logo

trugen jacn

ÇİN’İN İŞGALİNDEKİ DOĞU TÜRKİSTAN 2. ENDÜLÜS OLMAYA DOĞRU ……..

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, iç mekan

Mirkamil KAŞGARLİ
İslam’ın batıdaki son medeniyet feneri, yetik cenneti Endülüs.  1492’de  düştüğü  son kalesi Gırnata; bütünüyle Müslümanlardan boşaltıldığı tarih olan  1609’dan bu yana, hep Müslümanların kalbinde bir sancı, bitmeyen yas ve  göz yaşlarıyla anılan hüzünlü özlem ve muhabbetin teranesi haline gelmiştir.
Diğer yandan Türk dünyasının medeniyet beşiği, Uygarlığın ilk dünyaya geldiği ana rahmi, İslam’ın nice büyük alimlerini dünyaya takdim ettiği ilim irfan çeşmesi ve doğudaki son kalesi, özellikle Osmanlının mirası olma hasebi ile Türkiye Cumhuriyetinin kendi helal malı ve ayrılmaz parçası olan Doğu Türkistan; komünist Çin tarafından son kez işgal edildiği 1949’den bu yana hiç dinmeyen, sürekli kanayan, ama maalesef İslam ve Türk dünyasının kalbinde acı hissettirmek bir yana dursun, farkındalık bile oluşturmaya muvaffak olamayan Ata yurdumuz 2 . Endülüs’ün kaderine bırakılmış bir yarımız haline gelmiştir.
Evet, bende tarihin tekerrür edeceğine inanmayanlardan biriyim. Gerçek Müslümanca feraset sahibi atalarımızın öğrettiği gibi; anlayanlara şeytanın kuyruğuna takılan zalim, iblisleşmiş sözde İnsanların yöntemi, hileleri ve desiseleri tarihten bu yana sayıca çok az ve zayıf ola gelmiştir. Yeter ki biz tarihten ders almasını bilelim. O zaman tarihin hiç tekerrür etmediğini, zalimlerin sadece farklı coğrafyalarda aynı yöntem ve hilelerle, bazen farklı bazen de aynı sonuçlar elde etmeye çalıştığını görebiliriz. Çünkü İşgalciler Müslüman coğrafyalarını ele geçirmek için hep aynı ortam ve aynı zemini kollamıştır veya yaratmıştır.
Endülüs’ün düşmesinde bütün İslam dünyasındaki Ümmet bilincinin zaafa uğramasıyla, bölünmüşlüğe müptela olan devletlerin tepkisizliği ve sadece kendi sınırlarını koruma (menfaatperestlik) kaygısına batmış olmasının ne kadar büyük etkisi olmuş ise, Doğu Türkistan’ın da Çin’in işgaline uğramasında Türk İslam dünyasının yine aynı şekilde kendi kabuğuna çekilmiş olması en etkili rolü oynamıştır.
Örneğin; 1933’te yüz binlerce şehitlerin kanı ile kurulan ve dünyanın ilk İslam cumhuriyeti olan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti; Afganistan dışındaki bütün İslam ve Türk dünyasında hiçbir ülke tarafından tanınmamıştır. Özelikle Osmanlının mirası olma hasebi ile sahip çıkmak boynunun borcu olan, 1933’teki Türkiye Cumhuriyetinin tanımaktan kaçınması ve ‘Al Bayraktan Gök Bayrağa selam olsun’ diye bir kısa mesaj ve birkaç öğretmen göndermekle yetinmiş olmasını başka neyle açıklamak mümkün?
Eğer dönemin Türkiye’si Afganistan ile birlikte Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını resmen tanımış olsaydı, 6 ay süren Doğu Türkistan İslam Cumhuriyetinin ömrünün 6 yıl daha uzamasına ve iç kutuplaşmalarının durmasına vesile olabilirdi elbette.
