logo

trugen jacn

UYGUR HAREKETİ KURUCU BAŞKANI DOĞU TÜRKİSTANLI AKTİVİST RUŞEN ABBAS İLE RAPORTAJ

Doğu Türkistan’da doğup büyüyen, genç yaşta ABD’ye  öğrenim için giden  Uygur İnsan Hakları Aktivisti Ruşen Abbas ,  2018’de ABD’deki  bir panelde Uygurların durumunu anlattıktan sonra Urumçi’de yaşayan ve  emekli bir tıp  doktoru olan Ablası Gülşen Abbas göz altına alınarak mahkum edildi. Bunun üzerine  Ruşen Abbas Çin’in Uygurlara yönelik baskı  ve zulüm  politikası ile ağır insan hakları ihlallerini  dünya duyurmak için UYGUR HARETETİ (Compaign Of Uyghur)  Platformunu kurdu. Uygur hareketinin Kurucu Başkanı Ruşen Abbas kendi  geçmişi, kişisel deneyimleri ile Uygur Hareketinin  çalışmalarını  T24.com Haber  Sitesinden Metin Kaan Kurtuluş’a anlattı. T24.com’da yayınlanan raportajin tamamını aşağıda bilgilerinize sunuyoruz. (UYHAM) 

Uygur aktivisti Rushan Abbas: Çin, İslam’a ve Uygurlara savaş açmış durumda; dinin tedavi gerektiren bir akıl hastalığı olduğunu söylüyorlar

UYGUR HABER VE ARAŞTIRMA MERKEZİ(UYHAM)

Çin’in  Uygur  bölgesinde  yaşayan Uygur Türklerine yönelik baskı ve hak ihlallerine  ile  “Tekrar eğitim kampları” adıyla açılan- birçok kaynağa göre aslında toplama kampları olan gözaltı merkezlerindeki şartlar, Uygur nüfusunun sistematik olarak azaltılması uzun süredir insan hakları savunucularının gündeminde. Eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Fransa Parlamentosu’nun yanı sıra birçok rapor da Çin’in Uygur politikasını ‘soykırım’ olarak nitelendiriyor. Birçok insan hakları grubu Çin’deki rejimin Uygurlara yönelik kötü muamelesini ortaya çıkarmak için çok yoğun bir mesai harcıyor. Çin, Uygurlara yönelik ihlallerin konvansiyonel medyada uluslararası boyutta daha çok yer bulmasıyla Sincan konusunda ciddi bir enformasyon savaşı başlattı. Türkiye’de de Çin diplomatik misyonları bir süredir haber merkezlerine “Sincan’da hayatın ne kadar güzel olduğunu” anlatan kitaplar gönderiyor; destekledikleri ‘Avrasyacı’ yayınlarda düzenli olarak Uygurlarla ilgili haberlerin gerçek olmadığını iddia eden ek yayınlar yapılıyor.

Uygur Aktivisti Ruşen Abbas: Çin, İslam’a ve Uygurlara savaş açmış durumda; dinin tedavi gerektiren bir akıl hastalığı olduğunu  İddiasında

Doğu Türkistan’daki Uygurların “Toplama kamplarına götürüldüğünü, köle/İşçi olarak zorla   çalıştırıldığını, kadınların  zorla sterilize(kısırlaştırıldığını) edildiğini ve onlara zorla kürtaj yaptırıldığını” söyleyen Abbas, “Uygur çocuklar evlerinden alınıyorlar. Uygur kız ve kadınlar zorla Han Çinlilerle evlendirilmeye çalışılıyor; reddederlerse Müslüman olmayan biriyle evlenmeyi kabul etmedikleri söylenerek ‘radikal’ olarak damgalanıyorlar” dedi.

Türkiye hükümetinin Uygurlar konusuyla “haberdar olduğu sürece” en çok ilgilenen ve ses çıkaranlardan olduğunu belirten Abbas, buna minnettar olduklarını dile getirdi.

Abbas, “Çin Halk Cumhuriyeti, İslam’a ve Uygurlara savaş açmış durumda” ve “Dinin tedavi gerektiren bir akıl hastalığı olduğunu söylüyorlar. Yani Uygurlar dini, etnik kimliği ve kültürü nedeniyle ‘tekrar eğitiliyor” değerlendirmesinde bulundu.

Abbas, kurucuları arasında eski ABD Başkanı Ronald Reagan’ın da bulunduğu Ulusal Demokrasi Vakfı(NED) tarafından fonlanıyor olmalarının soru işareti yaratmaması gerektiğini, çünkü NED’in “neyi savunduklarına” müdahale etmediğini belirtti. “Türkiye ve Orta Doğu’da birçok ülkede insanlar NED’i CIA ile özdeşleştiriyor” diyen Abbas, bunun doğru olmadığını ve hareketi ayakta tutabilmek için maddi desteğe ihtiyaçları olduğunu söyledi.

