logo

trugen jacn

TÜRKİYE ÇİN İLİŞKİLERİ VE TÜRKİYE’DE YAŞAYAN UYGUR TÜRKLERİNİN SORUNLARI

Çin’in küresel bir güç olmasıyla beraber dünya üzerindeki birçok ülke gibi Türkiye’nin de hem diplomatik hem de ekonomik mecralarda yolu Çin’le bir türlü kesişiyor. Hatta Çin’in özellikle ekonomik açıdan yaşadığı kalkınma sonrası uluslararası platformlara dahil olan her ülkeyle ticari ilişkiler yaşadığını söyleyebiliriz.


UYGUR HABER VE ARAŞTIRMA MEERKEZİ(UYHAM)

Türkiye ile Çin arasındaki ilişkilerin kökeni 1970’li yıllara dayanıyor. Fakat her iki tarafın da istekli tavrına rağmen ne ekonomik ne askeri ne de turizm alanlarında 1990’lı yıllara kadar herhangi bir etkileşim yaşanmamıştır. Daha sonraki süreçte  05  Nisan 1990’da  Kaşgar Barın Ayaklanması’nın gerçekleşmesiyle 1990’lı yıllarda Türkiye’deki Uygurlar Çin hükümetine karşı propaganda faaliyetleri başlatmıştı. Faaliyetlere Türk resmi makamlarından da desteklerin gelmesi ve Türkiye’nin Uygur toplumunu koruyan kollayan bir tavır içerisinde bulunmasından rahatsız olan Çin yönetimi, 1991-2000 yılları arasında Türkiye’ye bakanlar düzeyinde resmi bir ziyarette bulunmamıştır. Çin devletinin diğer bir rahatsızlığı ise Türkiye’nin, SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerinde ortak tarihî ve kültürel bağları bir avantaja çevirmek istemesi, Sovyetlerin dağılmasının Uygur ve Tibet bölgeleri düşünüldüğünde bir domino etkisi yaratabileceği endişesidir.

1995 sonrası süreçte ise Çin’in ekonomik açıdan büyüme oranlarında istikrarlı yükselişi, BM daimi üyeliği ve Türkiye’nin kapalı dış politika geleneğinden sıyrılıp özellikle Asya’da yeni arayışlara yönelme isteği Çin’le iletişimi bir zorunluluk haline getirmiştir.

Yine bu süreçte Çin devleti, Uygur bölgesinde yaşanan sorunlardan yurt dışında yaşayan Uygurları ve İslam devletlerini sorumlu tutan açıklamalarda bulunuyordu. Uygurların; Türkiye, Kazakistan ve Kırgızistan gibi Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Özbekistan, Afganistan, Pakistan gibi diğer sınır ülkeleri ve hatta Mısır, Suudi Arabistan, İran gibi Ortadoğu ülkelerinden destek aldığını düşünen Çin yönetimi, Uygur sorununu bir iç mesele olarak düşünmeyi bırakıp, olayı uluslararası aktörleri olan ve ulusal güvenliğe tehdit olarak gören bir anlaşıya yönelmiştir. Bu doğrultuda Türkiye’deki Kürt sorununu kullanan Çin yönetimi, Türkiye’nin Kürtlere kendi kaderini tayin etme hakkı tanımadan Uygular için bu durumu gündeme getirme hakkı yoktur mesajları vermiştir. Çin’in bu çıkışı ise Asya’daki ekonomik faaliyetlerde kendine iş ortağı arayan Türkiye’yi, bir tercih yapma durumunda bırakmıştır.

Türkiye’nin Çin ile ilişkilerini geliştirme gayretlerinin olumsuz sonuçları, Uygur toplumu nezdinde kaçınılmaz bir şekilde hissedilir. 1996 yılında Doğu Türkistan dernek ve vakıflarının eylemleri incelemeye tabi tutulmaya başlanır.   Türk vatandaşlığı için başvuruda bulunan 150 Uygur’a da olumlu cevap verilmez. 1997’de Uygur bölgesinin kuzeyinde, Gulca’da yaşanan katliamı Çin konsolosluğu önünde protesto etmek isteyen Uygurlar ve Ülkü Ocakları mensupları polis tarafından dağıtılır. Gulca Katliamı’nın yıldönümü olan Şubat 1998’de Doğu Türkistan Göçmenler Derneği’nin İstanbul Şişli’de düzenlemek istediği miting valilik tarafından engellenir. Aynı ay, TBMM’de kabul edilen bir yasa tasarısı ile Çin’den gelen Uygurlara “vatandaşlık” statüsü yerine, sadece çalışma ve ikamet hakkı tanıyan ama ordu mensubu ya da devlet memuru olmalarını engelleyen “kalıcı ikamet izni” verilmesine karar verilir.

