logo

trugen jacn
18 Haziran 2019

ÇİN’İN VAHŞİ YÜZÜ : DOĞU TÜRKİSTAN ZULMÜ VE ULUSLARARASI TOPLUMUN SORUMLULUKLARI(1.BÖLÜM)

ÖZET : Tarih boyunca dünyanın bir çok bölgesinde zulümler, soykırımlar yaşanagelmiştir. “Ermeni zulmü”, “Yunan mezalimi”, “Sırp katliamları” uzun yıllar insanların hunharca öldürülmeleriyle sonuçlanmış ve dünya tarihinde birer kara leke olarak yer etmiştir. Günümüzde ise hala bunlara benzer katliamlar yaşanmaktadır. Yaklaşık 70 yıldır devam eden Çin’in Doğu Türkistan zulmü ise bunların en acı örneklerinden birini teşkil etmektedir. Uygur Türklerinin yaşadığı, Orta Asya’nın tam da ortasında bulunan, önemli kömür ve petrol kaynaklarını barındıran ve de Çin’in Batıya açılan çıkış kapısı olan bu alanda uzun yıllardır Çin mezalimi yaşanmaktadır. Çinliler tarafından bölge halklarının dinlerini yaşamaları, dillerini kullanmaları ve kültürlerini yaşatmaları engellenmektedir. Aslında Çin hükümetinin baskısı altında tutulan Doğu Türkistan’da esas amacın bölgeyi Müslüman Uygur Türklerinden arındırmak, onları yok etmek olduğu açıktır. İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından 2013’te yayımlanan rapora göre, Çin’in bölgede yaygın bir ayrımcılık, dini faaliyetlere yönelik baskı ve artan bir kültürel ve etnik sindirme politikası uyguladığı ifade edilmiştir. Ancak Çin’in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki (BMGK) konumu, uluslararası politikadaki ekonomik ve siyasi gücü bu bölgede yaşanan zulümlerin görmezlikten gelinmesine sebep olmaktadır. Bu yaşanan zulümlerin bitirilmesi başta uluslararası örgütler olmak üzere uluslararası toplumun tamamının asli görevidir. Türkiye tarafından birçok uluslararası mecrada konu gündeme getirilmeye çalışılsa da bu çabalar yeterli olamamıştır. Bu bağlamda başta İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) olmak üzere bütün İslam dünyası üzerine düşen görevi biran önce hatırlamalı ve yerine getirmelidir, aksi takdirde sahipsiz görülen Doğu Türkistanlı soydaş ve dindaşlarımızın yaşadığı zulüm artarak devam edecektir, bölgedeki son Müslüman Türk ölene kadar… Doğu Türkistan’da ki Çin zulmünün şiddetini ortaya koymayı amaçlayan bu çalışmanın bir diğer amacı da uluslararası toplumun üzerinde düşen sorumluluğu yerine getirme noktasındaki eksikliklerini ifade etmektedir. Ayrıca yaşanan acıların biran önce son bulması için yapılması gerekenleri belirtmek de çalışmanın diğer bir amacıdır.

Tokat Gazi Osman Paşa Ün.Akademik Kadro resimleri ile ilgili görsel sonucu

Dr.Gül Seda Acet İNCE

(Tokat-Gazi Osman Paşa Ün.İktisadi İdari .Bilimler Fak.Siyaset Bilimi ve Uluslar arası ilişkiler öğr.Üyesi)

