logo

trugen jacn
12 Ağustos 2014
Genel

TÜRKLÜĞÜN PANORAMASI VE DOĞU TÜRKİSTAN’DA NELER OLUYOR ?

Halit GÜLER

Adı ve unvanı ne olursa olsun, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın Türkün kaderi değişmez. Adı ister Uygur, ister Özbek, ister Kazak, ister Türkmen, ister Azeri, ister Tacik, ister Tatar, ister Başkurt, ister Çeçen, ister Boşnak, ister Pomak ve isterse Arnavut olsun; ister orta Asya’da, ister Sibirya’da, ister Kırım’da, ister Kafkaslarda, ister Baltık Denizi kıyılarında, ister Balkanlarda ve isterse Kıbrıs’ta yaşıyor olsunlar netice değişmez. Düşmanları nerede, ne kadar olduklarını ve nasıl yaşadıklarını bilirler, kötülük düşünürler, takibe alırlar, aralarında fitne çıkarmaya çalışırlar, fırsat düştükçe, bahane arttıkça da ortadan kaldırmak için çaba sarf ederler.

Yeryüzündeki Türklerin yegâne sığınakları ve güven kaynakları olan Türkiye, çok şükür, üniter devlet yapısı ile hür, bağımsız, demokratik, sözüne sadık ve güçlü bir ülke. Hiç kimse kılına dokunamaz ve Ulubatlı Hasan’ın Bizans surlarına diktiği ve milletine emanet ettiği sancağından, bir tüy bile koparamaz. Bu böyledir ama bizi de boş bırakmazlar. Irakta, Afganistan’da, Keşmir’de, Bosna-Hersek’de, Çeçenistan’da olduğu gibi Anadolu’da da katliam yapamazlar ama, PKK gibi bir terör örgütünü başımıza belâ, bazı gazetecileri ve yazarları zihnimize ve gündemimize musallat, kene ve domuz gribi gibi mikroplarla sağlığımızı tehdit ve modern olma rüzgarı ile de ahlâkımızı ve yaşayışımızı dejenere ederler. İktisâden çökertmek, kalkınma hızımızı yavaşlatmak ve medeniyet hamlemizi durdurmak için bizi küresel entrikaların içine çekmeye çalışırlar. Basiretli ve uyanık, aynı zamanda zeki ve cesur devlet adamlarımız idaremizde olurlarsa; Türkiye’nin belini kimse kıramaz, bileğini de kimse bükemez.
İnsan hakları nutuklarının atıldığı ve güç kullanımı ile zorbalık yapılmayacağının duyurulduğu dünyamızda, Kırım Türkleri halen yurtlarına dönemediler. Bir gecede Sibirya’ya sürgün edilen Ahıska Türkleri, topraklarına kavuşamadılar. Batı Trakya Türkleri medenî Avrupa’nın gözleri önünde, halen çocuklarına okullarda, Türkiye’nin gönderdiği kitapları okutamıyor ve anadillerini rahatça öğretemiyorlar. Yakın zamanda Bulgaristan’da olanları ve zalimlerin zulmünden kurtulmak isteyen soydaşlarımızın Türkiye’ye kitleler halinde, canhıraş nasıl sığındıklarını unutmuş değiliz. Bosna Hersek’te olup biten korkunç katliam, halan tazeliğini koruyor. Kıbrıs Türklerine reva görülen zulüm ve yaşatılan vahşet dünya gündeminin yüz karası ve Rumların ruh hallerinin kapkara belgesi olarak duruyor. Iraktaki haksız işgal kalkıyor, ama Kerkük’teki işgal bir türlü kalkmıyor ve zulüm sona ermiyor.. Afganistan’daki işgal kaldırılsa bile, Mezar- Şerifin ve o bölgede yaşayan Özbek Türklerinin kara talihi değişmez. Ortadoğu’nun başına bela edilen Usame b. Ladini kimse yakalayamaz, ama General Dostumu istedikleri zaman yakalayabilirler.
Dünya haritasındaki Türklüğün panoraması kaba hatlarıyla böyle. Şimdi gelelim Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinin yıllarca esir hayatı yaşadıkları Sincan Uygur Özerk Bölgesindeki, insafsız, merhametsiz, acımasız muameleye ve korkunç katliama:
Uygur Türklerini elli yıl önce doğu Türkistan mücahidi merhum İsa Yusuf Alptakinin çalışmalarından ve konferanslarından tanımıştım. Merhum İsa Yusuf Alptekin, geçici Doğu Türkistan Hükümetinde genel sekreterlik yapmış, Çinlilerin idam kararından kurtulmak için Türkiye’ye sığınmıştı. Bizim üniversite yıllarımızda Türkiye’yi il ili dolaşarak konferanslar veriyor, yılmadan usanmadan Çin’in Uygur Türklerine yaptığı zulmü anlatıyordu. Onun bu mücadelesi son nefesini verinceye kadar sürdü. Sincan Uygur Özerk Bölgesinin Başkenti Urumçi’deki olaylar üzerine kemikleri sızlamış ve ruhen muzdarip olmuştur. Doğu Türkistan denince, merhum İsa Yusuf Alptekin’i hatırlamamak rahmetle ve şükranla yad etmemek mümkün değildir.
