logo

trugen jacn

DOĞU TÜRKİSTANLI YAZAR İZGİL’İN BELGESEL ROMANI : GECE TUTUKLANMAYI BEKLERKEN

Çin işgalindeki ülkesi Doğu Türkistan’in  Kaşgar kentinde doğan Şair-yazar, Senarist ve filim yapımcısı Uygur Türkü Tahir Hamit İzgil, ÇKP Diktatörü Xi’nin iktidara gelmesinden sonra  şiddeti daha da  artan Çin devlet  terörü ve toplu tutuklama kampanyasında kendisinin de  bir gece yarısı gözaltına alınıp tutuklanacağını anlayınca ülkesinden ayrılmak zorunda kalır. ABD’ne sığınan İzgil ülkesindeki  aile ve yakınlarına daha fazla zarar  gelmemesi için uzun süre suskun kalır.  Çin işgal yönetiminin Pekin’in emri ile Hitler faşizminden ilham ve örnek alarak 2017’de  ” Radikalizm ve Teröcülerle Savaş” adı ile  toplu tutuklalma ve Çin tipi toplama kampları  uygulamalarından sonra  tüm Uygurlar gibi ailesi ile iletişimi tamamen kesilir. ÇKP Doğu Türkistan’ı Fani dünyanın cehennemine dönüştürmüştür. Başından geçen ve tanık olduklarını  “Gece Tutuklanamayı Beklerken…” adı ile kitaplaştırır. ABD’de  İngilizce olarak yayınlanan  bu eserin tanıtım ve kritiğini  k24kitap.org   yazarlarından   Sayın Fatih Mehmet Uslu’nun kaleminden  bilgilerinize sunuyoruz.(UYHAM)

mehmet fatih uslu arşivleri | Arka Kapak Dergisi

Mehmet Fatih USLU

Tahir Hamit İzgil’in kişisel tanıklığı:

GECE TUTUKLANMAYI BEKLERKEN  

“Tahir Hamit, Doğu Türkistan’daki eşe dosta zarar vermemek için uzun yıllar ertelemiş bu kitabı yayımlamayı. Aslında pek çok Uygur için aynı şey geçerli. Kamplardaki ya da açık hava hapishanesine dönüşmüş kentlerdeki yakınlarına zarar vermemek için yüksek sesle konuşmaktan kaçınıyorlar.”

Son iki senedir İngilizcede birbiri ardına Uygur Türklerine ait telif eserlerin yayımlandığını görüyoruz. Uygurların yaşadıkları cehennemi dünyaya duyurmada çaresiz kaldıkları apaçıkken, bu tercümeler az da olsa umut kaynağı. Bunun son örneği Tahir Hamut İzgil’in kişisel tanıklığı, Waiting to be Arrested at Night: A Uyghur Poet’s Memoir of China’s Genocide (“Gece Tutuklanmayı Beklerken: Bir Uygur Şairin Soykırım Hatıratı”) oldu. Eser, Joshua L. Freeman çevirisiyle, Ağustos 2023’te Penguin Press tarafından basılarak okur karşısına çıktı.

Tahir Hamut İzgil modern Uygur şiirinin ve entelektüel hayatının önde gelen figürlerinden biri. Ama onu özel kılan bir nokta daha var: 2017’de kitlesel tutuklamalar başlamadan önce Doğu Türkistan’dan (Sincan’dan) ayrılmayı, dolayısıyla arkadaşlarınınn, yakınlarının, akrabalarının üzerine kâbus gibi çökecek toplama kampı cehenneminden kurtulmayı başarmış olması. Metinde 2017’ye giden yolun adım adım nasıl kurulduğunu görme ve buna maruz kalan bir Uygur şairin ürkütücü tecrübesini tanıma fırsatı buluyoruz.

İlgili okurlar Uygur Türklerinin Çin’de son dönemin popüler distopik dizi ve filmlerine rahmet okutacak bir “terbiye” sürecinden geçtiğini biliyorlar. Aslında on yıllardır peyderpey devam eden bir asimilasyon inadının son perdesi yaşanmakta. Çin devleti, 2015’te ilk defa isminden bahsedilir olan ve 2017’de kitleselleşen “terbiye merkezleri”nde tehlikeli düşüncelere sahip potansiyel teröristleri arındırdığını iddia ediyor! Lakin tüm dünyanın bildiği sır, bunların modern insanlık tarihinin yakından tanıdığı toplama kamplarının nevzuhur bir versiyonu olduğu. Bölgede yaşayan 12 milyon Uygur’dan yaklaşık 1,5 milyonunun yolunun bu kamplardan geçtiği tahmin ediliyor.

