 826 milyon dolardan 1980’lerde 1 milyar 826 milyon dolara ulaşmıştır. Bu ticaret payının iki kata çıkmasının nedenlerinden biri de savaşın ortaya koyduğu yıkımların onarımı ve inşaat projelerinin başlatılması olmuştur .

3-2- Reformistler Döneminde İran-Çin İlişkileri

1997 yılında yapılan seçim sonuçları bugün değerlendirildiğinde, İran’da İslamcı ideolojinin kırılma noktasının da bu yıllara uzandığı görülmektedir. Hatemi’nin siyasî vizyonunun dış politikaya yansıması da uluslararası arenada ilgiyle karşılanmış ve Hatemi’nin dış politika söylemi “Teneş Zodayi” (Barışçıl Yaklaşım), bölgesel ve uluslararası etkisini göstermiş ve BM’deki bir konuşmasında dile getirdiği “Medeniyetler Arası Diyalog” çağrısı da tüm dünyada dikkat çekmiştir. Hatemi döneminde ekonomik bir kalkınma için gerekli sermayeye sahip bölgedeki Arap ülkeleriyle ilişkilerin onarılması üzerine yoğunlaşmış, AB ile diyaloglar en iyi düzeye çıkarılmış, Orta Asya ve Kafkasya’da yaşanan gelişmeler karşısında da yapıcı roller üstlenilmiştir. Bu dönemde İran dış politikasının temel ilkeleri; medeniyetler arası diyalog, dış dünyaya yönelik barışçıl yaklaşım ve bölgesel ve uluslararası örgütlerle tam iş birliği yapılmasıdır .

Hatemi’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte İran, Batı’yla olan ilişkilerini özellikle nükleer projelerin durdurulmasından sonra daha da genişletmeye başlamıştır. Hatemi’nin bölgede ve Batı ile olan ilişkilerde tansiyonların düşürülmesi ve ılımlı dış siyaset izlemiştir.

İran’ın Batı ile olan ilişkilerinin iyi bir yönde seyretmesi Çin’le olan ilişkilerini etkilemedi ve ayrıca 2003’te iki ülke arasında olan ticaret hacmi 7.3 milyar dolara yükselerek 4 sene evvelinin 7 katına çıkmıştır .

3-3- Ahmedinejad Dönemi

Devrimin ilk yıllarında “Ne Batı Ne Doğu, Bir Tek İslam Cumhuriyeti” sloganı Ahmedinejad döneminde yerini Doğu’ya bakış ve doğu ülkeler olarak adlanan Hindistan, Rusya ve özellikle Çin’le ilişkilerin güçlendirilmesi yönünde hareket etmiştir.

Ahmedinejad döneminde İran’ın Batı ve Orta Doğu ülkeleri tarafından dışlanması da İran’ın Çin’le olan ilişkilerinde önemli role sahiptir. Asya’daki güçlerle ortak hareket etme istemeleri değil belki Batı’dan dışlanmanın ortaya koyduğu mecburi bir duruştur .

İran’ın dış politikasında gelişen Doğu’ya bakış perspektifiyle Türkistan ülkelerine özellikle Çin’e yönelik politikalar, Ahmedinejad döneminde ekonomik ve askerî alanlarda daha önemli bir yere sahip olmuştur.

Stockholm Sulh Derneği’ne göre İran 2005-2009 yıllarında Pakistan’dan sonra Çin’inin ikinci silah pazarı olmuştur. Veriler ayrıntılı şekilde yukarıdaki grafikte verilmiştir .

1997 yılında Hatemi ile başlayan dış politika söylemlerindeki yumuşama, uzlaşıya yapılan vurgular, dış dünyaya açılım ve nükleer projelerin durdurulması dış siyasetin temellerini belirlemekteydi. Ahmedinejad döneminde İran dış politikasının temel dinamiklerinden biri hâline gelen Doğu’ya bakış ve nükleer santralın yeniden işe başlaması, ambargoları beraberinde getirirken İran’ın Çin’le olan ilişkilerini daha da güçlendirdi.

Ahmedinejad yönetimine göre Batı ile uzlaşma siyaseti İran’ın istediklerini karşılamadı, aksine nükleer projesini askıya almak İran üzerindeki baskıların çoğalmasına da sebep oldu ).

1979 Devrimi’nin en önemli söylemlerinden biri olarak bilinen dünya Müslümanları savunmak, Ahmedinejad döneminde sık sık dile getiriliyordu. Bu söylem Doğu Türkistan katliamlarında Çin’le ilişkilerin zedelenmemesi için göz ardı edilmiştir. Ahmedinejad sürekli İran’da ve bütün dünyada adaletin sağlanması için çalışacağını söylüyordu, ancak Doğu Türkistan olaylarına sessiz kalarak adaletin yerini bulması bir yana Çin’i hoşnut etme siyasetini izlemiştir.

Eski Cumhurbaşkanı Rafsancani 2009 Doğu Türkistan katliamından sonra Cuma namazı hutbelerinde Çin hükümetine nasihatte bulunarak oradaki olayların çözülmesi gerektiğini ifade ederek bu konunun Çin’in gelecekte, Müslüman ülkelerle olan ilişkileri açısından önemli olduğunu vurgulamıştır. Cuma namazında ‘‘ölüm olsun zalim Çin’e’’ sloganları Rafsancani tarafından tepkiye neden olmuştur ve Rafsancani Çin’in akıllı bir devlet olduğunu vurgulayarak sloganların kesilmesi ve ortamın sakinleşmesini istemiştir .