Dahası 1944’te milyonlarca şehitlerin kanları ile sulandıktan sonra tekrar kurulan ve 5 sene yaşayabilen ‘Doğu Türkistan Cumhuriyetinin hiçbir ülke tarafından tanınmaması bir yana dursun, hatta 1949’da komünist Çin işgal ettikten sonra BM’de kayda geçirirken, iblis Çin’in tarihten gelen kurnazlığı ile Doğu Türkistan’ı işgal edilmiş toprak değil, ‘ŞİNCİANG’ (Yeni Toprak) adı ile ‘Çin’in ayrılmaz toprak parçası’ olarak kaydettirme girişimine de, ne İslam Dünyasından, ne Türk Dünyasından ‘HAYIR, DOĞU TÜRKİSTAN ÇİN’İN DEĞİL, İSLAM DÜNYASININ VE YAHUT TÜRK DÜNYASININ AYRILMAZ TOPRAK PARÇASIDIR, ORASI FİLİSTİN GİBİ İŞGAL EDİLMİŞ TOPRAKTIR’ diyen tek bir ses yankılanmamıştır. Tam eksine suskunluğa ve tepkisizliğe bürünen dünyada Çin’in dediği gibi kayda geçmiş ve Türk- İslam dünyasının Filistin’deki İsrail mezalimine karşı gösterecek tutum ve söyleyecek söylemlerin aynısını Doğu Türkistan’daki Çin zulmü için de söyleyebilme hakkı yasal olarak en başından elinden alınmıştır. Bizi en çok kahreden şey ise, bugüne kadar hiçbir ülke tarafından bu yanlış kaydın düzeltilmesi için hiçbir girişimin olmamasıdır.
Gelelim, İslam  medeniyetinin incisi Endülüs ile Türk-İslam Uygarlığının  beşiği Doğu Türkistan’ın yaşadığı aynı kader ve  ve    aynı akıbet !
‘1492 senesinde siyasi hakimiyetlerini kaybetmelerine rağmen, Endülüs Müslümanlarının büyük çoğunluğu, Hristiyan idareciler tarafından canlarına, mallarına ve dini yaşantılarına dokunulmayacağı şeklinde kendilerine verilen taahhütlere güvenip, Hristiyan hakimiyetinde de olsa, kendi topraklarında kalmayı tercih ettiler. Ne var ki, işgalin üzerinden daha 5 sene bile geçmeden bu Müslümanlar tarihte benzerine ender rastlanan bir imha hamlesiyle karşı karşıya kaldılar. Muhtevasını zorla Hristiyanlaştırma, katliam, engizisyon mahkemeleri ve toplu sürgünlerin oluşturduğu bu hamle, 1609 senesinde tamamlandı. Neticede ne kendi kimliğine sahip çıkmak isteyen bir Müslüman ne de ayakta duran bir cami bırakıldı. Kısacası, sekiz asır İspanya’nın kaderinde söz sahibi olan’ Müslümanlar, sanki bu ülkeye hiç ayak basmamışlardı.
Çin de Doğu Türkistan’a Endülüs Faciasının birebir aynısını yaşatmıştır. 1949’da Doğu Türkistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı başta olmak üzere önde gelen general ve liderleri, Çin ve Rus’un ortaklaşa tertiplediği Uçak kazası suikastı ile ortadan kaldırıldıktan sonra, siyasi hakimiyetini fiilen kaybetme eşiğine gelen Doğu Türkistan’a özerk bölge statüsü anlaşması teklif edildi. Doğu Türkistanlıların canlarına, mallarına, kültürleri ve dini yaşantılarına dokunulmayacağı, hatta siyasi idareciliğine bile müdahil olmayacağı ileri sürülen taahhüt imzalandı. Söz konusu taahhütlere göre, Doğu Türkistanlılar dinlerini, dillerini, örf ve adetlerini muhafaza hakkına sahiptiler. Çinliler ise sadece Doğu Türkistan’ı daha refah hale getirmek, Taklamakan Çölü’nü yeşilleştirerek, gülistana dönüştürmek ve ekonomisin kalkınmasına yardımcı olmak için Doğu Türkistan’a yerleşecekti. Amaçları sadece komünizmin sözde adaletini ve bütün halkın beraberliğini dünyaya yaygınlaştırmaktı.
Bu taahhütlere güvenenler olduğu gibi, güvenmeyen ve tıpkı Gırnatanın ünlü komutanı Musa-b. Ebi’l- Gassan’ın “Geliniz hürriyetlerimizi savunarak ölelim. Bu suretle, (anlaşmayla) bizi işgalcinin zincirleri saracağına, toprak anamız bağrına bassın. Cesetlerimizi koyacak kabir bulunamazsa, gök kubbe de yok almadı ya, o örter…” dediği gibi, hayatta kalan Doğu Türkistan komutanları arasında da Osman Batur gibi “Bugün silâhımızı alanlar, yarın canımızı da alırlar. Ben silâhımı Çinlilere vermem. İstiyorlarsa ve güçleri yetiyorsa, gelip alsınlar, ben ölebilirim, ama dünya durdukça benim milletim bu mücadeleye devam edecektir” diyen şuurlu kahramanlar, Muhammed Emin Buğra ve İsa Yusuf Alptekin gibi ” Vatan için, Vatandan Ayrılmak ”  şiari ile Vatanını kurtarabilmek  için  vatandan hicret eden” liderler olmuştur.