GİRİŞ : Tarih boyunca bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış ve her dönem farklı devletler tarafından ele geçirilmeye çalışılan “Avrasya” Avrupa ile Asya’nın birleştiği oldukça önemli bir bölgedir. Bu durum, önemli bir siyaset bilimci olan Zbigniew Kazimierz Brzezinski tarafından 1997 yılında yayınlanan İngilizce ismi “The Grand Chessboard: American Primacy And Its Geostrategic Imperatives” olan ve “Büyük Satranç Tahtası” olarak Türkçeye çevrilen kitabında net bir şekilde dile getirilmiştir. Brzezinski burada Avrasya’yı, üzerinde büyük oyunların oynandığı bir satranç tahtasına benzetmiş ve burada büyük devletlerin, kendi çıkarları doğrultusunda oyun kurma ve yönetmelerinden bahsetmiştir. Avrupa’nın doğusundan Asya’nın sonuna kadar uzanan bu oldukça kıymetli alanlar ortaya çıkan yeni dünya düzeninin önemli bir anahtarı haline gelmektedir (Kulebi, 2006). Avrasya aynı zamanda dünya siyasetinde etkin olmak İsteyen aktörlerin ilgilerini çeken ve dolayısıyla dünyanın siyasi anlamda en etkin devletlerinin etkili olduğu bir bölge olagelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’den sonraki en büyük ekonomik ve nükleer güç kabul edilen ülkeler (Çin, Hindistan, Pakistan….) bu bölgede bulunmaktadır. Hatta dünya politikasında etkileri gittikçe artıran Çin ve Hindistan gibi dünyanın yoğun nüfusuna sahip ülkeleri bu bölgededir ve etkinlikleri oldukça fazladır (Çobanoğlu, 2019; 46).

Avrasya’nın önemini sadece dünya üzerindeki konumuna indirgemek doğru değildir. Bölge, birçok farklı etnik grubu barındıran farklılıklarla dolu bir bölgedir. Bu farklılıklar da önemli gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Dünya üzerinde birçok ülke farklı etnik gruplardan oluşmaktadır. Ancak bu gruplara her ülkenin yaklaşımı farklı olmaktadır. Bir takım ülkeler farklı etnik grupları kendi bünyelerinde kabul ederek bu grupların haklarını koruma altına alırken, bazı ülkeler ise bu farklılıkların varlıklarını kabullenememektedir. Bu grupların hak taleplerini görmezden gelerek varlıklarını kabul etmemektedir. Dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) nüfusu içinde oldukça çeşitli etnik gruplar yer almaktadır. Ancak Çin bu grupların bir bölümüne oldukça kötü davranmaktadır. Öyle ki Çin, farklı etnik grupların yaşadığı bazı bölgelere özerklik veermesine rağmen,bu bölgelerden biri olan Doğu Türkistan ve Tibet gibi alanlarda bu özerkliği tam olarak sağğlayamamakta hatta çok ciddi hak ihlalleri yapmaktadır.

Doğu Türkistan, Avrasya olarak tanımlanan bölgenin oldukça önemli bir noktasında yer almaktadır. Bu özelliği sebebiyle de uzun yıllardır Çin baskısı altında yaşamaktadır. Tarih boyunca birçok devlet tarafından hâkimiyet altına alınan Doğu Türkistan halkı belirli yıllarda (1933-1944) bağımsızlığına kavuşarak kendi cumhuriyetlerini ilan etmelerine rağmen, 1949’dan itibaren tamamen Çin hâkimiyetine girmiştir (Castets, 2003; 2). Çin daha sonra Doğu Türkistan’a özerklik hakkını tanımlamış ve 1955’ten itibaren bölge Çin’e bağlı beş otonom yapıdan biri olmuştur. Çin kaynaklarında “Sincan” (Xīnjiāng) olarak geçen ismi Türkiye ve Türki Cumhuriyetlerde “Doğu Türkistan” olarak anılmaktadır (Sayın, Koçak; 2017, 11). Doğu Türkistan Uygur Türklerinin vatanı olarak kabul edilebilir. Ancak Çin, bölgenin Uygur Türklerine ait olduğu gerçeğini görmezden gelerek bölgeye Çin nüfusunu taşıyarak nüfusu değiştirmeyi amaçlamakta ve Türk varlığını yok etmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla bölge Çin hâkimiyetine girdiği tarihten itibaren çok ciddi hak ihlalleri ile karşı karşıyadır. 1955 yılında Çin’e bağlı kurulan ve başkenti Urumçi olan Sincan Uygur Özerk Bölgesi halk komitesi olarak tanımlanan bir hükümet ve farklı alanlarda oluşturulmuş olan 15 daire (bakanlık) ile idare edilmeye başlamıştır. Aynı tarihte bölge kendi içinde beş ayrı vilayet, sekiz idari il ve on beş kente ayrılmıştır (Hayit, 1975; 335). Bu şekilde özerk bölgenin yönetimi kolaylaştırılmaya çalışılmıştır. Bu çalışmada; öncelikle Doğu Türkistan bölgesinin tarihi ve jeopolitik önemi açıklanmaya çalışılacak, daha sonra Çin egemenliği altında bulunan Doğu Türkistan’ın uğradığı hak ihlalleri ve Çin zulmünün boyutları ortaya konulacak ve uluslararası toplumun bütün bu şiddet ve baskıya karşı sessiz kalışı ve uluslararası hukuka göre uluslararası toplumun yapması gerekenler ortaya konmaya çalışılacaktır.

