logo

trugen jacn

TARİH BOYUNCA DOĞU TÜRKİSTAN’İN TÜRK İSLAM DEVLETLERİ İLE KURDUĞU DERİN BAĞLAR

Karahanlı’lardan Cumhuriyete Doğu Türkistan’ın İslam Devletleri ile Kurduğu Derin Bağ

Mir Kamil KAŞGARLİ

DOĞU TÜRKİSTAN’A GENEL BAKIŞ
Doğu Türkistan bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış, insanlık tarihine silinmez izleri bırakmış bir Türk – İslam yurdudur. Doğu Türkistan Çin, Tibet, Keşmir, Pakistan, Hindistan, Afganistan, Tacikistan, Kırgızistan, Moğolistan ve Rusya ile sınırı olan, 1 milyon 828 bin 418 kilometre kere toprağa sahip bir ülkedir. Doğu Türkistan toprakları, konumu ve sahip olduğu yer altı ve yer üstü kaynakları sebebiyle tarih boyunca stratejik öneme sahip olmuş, dolaysıyla işgalci Çin ve Rusya kıskacında kesintisiz varlık mücadelesini sürdüren en çilekeş ata diyarımızdır. Tarihi ipek yolunun buradan geçmesi, günümüzde Çinin petrol ve doğalgaz ihtiyacının yüzde %30 nı (yanı Dünya nüfusunun yüzde %25 nin yüzde %30 enerji ihtiyacını) karşılaması, zengin altın ve bakır yataklarına sahip olması stratejik önemini daha da farklı kılmaktadır. Doğu Türkistan’ın yıllık ham petrol üretimi 2016 verilerine göre, 27 milyon 300 bin ton, doğalgaz üretimi ise, 25 milyar 100 milyon metre küpe olarak açıklanmıştır.
Enerji savaşları ile çalkalanmakta olan günümüz dünyasında Sadece bu rakamlar bile Doğu Türkistan gerçeğini; yerli haklin neden etnik ve kültürel asimilasyona tabı tutulduğunu inanç ve özgürlük açısından neden yok edilmeye çalışmakta olduğunu özetler niteliktedir.

TARİHİ
Türklerin ata yurdu olarak kabul edilen Doğu Türkistan’ın yazılı tarihi Hunlara dayanır. Hunlardan sonra Göktürkler, Tibetliler ve yine Göktürklerin egemenliği devam eden Doğu Türkistan Uygurların Karluk Türleri ile birleşerek 880’de Karahanlı devletini kurması ve Sultan Satuk Buğra Han’ın İslamiyet’i kabul ederek tahta çıkması ile birlikte altın çağını yaşamıştır. Kaşgarlı Mahmut’un (dünyanın ilk Türk ansiklopedisi diyebileceğimiz)‘’Dıvanul lugati-‘t-Türk’’ Yüsüf Has Hacip’in ‘’Kutadğu Biliğ’’ gibi Türk kültürünün şaheserleri bu dönemde yazılmıştır.
(‘’Kutadğu Biliğ’’ı İslami yönden incelendiğinde o dönemdeki Doğu Türkistanlıların İslami anlama ve uygulama açısından özellikle İslami devlet, İslami adalet, İslami yönetim ve İslami siyaset acısından ne kadar ileri seviyede olduğu görülecektir.)