Neticede kurnaz Çin yalan taahhütlerle Doğu Türkistan’a ayak bastıktan sonra tıpkı Endülüs’te olduğu gibi tam 5 sene kadar görünürde taahhütlerine sadık kaldı. Bu 5 sene zarfında halkı uyutarak, Doğu Türkistan’daki sayıları 45 binden aşan yerel düzenli askerleri dağıtmak ve ellerindeki silahlarını almak için dünya literatüründe görülmemiş bir kurnazlığa imza attı.
Şöyle ki; Çin askerleri Doğu Türkistan sokaklarında toplu yürüyüş yaptıklarında “Biz halkın malına, ipine ve iğnesine dokunmayacağız, sadece onların hizmetkarı olacağız” diye başlayan sesli şarkılar eşliğinde geçerlerdi. 5 sene kadar Doğu Türkistanlıların evlerine gider, ücretsiz çamaşırlarını yıkar, ev temizliğine yardımcı olur, hatta çiftliklerinde grup halinde çalışır, yerleri sular, bitki ekilmesinde halka el ayak olurdu. Doğu Türkistanlıların onlara ikram ettiği yemekleri ret eder, sadece su içer geri dönerlerdi. Doğu Türkistan halkı bu duruma şaşkın bir şekilde; “Allah bize Çinli askerler suretinde melek mi gönderdi acaba? Çalışıyor, tuvaletlerimizi kadar temizliyorlar, hiçbir ücret ya ikram kabul etmiyorlar. Ne güzel insanlar bu” diye metih düzerek, toplu halde sarhoşlaşmış hale geldiler. Tam 5 sene sonra “Zenginden alarak, garibana vermek” düzenbazlığı ile başlatılan “Toprak Islahatı” Doğu Türkistan halkını sarhoşluktan uyandırdığında, karşısında işgalci Çin’in gerçek şeytansı yüzlerini gördüler. Doğu Türkistanlılar arasındaki şuurunu kaybetmeyenleri gizli suikast, çeşitli bühtan ve suçlamalarla birer birer ortadan kaldırdıklarını, “Biz sizleri koruyoruz, silaha ve askeri birliklere ne hacet” diye bütün yerel birliklerin dağıtıldığına, ev ev silahların hatta av tüfeklerin bile toplatıldığına, dolaysıyla kontrolün tamamıyla işgalcilerin eline geçtiğine şahit oldular.
Artık çok geçti. Sınırların hepsi kapatılmış, dış dünya ile bütün bağlantılar kesilmiş, Doğu Türkistan adete açık katliam kampına dönüşmüştü. Tıpkı Endülüs’te olduğu gibi artık Doğu Türkistan’da da dönüştürme, dinsizleştirme başladı. Yüz binlerce kıymetli kitap ve kuranı kerim toplatılıp meydanlarda yakıldı, alfabe değiştirildi, evinde Uygurca kitap bulunduranlar süresi belirsiz şekilde hapis edildi. Daha sonra “Kültür İnkılabı” diye adlandırdıkları katliam tam 28 sene sürdü. Gayri resmi rakamlara göre bu sırada en az 25 milyon Doğu Türkistanlı soykırıma uğradı.
Tıpkı Endülüs’te Hristiyanlaştırma faaliyetlerinin başlamasının üzerinden bir asır geçtikten sonra, 1601 senesinde piskopos Ribera’nın hazırlayıp kraliyet katına sunduğu şu rapor da “Hristiyanlık, İspanya Krallığının temel direğidir. Fakat Moriskolar (Müslümanlar), bu dine gerektiği gibi sarılmıyor. Dini vecibeleri gerektiği gibi yerine getirmiyorlar, domuz eti yemiyor, şarap içmiyorlar. Gerçek Hristiyanlar gibi davranmıyorlar. Bütün bunlar, onların zayıf imanlı olmalarından değil, bilakis ataları gibi Müslüman kalmaya olan azimlerinden, dolayısıyla de Hristiyanlığa hiç inanmamış olmalarından kaynaklanıyor. Engizisyon müfettişleri gayet iyi biliyorlar ki, onlar iki veya üç sene hapiste kaldıkları ve bu esnada kendilerine Hristiyanlığın esasları öğretildiği halde, hapisten çıkarken, öğrendiklerinden bir kelime bile hatırlamıyorlar. Kısaca onlar Hristiyanlığı bilmiyorlar. Çünkü bilmek istemiyorlar” dendiği gibi, Doğu Türkistanlılar da görünürde dönüşmüş olarak görünseler de kalplerindeki İman ve inançlarını korudular. Canı pahasına evlerinde duvarlar aralarında sakladığı Kuranı kerimi gizlice çocuklarına öğretmeye devam ettiler.