1. DOĞU TÜRKİSTAN (SİNCAN UYGUR ÖZERK BÖLGESİ) 1.1. Doğu Türkistan Tarihsel ve Stratejik Önemi Doğu Türkistan bölgesinde şimdiye kadar birçok devlet kurulmuştur. Hunlar bunların başında gelir ve bölgede uzun süre var olmuşlardır. Bu durum Çin açısından olumsuz karşılanmış,Çin ve Hun devleti bölgeye hakim olmak adına   sık sık karşı karşıya gelmişlerdir. Bu bağlamda Çin Hun devletini yıkmak üzere Hunlara bağlı birçok beyliği çeşitli vaatlerle kendine bağlamış ve Hunlara yönelik böl-yönet politikasını başarıyla yürütmüştür. Nitekim Hun Devleti’nin yıkılmasında Çin etkisi oldukça fazladır (Bedirhan, 1999; 252-253). Hun Devleti’nin ortadan kalkmasından sonra bölgede birçok Türk devleti varlık göstermiş ve Karahanlı Beyliği döneminde müslüman olan bölge daha sonra Müslüman-Türk beyliklerinin yerleşim yeri olmaya devam ettirmiştir (Avcı, 2018; 2) Bölge yüzyıllar boyunca Çin ve Türk devletleri arasında bir rekabet alanı olmuş ve Çin 1755 yılında bölgenin tamamını işgal etmiştir. Çin’in korku rejimi, zulümleri ve işkenceleri bu dönemden itibaren başlamıştır. Bu zulümler devam ederken Çin karşısında yeni devletler kurulmaya çalışılsa da bunlar uzun ömürlü olmamıştır. Nihayetinde 1876 yılında Çin Mançu Devleti tarafından tamamen kontrol altına alınan Doğu Türkistan 1884’te ‘yeni sömürge’, ‘yeni sınır’, ‘yeni kazanılan yer’ anlamlarına gelen (Xınjiang) Sincan adıyla Çin’e bağlanmıştır (Çalışkan, 2005; 315). 20. Yüzyıl da Doğu Türkistan için olumlu gelişmelere sahne olamamıştır. Yeni yüzılda Doğu Türkistan bağımsızlık hareketleri ve ayaklanmalara sahne olmuştur. Bu ayaklanmalar sonucunda, 1933’te Doğu-İslam Türk Cumhuriyeti ilan edilmiş ancak Sovyet Rusya’nın da etkisi kısa sürede feshedilmiştir. Sovyet Rusyası kendi içinde bulunan farklı etnik gruplara, Doğu Türkistan’ın bağımsızlığının örnek teşkil etmesi tehlikesi ile, Uygur Türklerinin kendi devletlerini kurmalarına karşı çıkmış ve kurulan devletin ortadan kaldırılmasına destek olmuştur. 1944 yılında bu defa adı “Doğu Türkistan Cumhuriyeti” olan bir devlet ilan edilmiştir. Ancak bu devletin de lideri SSCB’nin organize ettiği bir suikast sonucunda ortadan kaldırılmıştır (Vatanbir. org) ve bu devlette varlığını sürdürememiştir. Çin tarafında bir politika izleyen Rusya,Doğu Türkistan’in Çin tarafından işgal edilmesine sessiz kalmış hatta 1949’da Çin’in Doğu TÜrkistan’i işgal etmesini desteklemiştir. Bu desteğin ardından 1955’te bölge Sincan (Xinjiang) Uygur Özerk Bölgesi adıyla ÇHC’ne bağlı beş özerk bölgeden biri haline gelmiştir (Çalışkan, 2005; 315). Bu tarihten itibaren bölgenin kaderi Çin elinde bırakılmış ve Çin’in baskıcı politikaları bölge halkının aleyhinde olmuştur. Çin gittikçe sertleştirdiği politikaları yüzünden Sincan bölgesi uzun zamandır insanlık dramıyla dünya gündeminde yer almaktadır. Ancak uluslararası kamuoyu bu zulümler karşısında sessizliğini korumakta ve herhangi bir tepki vermemektedir. Bu durumdan da fırsat bulan Çin “etnik asimilasyon” politikasını sertleştirerek uygulamaya devam etmektedir. Amerikalı siyaset bilimci Prof. Owen Lattimore tarafından “Asya’nın Kalbi” olarak tanımlanan Doğu Türkistan aynı zamanda Türklüğün Yurdu, Türk medeniyet ve kültürünün kaynağıdır. M.Ö. 200’li yıllardan itibaren bölgede Türkler yerleşmiş durumdadır. Aynı zamanda birçok ülke ile de sınır paylaşmaktadır. Buna göre Doğu Türkistan; kuzeyde Rusya, batıda; Batı Türkistan’ı teşkil eden Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan, güneyde; Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Tibet, doğuda; Çin (Kansu, Çing-Hai ve İç Moğolistan eyaletleri) ile kuzey-doğuda Moğolistan ile komşudur (Özder, 2013; 68). Halford Mackinder tarafından dünyanın coğrafi ve tarihi merkezi olarak kabul edilen, zengin doğal kaynaklara sahip dev bir güç olan Avrasya “dünya siyasetinin ekseni” olma özelliğini taşımaktadır ( İşcan, 2002; 104). Aynı zamanda Mackinder’in Heartland teorisine göre Avrasya ana karasını, özellikle de buranın merkezi Orta Asya’yı kontrol eden bir güç bütün dünyayı kontrol eder. Doğu Türkistan ise jeopolitik açıdan Orta Asya’nın kopmaz bir parçası olması hasebiyle Çin’in elinden bırakmak istemediği bir bölgedir (Erdoğan, 1999; 230). Bölge aynı zamanda, Doğu ile batı arasında bir köprü olan ve aynı zamanda çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve önemli bir ticaret geçiş noktasında bulunur. Orta Asya’da jeostratejik açıdan önemli bir konuma sahip olan Doğu Türkistan aynı zamanda “İpek Yolu”nun da merkezinde yer almaktadır. Bununla beraber Çin’in dünyaya açılan kapısı olan bölge Çin’in Avrasya’ya hâkim olmasının da anahtarıdır (Ahmetbeyoğlu, 2011).