Uygur  bölgesindeki (Xinjiang) bir kampta tutuklular bir konuşma dinliyorlar. 2017.

Aslında Çin’in 1980’lerde girdiği değişim süreci genç Uygurlar için farklı umutlarla başlamış. Tahir Hamut tıpkı yakın arkadaşı Perhat Tursun[1] gibi Pekin’de üniversite okuyan öncü gençlerden. Ülkenin hızla dönüşüp küresel kapitalizme uyum sağladığı bu yıllarda Uygurlar da sürecin içinde kendilerine yer aramışlar. Umut ve tehlikenin yan yana aktığı bir zaman dilimi olmuş bu. Örneğin, 1989’de gerçekleşen ve tüm dünyanın dikkat kesildiği Tiananmen Protestoları’nda yer almış Uygur gençler. Onların önde gelenlerinden biri olarak Tahir Hamut İzgil de olaylar sırasında Uygur öğrenciler tarafından yürüyüşlerin ve hatta açlık grevlerinin örgütlenmesinde rol almış.

Üniversiteden sonra pek çok soydaşı gibi Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin başkenti Urumçi’ye dönmüş İzgil. İlk olarak Mandarin dili öğretmeni olarak çalışmaya başlamış. 1996’da eğitim görmek amacıyla Çin’den Türkiye’ye gitmeye çalışırken “yasadışı ve gizli belgeleri ülke dışına çıkarmak” ithamıyla Çin-Kırgızistan sınırında tutuklanmış. Yaklaşık üç yıl hapis yatmış. Yeniden “özgür” hayata döndüğünde bir “sakıncalı” olarak her şeye baştan başlaması gerekmiş. Bu dönemde hasbelkader, gelişmekte olan film sektörüne dahil olmuş. 2000’lerin ikinci yarısında Uygur çevrelerinde tanınan ve sevilen bir sinema ve televizyon yönetmeni haline gelmiş.

Tahir Hamut İzgil

İzgil’in tanıklığı 2009 senesinde bir akşam kapısına iki genç Uygur polisin dayanmasıyla başlıyor. Polisler şairi karakola götürüp sorguya çekiyorlar. Böylece İzgil’in hayatında, Çin’i terk edeceği güne kadar devam edecek korku dolu yeni bir dönem açılmış oluyor. 2009’da yaşanan olayların Uygur meselesinde nasıl bir kırılma noktası olduğunu bu kez de İzgil’in hatıratında görüyoruz. Bu fena yılda, bir fabrikada Çin ve Uygur işçiler arasında çıkan olaylarda en az iki Uygur işçi öldürülüyor. Bunun üzerine Urumçi’de isyanlar patlıyor. Onlarca insanın hayatını kaybettiği bu isyanlar Çin devletinin bölgedeki baskısını artırması yolunda ciddi bir gerekçeye dönüşüyor. Uygurların tamamen bir dar dünyaya hapsedilmesi fikri de bu sırada doğmuş olmalı. Zaten olayların hemen ertesinde bölgenin dış dünyayla bağlantısı büyük ölçüde kesiliyor. Örneğin tüm Uygur dünyasını kapsayacak şekilde internet erişimi yaklaşık bir yıl kadar imkânsız hale getiriliyor. Radyo satışı yasaklanıyor, hatta evlerdeki radyolar devlet tarafından toplanıyor.

Ama bu yeni baskı sürecinde İzgil’in beklenmedik bir şansı var. 2001 yılında evlenme hazırlığı yaparken birisi Pekin’den, diğeri Urumçi’den alınmış iki ayrı vatandaşlık numarası olduğunu öğreniyor Uygur şair. Memurlar hata olduğunu, ancak tek bir numarası olabileceğini söylüyorlar. Süreç sonunda yeni numarası iptal edilip eskisi geçerli kılınıyor. Böylece üçünü hapiste geçirdiği altı yılının kaydı üzerinden düşüyor. Devlet aygıtındaki bu tuhaf ve beklenmedik hata sonraki yıllarda İzgil’in hayatta kalmasını sağlayacak şey olacak.