Ruşen Abbas’ın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle…

Biraz kişisel yolculuğunuzdan söz ederek başlayalım. Çin’de, Sincan’da büyüdünüz ve daha sonra ABD’ye taşındınız…

Ben Doğu Türkistan’ın başkenti Urumci’de doğup büyüdüm. Çin’de büyürken bile insan hakları savunuculuğuna başlamıştım. Sincan Üniversitesi öğrencileri tarafından gerçekleştirilen 12 Aralık 1985 protestolarının organizatörlerinden biriydim. Bu eylemlerde sokaklarda 20 binden fazla Uygur öğrenci, Çin’deki Komünist rejimin Uygurlara yönelik politikalarını protesto etti. Basına getirilen kısıtlamalara, topraklarımızda nükleer silahların denenmesine, ayrımcılığa, suçlu Çinli Hanlıların topraklarımıza bırakılmasına karşı yürüdüler. 10’dan fazla gerekçemiz vardı. Daha sonra 1988 eyleminde tekrar rol oynadım.

ABD’ye ilk olarak 1989 yılında misafir akademisyen olarak geldim. Ben ABD’ye geldikten sonra Uygurlu çiftçilere yönelik bir katliam yapıldı. Bu katliamdan sonra ben ABD Kongre üyesi Sid Morrison ile temas kurdum. Kendisi benim okulumun olduğu Washington eyaletinin temsilcisiydi. ABD’li siyasetçilerle insan hakları savunuculuğu için ilk temasım böyle oldu. 1990 yılıydı. O günden beri ABD’li Kongre üyeleriyle yakından çalışıyorum ve Uyguların haklarını savunuyorum. ABD siyasilerini Çin’in Uygurlara yönelik suçları hakkında eğitiyorum.

Peki yakınlarınız ve tanıdıklarınızın Sincan’da yaşadıklarından konuşabilir miyiz?

İnsan hakları savunuculuğu çalışmalarım kapsamında Washington D.C.’deki bir düşünce kuruluşuna katkı sağlıyordum. Çin’in soykırım politikası 2017 yılında başladıktan sonra 1 milyon insanın kamplarda tutulduğunu duyduk. Ben de bu konuyu Eylül 2018’de D.C.’deki bir düşünce kuruluşunun panelinde gündeme getirdim. Kamplardaki durum ve Çin’in soykırım politikası hakkında konuştuğum panel aslında eşimin ailesinin durumunu da ilgilendiriyordu. Çünkü eşimin tüm ailesi toplama kamplarına götürüldü. Bu durumdan söz ettim. Panel internette yayınlandı ve yayıldı. 6 gün sonra emekli bir tıp doktoru olan kardeşim benim  ABD’deki faaliyetimlerim ve özellikle bu konuşmam  nedeniyle gözaltına alındı. 1994’ten beri ABD vatandaşıyım; yani özgür bir ülkede ifade özgürlüğü hakkımı kullanıyordum, ancak bunun bedelini benim kız kardeşim özgürlüğüyle ödedi. 42 aydır konumunu bilmediğimiz bir yerde gözaltında tutuluyor. Gizlice yalan suçlamalarla suçlandı ve çok ağır bir cezaya çarptırıldı. Duyduğumuza göre ona 20 yıl hapis cezası verildi. Bu sırada Çin yönetimi, beni kayıp kardeşim hakkında yalan söylemekle suçladı. O tutuklandıktan sonra ben sessiz kalmadım; Washington Post’a köşe  yazısı yazdım, New York Times’a, CNN’e ve daha birçok büyük medya organına söyleşiler  verdim, ayrıca gittiğim her yerde onun fotoğrafını taşıdım.

Abbas,  Çin’in kaçırdığı ve yerini Bildirmediği Ablası Gülşen Abbas’ın fotoğrafıyla

Daha sonra Çin devlet medyası; China Global News ağı beni yalancılık, dedikodu yaymak ve başkalarının fotoğrafını çalıp kardeşimmiş gibi göstermekle suçlayan bir makale yayımladı. Yani aslında kardeşimin olmadığını ve başka birinin fotoğrafını taşıdığımı iddia ediyorlardı. Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı resmi Twitter hesabından benim fotoğrafımı paylaşıp üzerine ‘CIA’, ‘yalancı’ yazılı etiketler yapıştırdı. Bu Aralık 2019’da, kardeşim gözaltına alındıktan bir yıldan uzun süre sonra yaşandı.