Uygur Türklerinin yaşadığı Doğu Türkistan bahsedilen stratejik konumu açısından birçok anlamda (siyasi,ekonomik…) oldukça önemlidir. Ancak bölgenin önemi sadece dünya üzerindeki konumundan kaynaklanmamaktadır. Doğu Türkistan oldukça önemli yer altı kaynaklarını da barındırmaktadır. Önemli miktarda petrol, altın ve bakır yataklarına sahip olan bölge aynı zamanda önemli miktarda bir yün üreticisidir (Bhattacharya, 2003; 366). Bu da kalabalık bir nüfusu barındıran Çin sanayisi için oldukça değerlidir. Siyasi, ekonomik ve güvenlik yönünden oldukça ehemmiyetli olan Doğu Türkistan bütün bunların yanı sıra, petrol, volfram (silah sanayisinde kullanılan önemli bir maden), altın, gümüş, platin, kömür ve uranyum gibi stratejik ham maddeler ve sayısız yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip bir ülkedir. Bütün Çin’de çıkarılan 148 çeşit madenin sadece 124’ü bu bölgeden çıkmaktadır. Bununla beraber, Çin’in petrol rezervlerinin yüzde 25’ini, doğal gaz rezervlerinin ise yüzde 28’ini barındırmaktadır. Bu bölge çok ciddi petrol alanlarına (Karamay Bölgesi, Kumul-Turfan Bölgesi, Taklamakan Çölü) da sahiptir. Bütün bunlara ek olarak Doğu Türkistan 17,4 trilyon metreküp doğal gaz rezervlerine sahip bulunmaktadır (Ahmetbeyoğlu, 2011; Çobanoğlu, 2019; 13). Sahip olduğu bütün bu kaynaklar aslında Çin’in ilgisinin tamamen bölgeye yönelmesini açıklayacak verilerdir. Doğu Türkistan Çin’in toplam topraklarının altıda birine denk gelmekle beraber; coğrafi konumu, yer üstü ile yeraltı kaynakları ve stratejik önemi Çin için hayati önem arz etmektedir. Bu bağlamda Çin bölge üzerindeki hâkimiyetini giderek arttırmak ve bölgedeki Türk Uygur nüfusunu olabildiğinde etkisiz hale getirmeyi amaçlamakta bu amaç doğrultusunda çok ciddi asimilasyon politikaları benimsemektedir. Aynı zamanda ekonomisi hızlı bir şekilde büyüyen Çin’in aynı oranda enerji ihtiyacı da artmaktadır. Bu da Çin’i dışa bağımlı hale getirmektedir. Ancak,Doğu Türkistan’ın sahip olduğu zengin yer altı kaynakları Çin’in bu bağımlılığını önemli miktarda azaltacak kapasitededir.