DOĞU TÜRKİSTANIN İSLAM İLE ŞEREFLENMESİ
İlk Müslüman-Türk hükümdarı olan Satuk Buğra Han İslamiyeti henüz 12 yaşındayken Samanoğulları’na mensup Nasır bin Ahmed adlı bir İslam tebliğcisinden öğrenmiş. Müslümanlığı kabul ettikten sonra adını Abdülkerim olarak değiştirmiş ve bütün hayatını İslamiyet’in yayılması için atamıştır.
25 yaşına geldiğinde Müslüman olduğunu açıklamış ve duruma tepki gösteren amcası Oğulcak Kadır Han’ı öldürmüştür. Ülkede hakimiyeti sağlayıp birliği yeniden inşa etmiştir. Türk ülkelerinde İslamiyet’i hızla yayan Satuk Buğra Han, daha sonra yaptığı savaşlarda Yağma, Çiğil ve Oğuz boylarının yerleşmiş bulunduğu Türkistan şehirlerini ele geçirmiştir. Balasagun Savaşı’yla düşmanlarını mağlup eden Abdülkerim Satuk Buğra Han 955 yılında Artuş şehrinde vefat etmiştir. Yerine oğlu Musa Tunga geçmiş, daha sonra torunu Baytaş Süleyman Arslan hükümdarlık yapmiştir.
Sultan Satuk Buğra Han’ın İslamiyet’i kabul etmesiyle bölgede İslamiyet hızla yayılmaya başlamış ve Çine kadar nüfuz etmiştir. Daha önceleri Oğuz ve Kalaç Türkleri arasında Müslüman olan gruplar olmuşsa da, devlet olarak İslamiyet’i kabul eden ilk Türk boyları Karahanlılar olmuştur.
Türkler devlet olarak Müslüman olduktan sonra İslamiyet’in sancaktarlığını yapmaya başlamıştır. Neticede Karahanlı Türkleri ‘İlayı kelimetullah’ diyerek, İslam sancığını Türkistan’da, Gazne Türkleri Hindistan’da, Oğuz Selçuklu Türkleri Anadolu’da, Osmanlılar ise üç kıtada dalgalandırmıştır.

SAİDİYE (YARKENT) HANLIĞI
Moğol istilasının başlaması ile beraber Doğu Türkistan Moğol egemenliğine girmiştir. Cengiz Hanın ölümünden oğlu Çağatay Han Doğu Türkistan düşmüş ve hükümran olmuştur. Timurlular zamanına kadar Çağatay Hanın torunları tarafından yönetilen bölge daha sonra 14. Asrın sonlarında Timurluların eline geçer. 16. Yüzyılda Timurun ölümünden sonra Yarkent hanlığı veya Kaşgar Hanlığı olarak de bilenen Saidiye Hanlığı kurulmuştur. Çağatay Hanın 12. Kuşaktan ve Timurun beşinci kuşaktan torunu olan Sait han tarafından kurulan Saidiye Hanlığı Türk – İslam dünyasının kültür merkezi olmayı devem ettirmiştir. Sait Han o dönemde Hindistan’da büyük imparatorluk kuran Babür Hanın amcası Ahmed Alca Hanın oğlu, yanı Babur Hanın kuzeni olduğu için uzun döneme kadar iki hanedanlık arasında sıkı işbirliği ve dayanışma yaşanmıştır. Dolaysıyla Saidiye Hanlığı sadece Doğu Türkistan üzerinde değil, Ladah, kaşmirin büyük bir kimsi, Baltistan ve Bedehşanı de hâkimiyeti altına almıştır. 1514 tan 1680 e kadar devam eden Saidiye Hanlığı döneminde Türk – İslam Dünyası ile, özellikle Hindistan ile ticaret ve kültürel alışverişler yüksek seviyelere ulaşmıştır.
Tarihi kayıtlardan 16. Yüzyıldaki Saidiye Hanlığına başta İstanbul olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden müzik öğrenimi görmek için talebelerin geldiğini öğreniyoruz. bu da demek oluyor ki 16. Yüzyılda Doğu Türkistan halen dünyanın kültür merkezi idi. O dönemde Melike Amannisa han ve üstad Kadırhan Yarkendi tarafından temeli atılan ” Uygur 12 makamı” Türk kültür tarihinin en az “Divan-ı Lugatit-Türk” ve “Kutatgu Bilik”kadar önemli kültür mirası olduğu gibi günümüzde Uygurların insanlık tarafından kabul edilmiş en kıymetli milli kültür referanslarından biri olmuştur.

Saidiye (Yarkent) Hanlığı ile beraber bölgede istikrar sağlanmış ve ekkonomik düzenlemelerin yanında diğer alanlarda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu gelişmelerden eğitim alanı da da nasibini almıştır. Kaşgarda kurulan Hakaniye (hanlık) medresesi, Yarkentte ak medrese, aksuda beytullah medresesi ve kuçarda saksak medresesi yüksek dereceli eğitim kurumları vasfını kazanmıştır. (73)
17 . yüzyıla geldiğinde Saidiye (Yarkent) Hanlığı Hocalar (mollalar) tarafından yıkılmış ve Çinlilerin işgaline yol açmıştır.