Tahir Hamut’un hatıratı yoğunlaşan baskı ve asimilasyon politikaları hakkında iç karartıcı örneklerle dolu. Örneğin bir yerde 2015’te film çekimi için gittikleri Urumçi kırsalında tanıştığı bir imamı anlatıyor. İmamın telefonu çaldığında zil sesinin o dönem Çin’de çok popüler olan “Küçük Elma” şarkısı olduğunu duyuyor İzgil. Bu şarkı o dönem Uygur bölgesinde kamusal alanda her yerde çalınıyormuş. İmama sonra büyük pişmanlık duyacağı o iğneleyici soruyu yöneltiyor: “Siz de bu şarkıyla dans ediyor musunuz?” İmam soruyu geçiştirmeye çalışıyor, zira televizyonda bu şarkı eşliğinde din görevlilerinin katıldığı bir dans yarışması var:

“Genelde eğlencelerden kendini uzak tutan bu muhterem din insanlarının bir disko pistinde dans etmeye zorlandığını gördüğümüzde içimizden acıma ve öfke fışkırmıştı. Onlar kendi adlarına dişlerini sıkıyor ve durumlarının nasıl da gülünç ve acıklı olduğunu görmemeye çalışıyorlardı. Din adamlarımızı bu saçmalıklara zorlamak onlara ve inancımıza alçakça bir saldırıydı ama yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu.”

Tahir Hamut İzgil
Waiting to be Arrested at Night: A Uyghur Poet’s Memoir of China’s Genocide
Editör :  Joshua L. Freeman  Ağustos 2023  Penguin Press    272 s.

Bu saldırılar 2017’ye yaklaştıkça adım adım şiddetleniyor. Örneğin bir gün “Selamün aleyküm” diyerek selamlaşmak yasaklanıyor. Ertesi gün sakıncalı bulunan bazı kadın ve erkek isimlerine yasak geliyor. Öyle ki, insanlar isimlerini değiştirdiklerini duyurmak için gazeteye ilan vermek zorunda kalıyorlar. Başka bir gün “Allah” kelimesini kullanmak yasaklanıyor. Dinin ve geleneğin gündelik hayatın kılcallarındaki akışını dahi kontrol etmek isteyen bir şiddet giderek büyüyor Uygur halkının üzerinde.

İzgil’in tanıklığının önemli bir kısmını da kalem kitap ehli Uygurlara dair gözlemler oluşturuyor. 1990’ların karmaşası içinde Uygur Türkçesinde modern edebiyat ve edebiyat eleştirisinin hızla geliştiğini biliyoruz. Örneğin, Tahir Hamut İzgil 2000 senesinde Batı Modernist Edebiyatında Akımlar diye bir kitap yayımlamış. Avrupa modernizmi hakkında Uygur Türkçesinde yazılmış ilk kitap bu. Mandarin dilini (Çince) atalarına kıyasla çok daha iyi bilen Tahir Hamut gibi gençler bu dildeki devasa telif ve çeviri literatüre ulaşma şansına sahip olduklarından, öğrendiklerini hızla anadillerine taşımışlar bu yıllarda. Korkularla iç içe geçmiş, heyecanlarla dolu bir dönem bu Uygur entelektüeller için. Hangi yazar ve şaire baksak bu yıllarda anadilinde üretilecek yepyeni bir edebiyatın heyecanını görüyoruz.

Ama yine 2009 ertesinde bu heyecanın ezildiği, Uygur Türkçesi ile yazıp çizmenin giderek imkânsızlaştığı bir atmosfer her yeri kaplıyor. Birçok kitabın, örneğin tarihî romanların neredeyse hepsinin yasaklandığı, Uygurca yayın yapmanın giderek zorlaştığı bir devreye geçiliyor. Hükümet, Çin Komünist Partisi tarihinde en yüksek mertebeye ulaşan Seypidin Ezizi’nin yazdığı tarihsel romanı bile yasaklıyor. 2017’ye yaklaştıkça sakıncalı bulunan kitaplarının editörlerinin dahi hapse atıldığı görülüyor. İzgil de kendi şiir derlemesini yayımlayacakken, metni nasıl trajikomik bir otosansürden geçirdiğini anlatıyor hatıratında.