Mayıs 1998’de Çin’i ziyaret eden dönemin başbakan yardımcısı Bülent Ecevit, Sinjang’daki Müslümanların durumu ile ilgili Çinlilerin hassasiyetlerinin gözetilmesi gerektiği yönünde açıklamalar yapar.  Mesut Yılmaz başkanlığındaki hükümet,  Doğu Türkistan ile ilgili 23 Aralık 1998 tarih ve 36 sayılı Başbakanlık genelgesi yayınlar. Bakanlıklara ve bürokratlara Sinjang’ın Çin toprağı olduğu ve diaspora kuruluşlarının siyasi faaliyetlerinin Çin ile ilişkileri sekteye uğrattığı, bu sebeple bakanlar dahil devlet memurlarının Doğu Türkistan ve Uygur derneklerinin düzenlediği herhangi bir toplantı veya organizasyona katılmamaları yönünde çağrıda bulunur.

Türkiye 2000 yılından sonra ise bir yandan köken kardeşi olarak gördüğü Uygur toplumunu sahiplenmek amacıyla diğer yandan da siyasi ve ekonomik olarak dikkat edilmesi gereken bir küresel güce ulaşan Çin’le ilişkilerini geliştirmek arasında oldukça hassas bir denge gözetmek durumunda kalmıştır. Zira Türkiye’nin siyasi açıdan Batı’yı dengeleme arzusu, Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik hedeflerinin sekteye uğraması, ABD ile Suriye ve FETÖ gibi hususlarda yaşanan görüş ayrılıkları, ülkeye yatırım çekme ve teknoloji transferi yapma hedefleri gibi unsurlar, hem Çin’e olan bakışını hem de Doğu Türkistan meselesindeki tavrını etkilemektedir. Çağdaş Üngör’e göre her ne kadar ticaret hacmindeki dengesizlik ve Uygur sorunu gibi konular ilişkileri dönemsel olarak etkilese de AK Parti hükümeti yönetimindeki Türkiye’de uzun vadeli ve baskın olan eğilim, Çin’i bir rakip ya da düşman olarak değil bir ortak olarak görme şeklindedir. Bu eğilim Urumçi olayları sonrasında da açık bir şekilde gözlemlenmiştir. 2009 yılında Urumçi’de başlayıp diğer Uygur şehirlerine de yayılan ve Han Çinliler ile Uygurlar arasında kanlı bir hesaplaşmaya dönüşen olaylar, Türk kamuoyunda da infial uyandırmış, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Çin polisinin Uygurlara karşı tavrını “vahşet” ve yaşananları “adeta soykırım” olarak nitelendirmişti. Ancak bu olaydan sadece bir yıl sonra, 2010’da, Çin ile ilişkilerin çok boyutlu olarak geliştirilmesini hedefleyen “stratejik iş birliği” anlaşması imzalanması, Uygur sorununun iki devlet arasında ilişkileri tıkayacak kadar ciddiye alınmadığını göstermektedir. Çin’in dünya ekonomisindeki kanaat önderi statüsü gereği Türkiye’nin faydacı bir strateji uygulaması, ülke içindeki milliyetçi kesim ve İslami STK’lar tarafından yoğun şekilde eleştirilmiştir.

Avustralya'da Doğu Türkistan için imza kampanyası başlatıldı - TÜRKİSTANDER

Uygur Türklerinin sorunları

Çin yönetiminin daha önce Tibet’te uyguladığı insanlık dışı faaliyetlerle tanınan Chen Quanguo’yı Uygur bölgesi parti sekreterliğine atamasıyla birlikte baskılar aşırı derecede artmıştır. BM Irkçı Ayrımcılığı Önleme Komitesi’nin Ağustos 2018’deki açıklamalarına göre Chen, 1 milyon civarında Uygur’un tutulduğu tahmin edilen yeniden eğitim kamplarının mimarı olarak biliniyor. Yüz yüze görüştüğümüz Uygurlara göre “her aileden en az bir kişi bu kamplarda tutuluyor.” Herhangi bir suçlama ya da gerekçe olmaksızın kamplarda alıkonulanlar siyasi doktrinasyon içerikli derslere tabi tutuluyor ve hapishane şartlarında yaşamlarını sürdürüyor. Ayrıca bu merkezlerden bazılarında darp, aç bırakılma, hücre cezası, işkence, cinsel taciz, tecavüz gibi insanlık dışı muameleler de uygulanıyor. Kamplarda esir tutulan Uygurların küçük yaşta bulunan çocukları, geride akrabaları bulunsa dahi, bu amaçla açılan yetimhanelere -yine belirsiz sürelerle alıkonulmak üzere yerleştiriliyor. Bölgede yediden yetmişe topyekûn bir cezalandırmaya dönüşen güvenlik eksenli politikaların bir neticesi olarak da Uygur ve Kazakların yasal ya da yasa dışı yollardan ülke sınırları dışına çıkma arayışları devam ediyor.