SAİDİYE (YARKENT) HANLIĞININ FETÖVARİ DARBELER SONUCUNDA ÇÖKERTİLMESİ; HOCALAR DÖNEMİ
Doğu Türkistanlılar İran mollalarının etkisiyle çarpıtılmış dini akımlara kapılıp İslam’ın özünden ve öz milli değerlerinden uzaklaştıkça cehalet batağına batmıştır.
Medeniyetten Cehalete ve sonra esarete yolculuğun başladığı bu dönem Doğu Türkistan tarihinin en karanlık dönemi olup “Hocalar dönemi” denmektedir.
Hocaların tam olarak nüfuz etmeye başladığı dönem 16.yüz yıl sonu ve 17, yüz yıl başlarıdır. Doğu Türkistan’da cehaletin ve halen devam eden esaretin tohumlarını bizzat eken halk Arasında Appak Hoca olarak bilinen (Farsca Afak ) Hidayetullah ise bu hocalardan en önemli bir örneğidir.
Hidayetullah’ın Soyu Fergane’de dünyaya gelen ancak Mekke’ye kadar uzandığı söylenen Mahtumi’ye dayanır . Babası Yusuf ile birlikte Saidiye Hanlığına Abdullah Han döneminde (1638-1668) gelmiştir. Yarkent hanlığına daha önce gelmiş olan hocalarla arasında Han’a yakın olma ve saraya sızarak, iktidara sahip çıkma kavgası başlatmıştır. Hidayetullah 1677 yılında Saidiye Hanlığının son hanı olan İsmail Han tarafından kovulur ve sonra Keşmir yolu ile Tibet’e varır . Budist lider 5. Dalaylamadan askeri yardım ister. Lama bu isteği kabul eder ve kendi öğrencisi olan Kalmukların hanı Galdan’a mektup yazarak bu isteğin yerine getirilmesini ona havale eder. Bu fırsatı ala bilen Galdan başında Appak Hoca ve komutanları ile 12.000 kişilik kalmuk ordusunu Yarkent’e gönderir. Appak Hocanın kripto müritlerin içerden yardım etmesi ile Yarkent setddi yıkılır ve böylece Ismail han’ın savaşı kaybeder. Afak Hoca, Putperest Kalmukların desteği ile Yarkent Hanlığını yıkar ve kendisi Altışehir’in Hanı olur
Appak Hoca Hidayetullah iktidara geldikten sonra ilk iş olarak bütün muhaliflerini kılıçtan geçirmiştir. Öte yandan Kalmuklara diyet olarak her yıl 3.5 ton gümüş vergi ödenmiştir ki, bu her ailenin ortalama gelirinin %55 kısmına denk gelmektedir. Bu uygulamalar Appak Hoca öldükten sonra da devam etmiş, halk hem maddi hem manevi çöküntü yaşamıştır. Ayrıca Hocalar arasındaki iktidar kavgası halkı Aktağlılar ve karatağlılar olarak ikiye bölmüştür. Bu gelişmeleri fırsat bilen Çin -Manço 1755 yılında hem Kalmuklar hem Hocaların üzerine asker göndermiş 1757 yılında Doğu Türkistan üzerindeki ilk istilasını tamamlamıştır.
Hocaların en çok nüfuz ettiği yöre altışehir olup, Hocaların altı şehirde bulunan 33 mezarından en ünlüsü Appak hoca (1626- 1694) Kaşgar’da bulunan mezarı işigalci Çin devlet tarafından 1. dereceden anıt değerinde koruma altına alınmıştır. Doğu Türkistan’nın işğalinde büyük emeği geçtiği için günümüzde de Çin devleti Appak hoca mezarına özel ihtimam göstermektedir. Çin’den ve Dünyanın çeşitli Bölgelerinden gelen Turist Kafilesine bu mezarlık mutlaka gösterilmektedir. Doğu Türkistan Türklüğünün halen süregelen esirlik döneminin tarihi işte bu Appak Hoca adıyla başlamaktadır. Bugünkü acı gerçek ise şudur: Farsça “alem” anlamına gelen “afak” sözcüğü ile “Hoca” sözcüğü birleşince “Alemin Hocası” anlamına gedmektedir.
Kendini “Afak hoca” yani “Alemlerin hocası” diye adlandıran inanç sömürücüsü bu lanetli Hidayetullah, inanırım ki zihinlerimizde halen çok taze olan “Kainat İmamı” FETÖ’yü hatırlatmiştir.