3-4- Ruhani Dönemi ve Nükleer Anlaşma Sonrası

Birleşmiş Milletlerin ve Amerika’nın İran aleyhine uyguladıkları ambargolar, İran’ı hem ekonomik ve hem de siyasi alanlarda dışlamış ve etkisiz hale getirmiştir. Nitekim İran ister istemez ekonomik, siyasi ve askerî ilişkilerde Rusya ve Çin’i seçmek mecburiyetinde kalmıştır. Nükleer anlaşmadan sonra Batı ile ilişkilerini güçlendirerek hareket eden İran, aynı şekilde Rusya ve özellikle Çin ile de ilişkilerini devam etmiştir.

ABD ve AB’nin İran’ın nükleer programlarını BM Güvenlik Konseyi’ne taşınmasına yönelik ısrarlarına rağmen Çin, aksi bir tutum takınarak sorunun diplomatik görüşmeler ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu vasıtasıyla halledilmesi gerektiğini belirtmiş ve konunun BM nezdinde ele alınması durumunda veto kartını oynayabileceğini ima etmiştir. Aslında, istikrarsız bir Orta Doğu’da ve ABD ile yaşanabilecek muhtemel bir çatışma en başta bölgeden düzenli petrol akışına muhtaç olan Çin tarafından arzu edilmemektedir. Ancak Çin, İran’la askerî iş birliği üzerine kurulu hem ekonomik hem de siyasal bağlamda karlı ilişkilerden kısa vadede vazgeçme niyetinde değildir.

Nükleer anlaşmadan sonra Çin cumhurbaşkanının İran’ı ziyareti iki ülkenin ilişkileri açısından çok önem arz etmektedir. Birincisi nükleer anlaşmadan sonra İran’ı ziyaret eden ilk devlet başkanı olmuştur. İkincisi 14 sene sonra Çin cumhurbaşkanı İran’ı ziyaret ediyordu. Üçüncüsü Çin cumhurbaşkanının Orta Doğu ziyaretinde Suudi Arabistan ve Katar’ın yanında İran da vardır ve dördüncü olarak bu ziyarette İki ülke arasında imzalanan 17 anlaşma, enerjiden, ticaretin güçlendirilmesine farklı alanları kapsamaktadır ve 10 sene içerisinde ticaret hacminin 600 milyar dolara yükselmesi planlanmıştır .

Nükleer anlaşmadan önce İran pazarında tekel durumda olan Çin, anlaşmadan sonra bu pazarı elde tutabilmek için Avrupa ülkeleri ile rekabete girmesi gerekmektedir. Makro düzeyi bir tarafa bırakırsak Çin’in İran’a bakışı her şeyden çok bir pazar olanağı ve enerji temin etme kaynağıdır .

Sonuç

1759’da Çin, Mançu İmparatorluğu tarafından işgal edilmiş, günümüze kadar bu işgali kırabilmek için pek çok ayaklanma meydana gelmiştir. 1949 yılında Doğu Türkistana  yardım” sloganıyla gelen Çin ordusu ülke genelinde bir asimilasyon ve soykırım başlatarak bu topraklarda dinî ve kültürel baskılar ile yepyeni bir topluluk inşasına başlamıştır. 1945’te %3 oranındaki Doğu Türkistan’daki Çin nüfusunun 1965’ten sonra %40’ların üzerine çıktığı bilinirken, bölgenin kökeni ve yapısı tamamıyla değiştirilip gerçek nüfusu yok etmeye yönelik sürdürülmektedir. Doğu Türkistan’da Türklere yönelik asimilasyon ve soykırım politikaları Çin hükümeti tarafından acımasız bir şekilde devam etmektedir. Bu durum birçok Türkü mecburi göçe zorlamıştır. Günümüzde verilere göre 3 milyonu  aşkın Doğu Türkistan Türkü mecburi göçe maruz kalmış ve bölgeyi terk etmiştir. Birlikte yaşamanın şartları uygun olmadığı takdirde ayrılmak en doğrusudur.

1979 Devrimi’nden sonra İran ve Çin arasındaki ilişkiler, İran’ın Çin’i uluslararası arenada kendisine bir müttefik olarak görmesi ve Çin’in İran için uzun zamandır dışlandığı uluslararası arenada politik anlamda destek vermesi ve Çin tarafının İran’ı ekonomik ve askerî anlamda bir pazar ve enerji temini kaynağı olarak görmesi yönünde devam etmiştir. Ancak bu ilişkiler Ahmedinejad döneminde ve ambargoların artmasıyla daha da güçlü bir yönde hareket etmiştir. Devrimden sonra bütün Müslümanların ve mazlumların yanında olacağına sıkça vurgu yapan İran hükümeti, Çin’le olan ilişkilerinden dolayı 2009’da Doğu Türkistan’daki katliamlara sessiz kalarak bu ilişkilerin devamını sağlamıştır. Genel olarak baktığımızda 79 Devrimi sonrası İran’ın adalet söylemi Amerika ve İsrail’in parmağı olduğu olaylarda devreye girmektedir. Çin ve Rusya İran’ın adalet söylemi konusunda istisna olarak bilinmektedir.

İran bir mezhep cumhuriyetiydi, tarihi olarak baktığımızda İran hiç bir zaman İslam dünyasına ait olmadı, daima emperyalistlerle işbirliği yaptı, İranın bugün Uygur Müslümanlarına soykırım yapan Çinle ilişkileri bu gerçeği ortaya koyuyor.

Kaynakça:

ASA (2004), Çin Halk Cumhuriyeti – Uygurlar Çin’in “terörle savaş” adına uyguladığı baskıdan kaçıyor.

Emet, Erkin (2007), “Doğu Türkistan’da Çift Dilli Eğitim” Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi (ICANAS 38), Ankara.

 

Share
289 Kez Görüntülendi.