Doğu Türkistan Uygur Türklerinin çoğunlukta yaşadığı bir bölgedir. Ancak bu durum Çin için bir tehdit olarak algılanmaktadır. Bu tehdit karşısında nüfus politikası benimseyen Çin,düzenlii bir şekilde bölgeye etnik Çin vatandaşlarını yerleştirmeye başlamıştır. Asıl amacı bölgedeki Uygur Türklerinin varlığını ortadan kaldırmak olan Çin’in bir diğer amacı bölgeyi tamamen Çin devletinin yönetimine bırakmaktır. Çin’in uyguladığı nüfus politikası ülkedeki demografik yapıyı tamamen değiştirmiştir. Bu değişimi daha doğru okuyabilmek için sayısal verileri incelemek doğru olacaktır. Doğu Türkistan’da 1944 yılında Uygur nüfusu 3 milyona yakın iken, Çinli nüfus 200 binin üzerinde, diğer azınlıkların nüfusu ise 700 binden fazladır (Sayın ve Koçak, 2017; 13). 1949 yılında nüfusun %75’ini Uygurlar, %11’ini Kazaklar, %5’ini de diğer Müslüman Türk boyları teşkil ettiği ifade edilirken bu oran 1953 nüfus sayımında, nüfusun %75’ini Uygurlular, % 6 Çinliler şeklinde oluşmuştur (Akçam, 2017). Doğu Türkistan’da 2010 yılında Çin tarafından yapılan son nüfus sayımına göre bölgenin nüfusu şu şekilde açıklanmıştır;

Etnik Gruplar Erkekler Kadınlar Toplam %

Uygurlar 5 064 182 4 937 120 10 001 302 45, 84

Çinliler 4 674 383 4 155 611 8 829 994 40,48 Kazaklar 725 515 692 763 1 418 278 6,5 Diğer 725 515 476 939 983 015 4,51 Toplam 11 270 147 10 545 668 21 815 815

Kaynak: Akçam, 2017; https://www.stratejikortak.com/2017/01/uygur-turkleri.html

Çin verilerine göre ülkenin son nüfus sayımında demografik yapısı ve nüfusun etnik gruplara oranı yukarıdaki şekilde belirtilmiştir. Tabloda da görüldüğü üzere, Çin’in nüfus politikası ve zorunlu göç politikası Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinin çoğunlukta olması durumunu değiştirmektedir. Uygulanan politikalar sayesinde 1944 te çoğunluk durumundaki Türk nüfusu neredeyse Çinli nüfus karşısında azınlık olarak kalacaktır. Bu değişimdeki en büyük etken şüphesiz Çin’in uyguladığı nüfus ve göç politikasının etkisidir. Bu değişimdeki bir diğer etken ise Çin’in bölgedeki Türklere karşı uyguladığı sıkı doğum kontrol politikasıdır.

2. DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ ÇİN ZULMÜ

1949 yılında başlayan komünist Çin yönetimi Doğu Türkistan’da Uygur Türkleri için zulüm yıllarının başlangıcı olmuştur. Çin bu tarihten itibaren Türklere karşı baskısını giderek arttırmaya başlamıştır. Bu da Türklerin bağımsızlık isteklerini hep canlı tutmuştur. 1991’de SSCB’nin dağılmasıyla, Sovyetlere bağlı özerk birimlerin bağımsızlıklarını kazanması Çin tarafından endişe ile karşılanmıştır. Çünkü Çin’e bağlı birçok özerk birim bulunmaktadır. Bu birimlerin bağımsızlık süreçlerine girmesi Çin’in hiçte istemediği bir gelişme olacaktır. Ancak bu endişeye rağmen, Sovyetler Birliği’nin dağılması, Çin’deki Uygur, Tibet ve Moğol milliyetçilerini bağımsızlık konusunda cesaretlendirmiştir (Stobdan, 1998; 403). Bağımsızlık amaçlı harekete geçilmesine rağmen yeterli desteğin bulunmaması sebebiyle bu çabalar sonuçsuz kalmıştır. Doğu Türkistan’ın tam bağımsız bir Türk yurdu olma hayalı gerçekleşmemiştir. Doğu Türkistan’da durum 11 Eylül sonrasında yeni bir boyut kazanmıştır. 11 Eylül saldırıları bütün İslam dünyası açısından olumsuz sonuçlar doğurmuştur ki dünyanın diğer ucundaki Doğu Türkistan’da bile etkileri ölümcül olmuştur. 11 Eylül İslam ile terör kelimelerinin çok sık aynı cümlede kullanılmasına sebep olmuştur. 11 Eylül7den sonra Çin,ABD’yi en şiddetli destekleyen ülke olmuş ve teröre karşı mücadelede oldukça istekli durmuştur.Buradaki er önemli amaç,ABD’yi desteklemekten öte,Doğu Türkistan Müslümanlarını işaret ederek onların EL-Kaide ile bağlantılı olduklarını vurgulamak ve Türklere yaptığı zulümleri “Terörle Mücadele”kisvesi altında göstermek ve bu mezalimi haklı çıkarmaktır. Bu zamandan sonra Çin’de Uygur-Türkleri kimliğine en büyük saldırı artık İslam inancı üzerine oturtulmuştur. Yine bu süreçte Doğu Türkistan’a “teröre karşı savaş” adı altında 40 000 asker sevk etmiştir. Bölgede uyguladığı politikalara en ufak direniş gösterenleri terörist ve aşırı dinci olarak değerlendirmiştir (Avcı, 2018; 6). 11 Eylül saldırılarından sonra Doğu Türkistan’a yönelik yasak ve engellemeleri uluslararası terörizme karşı mücadele şeklinde sunan Çin din üzerinden uygulanan baskıları daha da arttırmıştır bundan en büyük zararı Uygur Türk halkı görmüş görmeye de devam etmektedir (Şen, 2016; 569). 11 Eylül kısaca Çin’in politikalarında farklılık yaratmıştır. Bu bağlamda Çin, direnişçi Uygur Türkleri ile El Kaide örgütünün bağlantılı olduğunu varsayarak uluslararası toplumdan destek bulmaya çalışmış ve bu çabası ABD tarafından karşılık bulmuştur. Hatta ABD bazı Uygur-Türk direnişçi gruplarını terör listesine eklemiştir. “2009 Olayları”(turksam.org) olarak ifade edilen protestolar ve bunlara Çin güvenlik güçlerinin şiddetle karşılık vermesi dünyanın ilgisinin bölgeye yönelmesine sebep olmuş ve uluslararası kamuoyunun dikkatini bir kere daha bölgeye çevirmiştir (Mazlumder, 2010; 11). Ancak Çin uluslararası tepkilere karşı herhangi bir karşılık vermemiş ve etkisiz kalmıştır. Çin bu tepkiler karşısında kendi savlarını öne sürmüştür ki konu ile ilgili en çok dile getirdiği savı, bölgenin “Çin topraklarının bir parçası olduğu”, dolayısıyla da Doğu Türkistan’da yaşananların “Çin’in iç meselesi sayılması gerektiği” dir (Tanay,2016). Ancak bu noktada belirtmek gerekir ki insan hakları ihlallerinin yaşandığı hiçbir konu sadece ulusal bir mesele olarak kalamaz. 