DOĞU TÜRKİSTAN’IN OSMANLI DEVLETİ İLE BAĞLARI
Bu konuyu Türkiye’de yaşayan Prof. Doç. Dr. Alimcan İNAYET’in makalesinden özetlediğim bilgiler ışığında devam etmek istiyorum

Anadolu Türkleri ile Uygur Türkleri’nin siyâset ve kültür alanındaki ilişkileri çok uzaklara dayanır. Uygur’ların Moğol’larla birlikte Anadolu’ya gelip umûmî vâlî gibi önemli görevlerde bulundukları, hatta Kayseri, Konya ve Karaman gibi şehirlere yerleştikleri, Osmanlı döneminde Fâtih Sultan Mehmed’in fermanlarını Uygurca yazdırdığı, Fâtih’in sarayında Uygurca’nın da öğrenildiği bilinmektedir, hatta Anadolu’da kurulan İlhanlılar devletin de Uygur Türkleri tarafından kurulduğu bir geçektir.
Burada o kadar eskiye gitmeden, mevcut belgeler ışığında l9. ve 20. yüzyıllarda devam eden ilişkiler üzerinde duracağız.
smanlı Döneminde Türk-Uygur İlişkileri

Prof. Dr. Halil İnalcık’a göre, Osmanlı’larına iki büyük ideali vardır. Birincısı Türklüğü dünyaya hâkim millet olarak yaşatmak, diğeri de hak tanıdığı din olan İslâm için savaşıp Allah’ın kelamını üstün kılma vazifesini yerine getirmektir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu ilk dönemlerde Orta Asya’da Timur Bey’in kurduğu güçlü bir devlet bulunuyordu. Doğu Türkistan da Müslümanlığı kabul ederek Türkleşmiş olan Moğol kökenli hükümdarlar tarafından idare ediliyordu. l8. ve 19. yüzyıllarda ise Seyit olarak kabul edilen hocalar işbaşında idiler. Yâni 19. yüzyılda Batı Türkistan Rus’lar ve Doğu Türkistan Çinliler tarafından işgal edilinceye kadar Orta Asya Türkleri kendi kendilerini idare ediyorlardı. Bu nedenlerle Orta Asya Osmanlı’ların öncelikli hedefi olmamıştır. Osmanlının daha çok batıya yönelmesinin bir diğer nedeni de burada yatmaktadır.
Orta Asya Türk’leri Rus ve Çin tehdidine maruz kaldıklarında ise Osmanlı’lar soydaş ve dindaşlarına ellerinden gelen yardımı esirgememişlerdir. Osmanlı’ların Kaşgar hükümdârı Atalık Gazi Yakup Bey Bedevlet’e gösterdikleri ilgi bunun en güzel örneğidir.