Çin istihbarat birimleri yurt dışında yaşayan ve propaganda faaliyetlerinde bulunan Uygurları takip ederek, bağlantılarını ve ülke içindeki durumu etkileyici hareketlerini kestirmeye çalışıyor.  Bu bağlamda Türkiye’deki farklı yaş ve öğrenci/meslek gruplarından Uygur’la yapılan görüşmelerden, memleketlerindeki yakın aile bireyleri ve akrabalarının can ve mal güvenlikleri ile tehdit edilmelerinin neredeyse cezai bir geleneğe dönüştüğü anlaşılıyor. Başka bir deyişle Çin makamları çeşitli sebeplerle yurt dışında yaşadığını tespit ettiği Uygurlarla iletişime geçerek memleketlerine geri dönmeleri gerektiğini bildiriyor. Bu çağrıya uyulmadığı takdirde söz konusu kişiler en yakın aile üyelerinden başlanarak akrabalarının ve arkadaşlarının pasaportlarına el konulacağı, mal varlıklarının ellerinden alınacağı, iş yerlerinin kapatılacağı, eğitim kurumları ile ilişiklerinin kesileceği, hapis cezası verileceği ve yeniden eğitim kamplarında belirsiz sürelerle alıkonulacakları gibi tehditlerle karşı karşıya kalıyor. Türkiye’de son iki yılda görüştüğümüz tüm Uygurlar, özellikle eğitim amacıyla burada bulunanlar, istisnasız bir şekilde can güvenliklerinden emin olmadıkları için memleketlerine geri dönmeyi göze alamadıklarını belirtiyor. Bununla birlikte anne, baba ya da kardeşlerinin can güvenliği üzerinden tehdit edilen bu gençler için geri dönmemek de psikolojik olarak olağanüstü yıpratıcı ve bilinmezliklerle dolu bir süreç anlamına geliyor. Hem dini hem de üniversite eğitimi için Türkiye’ye gelen Uygurlu gençlerin kafalarındaki en büyük soru işaretlerini ise, 2016 yılında Uygur bölgesi parti sekreterliğine Chen Quanguo’nun atamasından sonra  yurt dışında yaşayan Uygurların ülkelerinde yaşayan aileleriyle herhangi bir iletişime geçmelerinin engellenmesi olmuştur.

Çin'in Uygurlara Yönelik Politikaları Protesto Edildi

Türkiye’deki Uygur Türklerinin talepleri

Doğu Türkistan Sivil Toplum Kuruluşları Birliği Başkanı Hidayet Oğuzhan, Çin’in diğer ülkelerde yaşayan Uygur toplumu ve STK’larını hedef alan baskılarını arttırdığına dikkat çekerken, Uygur toplumunun Türkiye’den en temel taleplerinin başında burada bulunan ve memleketlerine geri dönmelerinin can güvenliği endişesiyle artık mümkün olmadığına inanılan Uygur muhacirlerin doğum belgesi, aile cüzdanı ve ebeveynlerden muvafakat belgesi gibi şartlardan muaf tutularak ikamet için müracaat etmelerinin sağlanması ve sürecin hızlı bir şekilde tamamlanması olduğunu ifade ediyor.

Mart 2018’de Doğu Türkistan Sivil Toplum Kuruluşları tarafından Cumhurbaşkanlığı’na sunulan dilekçede ise Uygur Türklerinin talepleri şöyle sıralanıyor;

1. Uygur muhacirlerin doğum belgesi, aile cüzdanı ve ebeveynlerden muvafakat belgesi gibi şartlardan muaf tutularak ikamet için müracaat etmelerinin sağlanması ve müracaat süreçlerinin hızlı bir şekilde tamamlanması.

2. Göçmen merkezlerinde tutulan herhangi bir suça karışmamış muhacirlerin serbest bırakılması, bunların topluma çabuk ve kolay uyum sağlamaları için gerekli düzenlemelerin yapılması.

3. Mültecilerin denetimli serbestlik gibi güvenlik tedbirlerine tabi tutulmaksızın uzun dönemli ikamet müracaatına müsaade edilmesi.

4. Cumhurbaşkanlığı uhdesinde Uygur toplumu ile ilgili tam yetkili bir danışmanlık ofisinin kurulması ya da danışmanlık makamının ihdas edilmesi; bu ofisin/makamın Uygur bölgesindeki güncel gelişmeleri takip etme, raporlama, analiz etme ve somut çalışmaları devletin ve hükümetin ilgili karar alıcı mekanizmaları ile paylaşacak fikir ve söylem birliği geliştirilmesi noktasında başat rol oynaması.

Kaynak : intell4.com/dünya

Share
276 Kez Görüntülendi.