1982 senesinde dünyanın gelişmelerine ayak uydurmak ve ekonomik olarak kapitalizme kendini ayarlamak zorunda kalan Çin, Dünyanın tepkisini çekmemek için Doğu Türkistan’daki katliamlarına ara vermek zorunda kaldı. Dünyanın gözünü boyamak için Doğu Türkistanlıların din, dil ve örf adet haklarını, ağıra ve komünisttik dönüştürme kamplarına çevrilen camı ve medreselerini gececi olarak geri vermeye mecbur kaldı. Dünyanın nabzını yoklamak için Doğu Türkistanlılara tanılan bu azıcık özgürlükler de uzun sürmedi. Sadece 10 sene devam edebildi.
Bu süre içinde Çin atalarından miras aldığı şeytansı hilelerine başvurmaya devam etti. “Yakındaki düşmanı yok etmek için uzaktaki akrabalarını ipeğe boğarak (rüşvete bağlayarak) ele geçirmek” siyasetini başladı. Bun için önce Şangay beşlisini, sonra Şangay İş birliği Örgütünü kurdu. 11 Eylül terör saldırısından sonra dünya genelinde başlayan terörle mücadele seferberliğini fırsata çevirerek, Doğu Türkistan’daki hak ihlallerine karşı gösterilen bireysel her tepkiyi dünya kamuoyuna terörizm olarak lanse etmek ve soykırımlarına yasal zemin hazırlamak için Pakistan istihbaratı İSİ, Taliban ve Alkaide ile gizli anlaşmalar yaptı. Alkaide ve Işid (Daeş) e katılan saf Uygur gençleri işte bu Çin politikasının parçaları ve Çin- Pakistan istihbaratı İSİ – Taliban – Alkaide – Daiş – Feto işbirliğinin mahsulü oldular.
Günümüzde ise işgalci Çin Terörü bahane ederek, Ata yurdumuzu ebediyen yutabilmek için Doğu Türkistan’ın asıl sahiplerini bütünüyle yok etme projesini en vahşice uygulamaktadır. Doğu Türkistan’ın bütün İl, İlçe ve köylerinin her birine birden çok Çin usulü nazi kamplarını kurarak, Doğu Türkistan’daki Türk halklarına yönelik kitlesel keyfi gözaltıları, işkence, kötü muamele ve gündelik yaşam üzerinde giderek artan ve yaygınlaşan, sistematik müdahilleri insanlık tarihinde görülmemiş bir boyuta taşımış vaziyettedir. Allah lafzına kadar İslamı sembollerin hepsini teröre bağlayarak, Uygur kültürü ve örflerini çağrıştıran her faaliyeti ayrılıkçılık, Dinde aşırılık gibi uydurma bahaneler ile resmi olarak 1 milyon (gayrı resmi olarak 3- 5 milyon) Doğu Türkistan halkını gizli, açık toplama kamplarına yargısız kapatmış durumdalar. Yıkılan camilerin ve toplanıp yakılmakta olan kuranı kerim, tarih kitapları ve dini kitapların haddi hesabı yok. Özellikle her şehir ve ilçelerde kurulan ceset yakma merkezleri Doğu Türkistanlıların nasıl bir toplu kıyım sürecine girdiğinin vahametini anlatmaya yeter de aşar.
Ama maalesef kendi derdi ve kabuğuna çekilmiş İslam ve Türk dünyasındaki ülkeler, Endülüs faciasında olduğu gibi yine kayıtsız, sessiz, ilgisiz ve tepkisizliğini devam ettiriyorlar. Doğu Türkistan’ın 2. Endülüs’e dönmesine seyirci kalıyorlar. Lakin 21. yüzyıl iletişim çağındaki insanlığın vicdanı sessiz kalmıyor. Haftalardır Çine tepkiler yağmaya başladı bile.