ATALIK GAZI YAKUP BEY BEDEVLET
Bilindiği üzere 1864-1869 yılları arasında Yakup Bey Hoten, Kuça, Urumçı ve Turfan’daki yerel beylikleri ortadan kaldırıp merkezi Kaşgar olmak üzere bağımsız bir devlet kurmaya muvaffak olmuştu. Yakup Bey kurmuş olduğu bu devletin tanınması için 1870 de Osmanlı sultanı ve dönemin İslâm halîfesi Sultan Abd-ül aziz Han’a bir heyet göndererek kendisinin İslâm halifesine tâbî olduğunu bildirmiş ve Doğu Türkistan’ın bağımsız İslâm devleti olarak tanınmasını istemiştir
Bundan çok memnun olan Sultan Abd-ül aziz Han Yakup Bey’e “Emir-ül Müslimin” unvânını lûtfetmiştir. Bunun üzerine Yakup Bey câmîlerde halîfe Sultan Abd-ül aziz Hân adına hutbe okutmuş ve parayı da Sultan Abd-ül aziz Hân’ın adı ile bastırmıştır
Osmanlı devleti ayrıca Yakup Bey’e Hindistan üzerinden top. tüfek ve askerî eğitim için piyâde, süvârî ve topçu muallimleri Yusuf, Ismail Hakkı Efendi ve Zaman Bey’i göndermiştir (5). Bu olaydan önce de Osmanlı’lar Îran’lıların Doğu Türkistan müslümanlarını etkileri altına almaya yönelik çalışmalarına kayıtsız kalmamışlardı. Bununla ilgili şöyle bir kayıt bulunmaktadır. 18. yüzyıldan önce Doğu Türkistan’daki Çin’li Müslümanlar (Tunganlar) sünnî (imâm-ı şâfî) mezhebine mensup idiler. 1780 yılında İranlı Magruf Şâh adında bir şahıs Yarkent’e gelip şehirden beş kilometre uzaklıktaki Mıyşa köyüne yerleşmiş ve burada beş dönümlük bir arâzî satın alarak bir tekke, bir medrese ve bir câmî yaptırmıştır. Bu zat burada çok sayıda Çin’li müslümanı mürit olarak kabul etmiş ve onları gizli olarak şiî mezhebine yönlendirmiştir
Bunun üzerine 1861 yılında Osmanlı’lardan da Gulam Mesum (Mahsum) Hân adında bir zat Yarkent’e gelerek şehrin güney batısındaki Tirebağ Güze denen yerde tekke yaptırıp Çin’li müslümanları müritliğe kabul etmiş ve onların tamâmının tekrar sünnî mezhebine dönmelerini sağlamıştır. O dönemde bu kişinin etki alanı o kadar genişlemiştir ki Doğu Türkistan’ın Urumçı, Sançı. Pokang gibi şehirlerinden hatta Ningşia’dan pek çok Çinli müslüman bu zât’a gelip mü’rit olmuşlardır. Gulam Mesum Hân Hoca 1911 yıllında vefat etmiş onun faaliyetlerini oğlu Ömer Hân Hoca devâm ettirmiştir. Bugün de Çinli müslümanlar bu zâtın mezârını ziyâret etmektedirler

Yakup Bey’in 1877 yılında vefat etmesi üzerine Çin hemen Doğu Türkistan’a saldırmıştır. 18 Mayıs 1878’de Doğu Türkistan’ın tamamını işgal etmiştir. 18 Kasım 1884’te Çin imparatorunun emriyle 19. eyalet olarak Şin-cang (Xin Jian “Yeni Toprak”) adıyla doğrudan İmparatorluğa bağlanmıştır.
Osmanlı devleti 1922’de yerini cumhûriyet hükümetlerine bırakmıştır. Cumhûriyet hükûmetleri günâhıyla, sevâbıyla Osmanlı hükûmetinin resmî vârisidir. Gâzî Yakup Bey’in kurduğu hükûmet de tevârüs edilen mir’âsın bir parçasıdır.
Gâzî Yakup Bey’in kurduğu bağımsız Türk hükûmeti, Uluğ Türkistan’ın bir parçası olan Doğu Türkistan toprakları üzerinde kurulmuştur. Bu toprakların mülkîyeti bugün dahî, Türkiye Cumhuriyeti’ne âittir. Ayrıca bugün bu topraklar üzerinde yaşayan Uygur Türkleri’nin hakları, hukûkları, ırzları, nâmusları, hürriyetleri de Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinden sorulur. Türkiye Cumhuriyeti malına sâhip çıkmak mecburiyetindedir.