Bildiğimiz gibi Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül Çin’e gitmişti. Bu arada Sincan-Uygur Özerk Bölgesine gidip gitmeyeceğini, böyle bir fırsatı değerlendirip değerlendirmeyeceğini merak ediyordum. Nihayet gitti. Sincan Uygur Özerk Bölgesinin başkenti Urumçi’yi ziyaret etti. Türklük dünyası sevinç heyecanı yaşadı ve Doğu Türkistan ayağa kalktı. Ben, medyanın verdiklerinin ötesinde Doğu Türkistan’da olanları, sevinç gözyaşlarıyla sokaklara dökülenleri, şükür secdesine kapananları görür gibi oldum. Uygur Türklerinin elli senedir bekledikleri ve hayal bile edemeyecekleri bir ziyaretti bu. Bu anlamlı ziyaret, 2009 yılının, hatta son yarım asrın en önemli olaylarındandı. Sevincim yüreğime sığmayacak kadar büyüktü, ama içimde bir burukluk, bir korku ve bir endişe vardı. Tarihten tanıdığımız, asırlarca komşuluk yaptığımız ve huylarını iyi bildiğimiz Çinliler, bu ziyaret tablosunun tarihte bu şekilde yer almasını ve zihinlerde yer etmesini hazmedemezler, istemezler ve bu ziyareti gölgede bırakacak olaylar çıkarırlar diye düşünüyordum. Düşündüğüm gibi oldu.
Sorarım size; Sayın Abdullah Gül’ün Doğu Türkistan ziyareti şimdiden unutturulmadı mı? Yani o iyi niyetli ziyareti zihinlerden silecek ve bize: “ Keşke Cumhurbaşkanımız o bölgeye gitmeseydi. ” dedirtecek olaylar olmadı mı? Bence bu olayların en önemli sebeplerinden birisi de bu.
Aslında olayların çıkış sebebi de o kadar önemli değil. Yok, aynı fabrikada çalışan Uygur ve Çin işçiler kavga etmişler. Yok, iki Uygur genci Çinli iki kadına tacizde bulunmuş veya bunun aksi olmuş. Sırf olayları büyütmek ve yaymak için bölgeye maksatlı asker sevk edilmiş. Sonuçta yüzlerce ölü ve yaralı. Ölüler ve yaralılar tabii ki Uygur Türklerinden. Çinlilerden olması mümkün değil. Çünkü olaylarda hedef kitle Uygur Türkleri.
Karışıklığın çıkmasına sebep olarak gösterilen olayların benzeri o bölgede her gün olmasa bile, her hafta zaten olmaktadır. Her kavganın peşinden böyle olaylar mı çıkıyor, katliam mı oluyor? Hayır, Çinliler istedikleri zaman çıkarıyorlar.
Bölge uzun zamandır sakin görünüyordu. Birden bire çıkmasının sebebi; kanaatimce Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün o bölgeyi ziyaret etmesidir. Denecek ki Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı resmi davetli. O kritik bölgeye de Çin Devletinin izni ve güvenliğinin sağlanması ile gidiyor. Ziyaret boyunca hiç bir aksilik olmuyor. Her şey plânlandığı gibi bitiyor. Sonra neden olaylar çıkıyor? Bu olanlarla Çinliler şunu demek istiyorlar; ‘’Öyle de olsa Sayın Abdullah Gül Sincan-Uygur Özerk Bölgesine gidip, Uygur Türklerinin varlığını ve esaret hayatı yaşadıklarını dünyaya duyurmamalıydı veya hatırlatmamalıydı. Bunu yapmamalıydı. Yaparsa işte böyle olur. Bundan böyle Çin’e gelen Türk heyetleri bu hataya düşmemeli. ”
Bu arada uzmanlar olayı yorumluyorlar. Öyle görüşler ileri sürüyorlar, bölgenin yer altı zenginlikleri; madenler, petrol ve doğal gaz kaynakları dile getiriliyor ki, benim işaret etmeye çalıştığım nokta kaybolup gidiyor.
Bütün bu olaylar gösteriyor ki; Türkiye’nin sorumluluğu çok büyük. Türkiye, iç çekişmeleri bir tarafa bırakıp büyük ve güçlü bir ülke olmak zorunda. Türklük dünyası ve İslâm âlemi Türkiye’den çok şey bekliyor. Türkiye’nin varlığı ve gücü, hakkın ve haklının korunmasında, zulmün önlenmesinde, insan haklarının eşit uygulanmasında, soydaşlarımızın kendi topraklarında özgür yaşamalarının temininde yeterli olmalıdır.
Yazar: Halit Güler
http://www.merhabahaber.com/ sitesinden 12.08.2014 tarihinde yazdırılmıştır.

Etiketler: » »
Share
932 Kez Görüntülendi.