Gerçi ‘kardeşim, senin davan benim davamdır. Gerekirse Doğu Türkistan davası için hiç çekinmeden canımı vermeye hazırım’ diyen Türk dünyasında tanınmış bazı gazeteci arkadaşlar Doğu Türkistan’a bizzat gederek, araştırmayı ve bu Çin nazi kampları hakkında kanıt toplamaya cesaret ve tevekkül edemese de, batılı (gavur) gazeteciler bu riski alarak bireysel bir şekilde Doğu Türkistan’da araştırma raporlarını yayınlama başladılar. Bunun belirli sonuçları da gelmeye başladı.
Örneğin Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Kaldırılması Komitesi (CERD) Ağustos ortasında Çin’deki durumu gözden geçirdi ve Doğu Türkistan’ı “hiçbir hukukun bulunmadığı bölge” ilan etti.
Malezya eski Başbakanı ve yeni Başbakan adayı Enver İbrahim, ‘’Uygur Meselesinin Çin’in İç meselesi olmadığını’’ açıkladı. Enver İbrahim, Çin’in Müslüman Uygur Türklerine uygulamakta olduğu asimilasyon ve soykırım siyasetini kınadı. Hukuksuz tutuklu mazlum Müslümanların biran önce serbest bırakılmasını ve tüm Çin Nazi Kamplarının kapatılmasını istedi.
BM İnsan Hakları Yüksek komiserliğine yeni atanan eski Şili Cumhurbaşkanı yaptığı ilk açıklamasında, Doğu Türkistan’daki insani krize dikkat çekerek, Çin’e çağrıda bulundu. BM heyeti ile bağımsız kuruluşların Doğu Türkistan’a giderek yerinde inceleme yapmalarına izin vermesi gerektiğini talep etti.
Çin’de resmi ziyaret gerçekleştirmekte olan Norveç Parlamento Heyeti görüşmeler sırasında, Çin’in Doğu Türkistan’daki Nazi Kamplarını gündeme getirdi. Tutukluların serbest bırakılması ve bu Kampların kapatılması gerektiğini talep etti.
Avrupa Parlamentosunda da Çin’in Doğu Türkistan’daki Nazi Kampları hakkında genel görüşmeleri devam ediyor.
Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD) Kongre üyeleri, Doğu Türkistan’daki Müslüman Uygur Türklerine “sistematik insan hakları ihlallerinde bulunduğu” belirtilen Çin hükumet yetkililerine yaptırımların genişletilmesi için çağrıda bulundu.
11 Eylül 2018 tahininde Hollanda Parlamentosunda konuşan DENK Partisi genel Başkanı ve Türk asıllı Milletvekili Tunahan Zorlu Çin’in Doğu Türkistan’daki soykırım uygulamaları ile nazi kamplarını gündeme getirdi. Parlamentoda bu konuda acil toplantı düzenlenmesine yönelik çağrıda bolundu.
AB dış ilişkilerden sorumlu üyesi Federica Mogherini, AB’nin ‘’AB-Çin insan hakları diyaloğu’’ sırasında yaptığı konuşmada, Doğu Türkistan’ın durumunu, özellikle Çin’in “yeniden siyasi eğitim kampları ve genişletilmesi” ile ilgili haksız uygulamalarını masaya yatırdı.
Maalesef İslam İş birliği Teşkilatı bu konuda bir toplantı ya da oturum düzenlemeye cesaret edemiyor. Doğu Türkistan’daki beyin yıkama, densizleştirme ve Çinlileştirme kamplarının kapatılması dolayısıyla asimile siyasetlerinin durdurulması için Uluslararası baskı şekillendirmede öncelik etme görevinde olan Türk – İslam dünyasının resmi ağızlarından hiçbir tepki verilmiyor. Üstelik dünyaca kanıt, şahit, bağımsız araştırma sonuçları ve uluslararası düzeyde raporlar olmasına rağmen, hala Türkiye’de Çinin algı operasyonuna hizmet eden, mazlum mümin kardeşlerinin değil, işgalci Çin’in ağzıyla konuşmaktan utanmayan satılık ‘’sözde yazar’’ yalakaların yoğun bir şekilde Çin’i aklamaya çalışması, şuur ve vicdan sahibi her insanı çileden çıkartıyor.
Onlara söyleyecek bir çift lafım var, ‘Dünyada bir başkasının ülkesini işgal etmekten daha büyük terör yoktur ve olamaz. İşgalin olduğu yerde zulmün olmamasını düşünmek geri zekalılık, mazlumların değil işgalcilerin sözlerine itibar etmek gazetecilik değil; olsa olsa onların uşağı olmaktır.

 KAYNAK :  http://cdn.haberajanda.com.tr/…/dergi…/ sayi143/ 90/ index.html

Etiketler: » » » » » »
Share
1344 Kez Görüntülendi.