Osmanlı’ların Doğu Türkistan Türkleri’ne olan ilgisi bununla kalmamış, döneminde 1914 yılında Osmanlı paşalarından Tal’at Paşa Rodoslu Habîbzâde İlkul’u Uygur Türkleri’nin eğitimi için Doğu Türkistan’a göndermiştir. Öğretmen olarak Kaşgar’a gelen İlkul, burada Dâr-ül Muallim-il ihtihat adında bir öğretmen okulu açmış, bundan dolayı hapse atılmış ve 1920’de Türkiye’ye dönebilmiştir
Ahmet Kemâl İlkul’un Doğu Türkistan’da gerçekleştirmiş olduğu eğitim reformu Uygur milli eğitim târihinde yeni sayfalar açmıştır. Ahmet Kemal İlkul Doğu Türkistan’a gönderilmeden önce de orada şuurlu Uygur Türkleri’nin Osmanlı devletinden dâvet ettikleri öğretmenler görev yapmışlardı. 1880 ve 1910 yıllarında iki defâ Artuş’ta Hüseyin Bay, Bavudun Bay gibi kişilerin Osmanlı devletinden davet edip getirdikleri öğretmenler okul açmış ve bu okulda dil, edebîyat, matematik, târih ve coğrafya gibi dersleri okutmuşlardır. Ayrıca okulda jimnastik, foottop (futbol) spor faaliyetlerinin yanı sıra askerî eğitim de verilmiştir
Uygur Türkleri bir taraftan Osmanlı’lardan öğretmen isterlerken bir taraftan da çocuklarını eğitim için İstanbul’a göndermekteydiler. Meselâ 1900’lü yılların başlangıcında Gulça’da bazı zengin kimseler kendi çocuklarını ve yakınlarını tahsîl için Istanbul’a göndermişlerdir. Bu gençler Istanbul’da eğitimini tamamladıktan sonra Kulça’da okul açıp 100 kişiyi yetiştirmişlerdir
Dr. İklil Kurban’ın naklettiği Burhan Şehîdî’ye ait bir bilgiye göre, Yang Zengx’in döneminde İli’de Türkiye’liler çoktu. Mesut Sabri Baykuzu bu kişilerle birlikte okul açmış, öğrencilerine Türkiye şarkısı söyletmiştir
Bilindiği gibi Mesut Sabri Baykuzu 1904-1915 yılları arasında Istanbul’da eğitim görmüş ve 1947’de Doğu Türkistan’ın cumhurbaşkanı olmuştur
Yâni Osmanlı’ların Doğu Türkistan’da eğitimin geliştirilmesinde çok önemli rolü olmuştur.
Osmanlı paşalarından Enver Paşa tarafından kurulan Umûr-ı Şarkîye (Doğu işleri) teşkîlâtının 1914 târihinde A’dil Hikmet Bey, Kuşçubaşı Selim Sâmî Bey, Hüseyin Emrullah (Barkan) Bey, Hüseyin Bey ve İbrahim (Hakker) Bey olmak üzere beş kişiyi Orta Asya Türkleri’ni eğitme ve örgütleme amacıyla bölgeye göndermesi daha da dikkat çekicidir. Bu kişiler Hindistan üzerinden Doğu Türkistan’a ve diğer Orta Asya ülkelerine ulaşmış ve oralarda faaliyet göstermişlerdir
Osmanlı’ların çok yakından ilgilendikleri Doğu Türkistan Türkleri de bunca ilgiye duyarsız kalmamışlardır. Osmanlı devleti balkan savaşından yenik çıkınca İstanbul, yaralı askerler ve Balkanlar’dan göç eden insanlarla dolmuştu. Osmanlı devletinin bu ağır günlerinde Doğu Türkistan Türkleri de işgal altında bulunmalarına rağmen İstanbul’a yardım göndermişlerdir. Tatar gazeteci yazar Fâtih Kerîmî’nin 1913’te Orenburg’da basılan “Istanbul Mektupları” adlı kitabına göre, Kulca’lı Çin müslümanı, Mekteb-i Sultânî binâsındaki Alman “Salîb-i Ahmer“ kızılhaç hastanesinde yaralılara hizmet etmiştir
Yine aynı kitaba göre Kaşgar müslümanlarından “Hilâl-i Ahmer” kızılay yararına beş bin sum para gelmiştir
Bunlar Osmanlı’ların Doğu Türkistan Türkleri’nin de Osmanlı’lara olan mânevî bağlarını gösteren belgelerdir.