Bundan da bir yıl sonra, Aralık 2020’de Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Pekin’de Reuters muhabiri kendisine benim kardeşimi sorunca ismini vererek Gülşen Abbas Çin yasalarına uygun olarak suçlu bulunmuştur’ dedi. Eee? Bir yıl önce kardeşimin var olmadığını, öyle birini tutuklamadığınızı ve benim yalan söylediğimi söylüyordunuz…

Bu Çin’in yaydığı yanlış bilgilere bir örnek. Yalan söylemekten utanmıyorlar. Hatta kendi yalanlarını unutup bunu da umursamıyorlar. Pekin utanmıyor; söylediği yalanları bile unutuyor

“Çin yönetimi şu anda aktif bir soykırım yürütüyor”

Şu anda Sincan’daki Uygurlar nasıl muamelelerle karşı karşıya?

Toplama kamplarına götürülüyorlar, köle/İşçi  olarak çalıştırılıyorlar, Uygur kadınlar sterilize ediliyor, onlara zorla kürtaj yaptırılıyor. Uygur çocuklar evlerinden alınıyorlar. Uygur kız ve kadınlar zorla Han Çinlilerle evlendirilmeye çalışılıyor; reddederlerse Müslüman olmayan biriyle evlenmeyi kabul etmedikleri söylenerek ‘radikal’ olarak damgalanıyorlar. Ne nedenle evlenmeyi reddettikleri önemli değil, ne olursa olsun gerekçe bu gösteriliyor. ‘Radikal İslamcı’ ilan edildikten sonra da tüm aileleri ile birlikte toplama kamplarına gönderiliyorlar. Çin hükümeti, milyonlarca Uygur’un toplama kamplarında tutulmasını ‘bu insanların radikal olduğunu ve ulusal güvenliğe tehdit oluşturduğunu; yasadışı İslami uygulamalar gerçekleştirdiklerini söyleyerek’ gerekçelendiriyor. Yasadışı İslami uygulamalar dedikleri şeyler namaz kılmak, Ramazan’da oruç tutmak, domuz  eti yememek veya alkol tüketmemek, sakal bırakmak, kadınların başörtüsü takması ve tesettüre uygun şekilde giyinimeleri Vs.…

Bunlar islam  dininin  çok temel  hükümleri ve noktaları. Bunlar radikal veya yasadışı şeyler değil. Ancak Çin bunların yasadışı olduğunu söylüyor.

Çin yönetimi şu anda  Uygurlara karşı bir soykırım yürütüyor. Biz buna aktif soykırım diyoruz; çünkü Çin devletinin kendi sızan belgeleri bile soykırım politikalarından söz ediyor. Uygur kadınlar sterilize edildiği için veya kürtaja zorlandığı için Uygur bebeklerin doğmadığını, Uygur nüfusunun  azaldığını(düştüğünü) söyleyen Batılı akademisyenler var. Toplama kamplarının yanına krematoryumlar( Nazilerin Ceset Yakma Fırınları benzeri) inşa edildiğine dair haberler var. Biz Müslümanız. Biz ölülerimizi yakmayız, gömeriz. Neden toplama kamplarının yanına krematoryumlar inşa ediliyor?

Pekin, Sincan’da bir ‘tekrar eğitim’ programı uygulandığını söylüyor. Bunu biraz açabilir misiniz?

Program kapsamında içeride ‘tekrar eğittikleri’ insanlara bir bakalım. Kamplarda profesörler, üniversite rektörleri, doktorlar, ünlü akademisyenler, yazarlar, şairler, öğrenciler, öğretmenler, atletler, işletmeciler, hayırseverler tutuluyor. Bu tür insanların bir tekstil işiyle ilgili nasıl bir ‘tekrar eğitim’ alması gerekebilir ki? Bu insanların ‘tekrar eğitilmeye’ ihtiyacı yok. Benim emekli doktor olan kardeşimin ‘tekrar eğitilmeye’ ihtiyacı yok. Benim profesörlerim, okul arkadaşlarım orada… Bunlar doktorlar, ünlü akademisyenler… Türkiye’de, ABD’de eğitim görmüş insanlar. Neden tekrar eğitime ihtiyaç duysunlar?

Bunların tamamı yalan. Temelde Çin Halk Cumhuriyeti, İslam’a ve Uygurlara savaş açmış durumda. Dinin tedavi gerektiren bir akıl hastalığı olduğunu söylüyorlar. Yani Uygurlar dini, etnik kimliği ve kültürü nedeniyle ‘tekrar eğitiliyor’. Çin iddia ettiği gibi ‘onların iş bulabilmesi için’ bir eğitim vermiyor. Çin onların etnik kimliğini silerek  birer Han Çinlilerine dönüşmelerini sağlamaya çalışıyor.