1949’da Komünist Parti’nin iktidara gelmesinden sonra Çin tüm dünyaya korku salan bir devlet haline geldi. Komünizmin insanlara karşı acımasız tutumu ve insanların arasındaki ilişkileri robotlaştıran materyalist tavrı, adaletsiz ve zalim bir yönetimi ortaya çıkarmaktadır. Doğu Türkistan’da 1949 yılından beri sistematik olarak devam eden zulüm şiddetini arttırmaktadır. Çin’in zulmü din, dil, nüfus ve aile yapısı üzerinden çok boyutlu devam etmektedir. Çin, Doğu Türkistan’a karşı şiddetli bir asimilasyon politikası izlemiş ve müslümanları yok etmeye başlamıştır. Örneğin 1949-1952 yılları arasında 2,8 milyon, 1952-1957 arası 3,5 milyon, 1958 1960 arası 6,7 milyon, 1961-1965 arası 13,3 milyon ve toplamda 26,6 milyon insan ya Çin ordusu tarafından katledilmiş veyahut da rejimden kaynaklanan kıtlık sonucunda ölmüştür (Arıkan, 2012). Hayatta kalanlar ise çok şiddetli zulümlere maruz kalmıştır. Bütün bu zulümleri şu şekilde özetlemek mümkündür (İnayet, 2010; tr.euronews, 2019): 1. Doğu Türkistan bölgesi Çin’in beş özerk bölgesinden biridir. Ancak Çin, Doğu Türkistan’ın hukuktan kaynaklanan özerklik gerekliliği olan hak ve yetkilerini tam olarak vermemiştir. Bölge üzerindeki politikaları gittikçe sertleşmeye başlamıştır. 2. Çin, Doğu Türkistan’a yönelik çift yönlü göç politikasını devam ettirmektedir. Tarafların rızası alınmadan gerçekleştirilen bu göçte, Doğu Türkistan’da bulunan genç kızlar ve erkekler Çin’e taşınırken, Çin’den de Doğu Türkistan’a doğru erkeklerden oluşan nüfus taşınmaktadır. Bu sayede Türk kızları ile Çin erkeklerin, Çin kızları ile de Türk erkeklerin evlilikleri sağlanmakta ve nüfus değişimi amaçlanmaktadır. Bu durum bölgenin nüfus dengesini ciddi biçimde etkilemektedir. 3. Doğu Türkistan’ı Çinlileştirmek için yapılan nüfus değişimi için getirilen Çinliler devlet tarafından desteklenmiştir. Bunlara devlet tarafından iyi imkânlar sunulmuş çiftçi destekleri verilmiş ve vergiden muaf olmuşlardır (Hetcher, 1975). 4. Nüfus değişim politikası Doğu Türkistan’da çok ciddi sosyal sorunlara sebep olmaktadır. Türkler neredeyse kendi vatanlarında azınlık durumuna düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Aynı zamanda Türkler devlet tarafından desteklenen Çinliler karşısında işsizlik, eğitim Gül Seda ACET İNCE 578 ASEAD CİLT 6 SAYI 4 Yıl 2019, S 572-584 sıkıntısı ve güvenlik sorunları ile karşı karşıya kalmaktadır. Türkler üniversite sonrası iş bulamamakta ve iş bulmak üzere vatanlarını terk etmek zorunda kalmaktalar. Bu yoğun işsizlik ise ülkede hırsızlık gibi güvenlik sorunlarını da beraberinde getirmektedir. 