Cumhuriyet Döneminde Türk-Uygur İlişkileri
Anadolu Türkleri ile Doğu Türkistan Türkleri arasındaki ilişkiler cumhûriyet döneminde de devâm etmiştir. Bilindiği gibi Doğu Türkistan’da Çin yönetimine karşı başlayan ayaklanmalar sonucunda 12 Kasım 1933 tarihinde Kaşgar’da “Şarkî Türkistan İslâm Cumhûriyeti” adı altında bir devlet kurulmuştur. Bu devletin hükûmet ve ordu teşkîlâtının oluşturulmasında Türkiye’den gelen İzmir’li Dr. Mustafa Kentli, Ali ve harbiyeden Mahmut Nedîm beylerin büyük rolü vardır. Adı geçen şahıslar Kasım 1933’te Doğu Türkistan İslâm Cumhûriyeti’ne müsteşar olarak Kaşgar’a gönderilmişlerdir.
Bu kişiler Doğu Türkistan İslâm Cumhûriyeti’nde Sâbit Damolla ile birlikte iş gördüler ve Şarkî Türkistan hareketine şekil vermek istediler. Ayrıca Sovyetler Birliği’nden gelen Setivaldican, Sultanbek, Behram Efendi ve Sofîzâde gibi kişilerle birlikte Doğu Türkistan Türk İslâm Cumhûriyeti’nin hükûmet ve ordu teşkilâtının düzenlenmesine yardım etmişlerdir. Yeni kurulan bağımsız Doğu Türkistan İslâm Cumhûriyeti hükûmeti dış işleri bakanı Kasım Hacı’yı devlet mektubu ile birlikte Türkiye Cumhûriyeti başta olmak üzere Afganistan, Îran, Amerika, İngiltere, Japonya. Almanya, Fransa ve İtalya gibi ülkelere göndermiş ve bu ülkelerden Doğu Türkistan İslâm Cumhûriyeti’ni tanımalarını ve yardım etmelerini istemiştir Doğu Türkistan’da kurulmuş olan bu yeni devletle ilgili haberler Türk basınında sevgiyle karşılanmış ve geniş yer almıştır.
Doğu Türkistan İslâm Cumhûriyeti’nin dönemin Ankara hükûmetine gönderdiği bir mesajında “Yeni bağımsızlığa kavuşmuş Doğu Türkistan’ın mâvi bayrağından sevgili Türkiye’nin al bayrağına selâm olsun” ifadesi kullanılmıştır. Ancak Rus engeli nedeniyle Türkiye Doğu Türkistan’a maddî yardımda bulunamamıştır.
Cumhûriyet döneminde Türk-Uygur ilişkileri eğitim alanında devam etmiştir. 1934 yılında Şeng Şisey hükûmetinin başkan yardımcısı olan Hoca Niyaz Hacı’nın meşhûr komutanı Albay Mahmut Şicang başta olmak üzere Mavidin Efendi Türkiye’den 12 kişi ile eğitim seferberliğini başlatmıştır. Bu kişilerin Çağdaş Uygur eğitiminde oynadıkları rol, bugün de Uygur Türkleri tarafından şükranla anılmaktadır. Onların içerisinde yer alan Mehmet Emin Tevfik Efendi’nin ilginç bir hikâyesi bulunmaktadır.
O aslen Uygur olup gençliğinde bilim aşkı ile önce Taşkent’e gelip çalışarak okur. Orada orta tahsîlini bitirdikten sonra yüksek tahsil görmeye çalışır. Ancak geçim sıkıntısı nedeni ile eğitimini devâm ettiremez. Sonra Karadeniz’e gelip bir Türk gemiciyle tanışarak onunla birlikte Türkiye’ye gelir. Türkiye’de epey zorlanır. Ancak sonra bir lokanta sâhibi onun tambur çaldığını görünce lokantasında tambur çalmasını ister. Böylece Mehmet Emîn Tevfik Efendi bir lokantada Kaşgar’dan berâberinde getirdiği tamburu çalıp şarkı söyleyerek geçimini sağlar. Bu sırada yavaş yavaş Türk sanatçılarıyla da tanışır. Bir yıl sonra lokanta sâhibi onu bir yönetici ile tanıştırır. O yöneticinin yardımıyla bir okula girer. Mehmet Emîn Tevfik efendi okulda çok iyi okur. Sonra gençler birliği teşkîlâtına ve faâliyetlerine aktif biçimde katılır ve belirli bir çevre edinir. Bir gün bir toplantıda konuşmaya dâvet edilir. Fakat Mehmet Emin Efendi konuşma yerine tamburunu çalıp şarkı söyler. Kalabalık onu coşkulu bir şekilde alkışlar. Ondan sonra Mehmet Emîn Tevfik Efendi Uygur sanatçısı diye tanınır. Doğu Türkistan’da ayaklanmalar başladıktan sonra o memleketine dönmek ister. Gençler birliği teşkîlâtı onu birkaç kişi ile Doğu Türkistan’a gönderir (27). Mehmet Emîn Efendi Doğu Türkistan’a döndükten sonra yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, çağdaş Uygur eğitiminin başlatılmasına öncülük etmiştir. O altı ay içerisinde dönemin ihtiyâcı için altmış öğretmen yetiştirmiş, 24 köyde 24 okul açmıştır. O ayrıca öğrencilerden oluşan bir izci grubu kurmuştur