2016’da yeni bir “İstikrarı Koruma” programı açıklanıyor. Bununla Uygurların bir kısmı, “Teröristlere Karşı Birleşik Savunma Hattı” adı altında “gönüllü” devlet görevlileri haline getiriyorlar. Bu görevliler, üstünde “güvenlik” yazan kırmızı kol bantları takıyor. Devletin Uygur halkını makbuller ve sakıncalılar olarak ikiye bölme, derenin taşı ile derenin kuşunu vurma stratejisinde yeni bir evre bu. Aslında, tıpkı Tahir Hamut’un evine gelen ve sonra onu takip eden polisler gibi, toplama kamplarındaki görevlilerin bir kısmının da Uygurlar arasından devşirildiğini görüyoruz başka kaynaklarda. Dolayısıyla hem kentlerde hem kamplarda bir “Sonderkommando”[2] mantığını işletmeye çalışıyor otorite. Yeni nesil teknolojik imkânların verdiği ürkütücü gözetleme kabiliyetini de yoğun şekilde kullanarak, sadece kamplar değil, Uygur kentleri de insanların her saniye gözetlendiği birer açık hava hapishanesine dönüştürülüyor böylece.

2017’in ortalarına doğru özellikle Kaşgar’da kitlesel tutuklamalar başlıyor. Aslında burada daha doğru terim tutuklama değil, “ortadan kaybolma” olmalı. Zira kimin hangi “terbiye merkezi”ne götürüldüğünü kimse bilmiyor. İnsanlar bir anda yok oluyorlar. Ne bir açıklama, ne en ufak bilgilendirme söz konusu. İzgil yaklaşık yirmi yıl önce beraber hapis yattığı arkadaşlarının da tek tek ortadan kaybolduğunu öğreniyor. Sıranın hızla kendine geldiğini hissediyor ve ailesiyle beraber ülkeden ayrılma yollarını araştırıyor.

İşgalci Çin’in 05 Temmuz 2009’daki  Urumçi  katliamından İşgal Askerleri Eşleri ve babalarının serbest bırakılması talebi ile barışçıl gösteriler yapan Uygur Kadın çocuklarına aşırı güç kullanarak müdahale ediyor.

Hatıratın son kısmında ağırlıkla bu “kurtuluş”u hikâye ediyor İzgil. Karşılarındaki devasa ve şedit bürokratik canavarı kandırmak için ailece nasıl riskler aldıklarını ve nasıl korkular çektiklerini anlatıyor. Sonuçta talihin de yardımıyla ailesiyle Çin’den çıkmayı başarıyorlar. Ama elbette yazgılarında hiçbir zaman bitmeyen bir burukluk içinde yaşamak var. Zira onlar ayrıldıktan sonra Doğu Türkistan’da her şey daha kötüye gidiyor. Arkadaşları, akrabaları bir bir ortadan kayboluyor, memlekette kalan dostları sakıncalı oldukları için İzgil ve ailesiyle iletişimlerini kesmek durumunda kalıyor.

Tahir Hamut, Doğu Türkistan’daki eşe dosta zarar vermemek için uzun yıllar ertelemiş bu kitabı yayımlamayı. Aslında pek çok Uygur için aynı şey geçerli. Kamplardaki ya da açık hava hapishanesine dönüşmüş kentlerdeki yakınlarına zarar vermemek için yüksek sesle konuşmaktan kaçınıyorlar. Ama bir yandan da bıçak kemiğe dayanmış. Söylenecek sözler de, eziyet de biriktikçe birikiyor.

Meşhur şiirinde Hasan Hüseyin’in dediğini bir dilek niyetinde hatırlayarak bitirelim öyleyse yazıyı: “Yetsin artık bu susku / bıçak kemikte.”

NOTLAR:

[1] Perhat Tursun ve yakın zamanda İngilizcede yayımlanan Arka Sokak romanı hakkında bkz. Mehmet Fatih Uslu, “Perhat Tursun’un Kısılmış sesini Duymak”K24.

[2] Sonderkommando, Nazi toplama kamplarında, çoğunluğu Yahudiler arasından seçilen ve Nazilerin kamp idaresinde onlara yardım eden birliklere verilen isimdi. Kamplarda cesetlerin gaz odalarından tasfiyesi gibi en korkunç işler sonderkommandolara yaptırılırdı.

Kaynak : https://www.k24kitap.org/kritik/tahir-hamut-izgilin-kisisel-tanikligi-gece-tutuklanmayi-beklerken-4285?fbclid

Share
3411 Kez Görüntülendi.