5. Çin’in Nüfus politikalarından biri de 1979’dan beri uyguladığı doğum yasağıdır. Çin, Doğu Türkistanlı ailelerin köylerde en fazla iki, şehirlerde ise en fazla bir çocuk sahibi olmalarına izin vermekte fazla çocuk sahibi olmayı yasaklamaktadır (Öztürk, 2013; 70). Bu yasağa uymayanların ise cezaları oldukça ağır olmaktadır. Kota fazlası bebeğe hamile olan kadınlar hamileliklerinde kaçıncı ay olursa olsun kürtaja zorlanmakta, buna rağmen doğabilen bebekler ise hastanelerde öldürülmektedir (Amnesty.org, 1996). 6. Doğu Türkistan’ın en büyük problemlerinden biri de ekonomidir. Bölgede yeni açılan fabrikalarda, diğer iş alanlarında işe alımlarda öncelik Çinli göçmenlere tanınmaktadır. Bunun yanında devlet dairelerinde de memurluklarda öncelik sahibi yine Çinlilerdir. Bu da Uygurlu Türklerin iş bulma konusunda zorluk çekmelerine sebep olmakta ve ekonomik sorunları da beraberinde getirmektedir. 7. Çin dünyanın önemli nükleer güçlerinden biridir. Sahip olduğu nükleer silahları da denemek için Doğu Türkistan topraklarını seçen Çin bu sebeple birçok sorunun kaynağı olmuştur. Bu sorunların en önemlileri nükleer denemelerden kaynaklanan hastalıklar ve doğum anomalileridir. Eksik doğan çocuklar, yaygınlaşan kanser vakaları bölgenin karşı karşıya kaldığı diğer olumsuz gelişmedir. Buna karşın iyi bir sağlık sistemine sahip olmayan Doğu Türkistan halkı daha ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıyadır. 8. Çin’in bir diğer zulmü ise Uygur Türklerinin eğitim haklarının kısıtlanmasıdır. Çince eğitimin zorunlu olması Türklerin eğitim almalarını engellemektedir. Çin, eğitim dilini Çince yaparak anadilde eğitimin de önünü tıkamakta ve asimilasyon politikasının en önemli ayağı olan eğitimi bu anlamda iyi bir koz olarak kullanmaktadır. Aynı zamanda uygulanan paralı eğitim maddi zorluk çeken Türk çocuklarının eğitim almalarını da zorlaştırmaktadır. 9. Çin anayasasına göre, her vatandaşın dine inanma veya inanmama hakkı vardır. Ancak bu hak Doğu Türkistanlılara tanınmamıştır. Tamamına yakını Müslüman olan Doğu Türkistan halkı dinlerinin gereklerini yerine getirememektedir. Devlet memurlarının ve öğrencilerin çeşitli bahanelerle oruç tutmaları, namaz kılmaları, cenazelerini islami usullere göre defnetmeleri ve dini nikâh kıymaları yasaklanmıştır. Açık alanlarda ve toplu namazlar asker ve polisler tarafından yasaklanmaktadır. İslamın toplum hayatına yansıması tamamen engellenmeye çalışılmakta ve İslam izi silinmeye çalışılmaktadır. Çin burada zulmünü din üzerinden de göstermektedir. 10. Çin’in Doğu Türkistan’daki en olumsuz etkisi de doğal kaynakların talan edilmesidir. Çin’deki özerk hak ve yetkilere göre, özerk devletler kendi doğal kaynaklarını kendileri kullanmaları gerekirken Çin Doğu Türkistan’ın doğal kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya devam etmekte kendi kanunlarını da bir anlamda ihlal etmektedir. (1.bölümün sonu.Yazı devam edecek.)

Kaynak :www.asead.com/FileUpload/bs683328/File/45._gul_seda_acet_ince.pdf

Etiketler: » » » » » » » » » » »
Share
4250 Kez Görüntülendi.