Son olarak şunu de bildirtmek gecikiyor ki, Osmanlı Hanedanı fertlerinin Ata yurda olan ilgisi Osmanlı yıkıldıktan sonra de devam etmiştir. Sultan II. Abdülhamit Han’ın ilk erkek torunu olan Şehzade Abdülkerim Efendi Japonlar tarafından Doğu Türkistan’ın tahtına getirilmek istendiğinde, Şehzade Abdülkerim Efendi teklif üzerine Japonya’ya gitmiştir. Japonya’da Çin, Hindistan ve Türkiye başta olmak üzere birçok ülkenin istihbaratının sürekli takibi ve güvenlik endişesi yüzünden New York’a gitmiş ve kaldığı hotel odasında uzak Asyalı bir ajan tarafında suikasta kurban gitmiştir. Doğu Türkistanlılar uzak Asyalı o ajanın Çinli olma ihtimalinin yüksek olduğu görüşündedir.

SONUÇ

Popülerizm dünya siyasetine hakim olmuş, mazlumlar bile Popüleritesine göre ilgi görecek hale gelmiş olan günümüzde, Doğu Türkistan diasporasının kısıtlı imkanları sebebiyle kısık seslerini duyuramıyor, yanı Doğu Türkistan’daki zulmün popüler olamaması yüzünden, popüler siyasette fazla ilgi göremiyoruz maalesef.
Ama yine de biz şuna inanıyoruz ki, (Mustafa Karaalioğlunun ifadesi ile) İslam alemi, ne kadar aciz, yetersiz ve hatta hukuksuz da olsa da Doğu Türkistan’da Çin hükümetinin yaptıkları, ABD’nin, İsrail’in ya da Mynmar hükümetinin yaptıkları mazeret kabul etmez.
Yine ( Hacı YAKAŞIKLI’nın ifadesi ile); Türkiye şuan kendi prangalarını kırmıştır ve alınacak daha bir miktar yol vardır.
Özgür ve tam bağımsız Türkiye; Mekke’nin, Şam’ın, Kudüs’ün, Bağdat’ın, Libya’nın, Fas’ın, Cezayir’in, Kabil’in Doğu Türkistan’ın, ve ezan okunan tüm yeryüzü topraklarının prangalarını kıracaktır! İnşallah.

NELER  YAPILMALI ?

  1.  Çin üzerinde uluslararası baskı oluşturmak. Bir yerde baskı ve zorbalıktan bahsediliyorsa, bu tür zorbalar ancak güçle durdurulabilir. Bu yol daha çok devletler ve uluslararası örgütlerce ifa edilebilir.
  2.  Doğu Türkistan’daki zulüm baskı ve hak ihlallerini uluslararasılaştırmak. Tüm dünyadan sivil toplum örgütleri, gönüllü kuruluşlar, bulundukları ülkelerde ya da uluslararası platformlarda bu ihlalleri gündeme taşıyabilir.
  3. Strateji kuruluşlarını öncelemek. Stratejik çözümler üreten merkezleri harekte geçirmek,
  4. Uluslararası daimi kriz grubu ve bağımsız gözetleme grubu oluşturmak.
  5. Küresel bir bilinç oluşturmak.
  6. Doğu Türkistan meselesini insanlık meselesine dönüştürmek.
    Bütün bunlar elbette ki, Doğu Türkistan diasporasının kısıtlı imkanları ile olacak iş değil, mutlaka bir devlet imkanını harekete geçirmek gerekiyor.

http://cdn.haberajanda.com.tr/contents/files/dergiler/sayi144/98/index.html

Etiketler: » » » » »
Share
1061 Kez Görüntülendi.