Çin’in yeniden eğitim’ adını verdiği Toplama  kampı. Kampın tanıkları  buraların toplama kampları olduğunu vurguluyor

“Çin halkı da yönetimin Uygurlar hakkındaki yalanlarının kurbanı oldu”

Çin’in  Uygur bölgesi  konusunda bir enformasyon savaşı yürüttüğünü biliyoruz. Farklı ülkelerdeki Çin büyükelçilikleri bu konuda bültenler ve kitapçıklar hazırlıyor. Öte yandan Batı medyasında Çin’in ihlalleri sıkça haber oluyor. Peki Çin’de yaşayanlar ile Bölgede  olanlar hakkındaki farkındalık seviyesi nedir?

Şu anda yapılan soykırıma giden farklı safhalar vardı; tıpkı Holokost’a giden süreçte Yahudilere yapıldığı gibi. İlk olarak Uygurları ‘diğerleri’ diye damgaladılar. Daha sonra da Uygurları ‘şeytan’ gibi göstermeyi çalıştılar. Uygurları medeniyetsiz ve kötü insanlar gibi gösterdiler. Çin yönetimi bilinçli olarak dinimizi ve etnik kimliğimizi lekelemeye çalıştı. Uygur halkını radikal insanlarmış gibi gösterip, Çinlilerin Uygurlardan nefret etmesini sağladılar.

Yani Çin Komünist Partisi Uygurlara soykırım yaparken, Çin halkı da yönetimin Uygurlar hakkındaki yalanlarının kurbanı oldu. Maalesef Çin’de etnik Han Çinlilerinin  Uygurlar hakkında farkındalık seviyeleri çok düşük.

Hatta Türkiye’de de durum böyle. Birçok Türk, Çin’in yaydığı yanlış bilgilerin kurbanı oluyor. Sincan’da gerçekten ne olduğunun farkında değiller. Çünkü Uygurlarla ilgili haberler ana akım medyada yer almıyor veya  yanlış  bir şekilde  ele alınarak servis ediliyor. Yani birçok Türk insani   de bugün maalesef  Uygur Türkü kardeşlerinin yaşadıklarından haberdar değil.

Peki Türk devletinin ihlallerle mücadele konusunda yeterli çaba sarf ettiğini düşünüyor musunuz?

Durumdan haberdar olduklarında evet. O zamanlarda ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar ve destek veriyorlar. Bu destek bizi çok mutlu ediyor çünkü Türkiye Türkleri bizim en yakın akrabalarımız. Çok benzer diller konuşuyoruz, kültürlerimiz hemen hemen aynı ve  çok benzer.

Türk devleti, Birleşmiş Milletler ve İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi olup bu konuyu gündeme getiren sayılı ülkelerden. Sayın Erdoğan ve Sayın Çavuşoğlu, Çin’in Uygurlara yönelik suçlarını New York’ta, BM’de gündeme getirdi.

“Türkiye dışında hiçbir Müslüman devlet ses çıkarmıyor”

Dünyada 56 veya 57 tane nüfusu çoğunlukla Müslüman olan ülke var, Türkiye dışında hiçbiri ses çıkarmıyor. Ama yapılanlar yeterli mi? Hayır, bu nizami bir  limit.

Ben Türk halkına ve devlete yalvarıyorum; buna sadece Uygur Türkü kardeşleriniz için değil, insanlık adına de yapın ve  ses çıkarın. Türkiye’nin geleceği adına ses çıkarın. Çünkü Çin hükümeti sadece Uygurlardan kurtulmakla kalmayacak; onların hedefi tüm Türk dünyasını  ele geçirmektir. Zaten Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan gibi Orta Asya’daki Türk devletlerinde çok etkili hale gelmiştir. Çin yönetimi Türkiye’yi de manipüle etmeye çalıştı ama Türkiye çok güçlü; herhangi bir Müslüman nüfus yoğunluklu Orta Doğu ülkesi veya bir Orta Asya ülkesi gibi değil. Türkiye’nin çok uzun  ve muhteşem bir tarihi geçmişe sahip bir ülke. Şu anda da  çok güçlü  lider Ülke  konumunu  sürdürüyor.  Türk hükümeti Çin’in ne yaptığının farkında ve çok iyi  anlıyor. Bu  durum bizi çok mutlu ediyor. Umuyorum Türkiye bu konuda ABD, Kanada, Britanya, Avustralya gibi Batılı ülkelerle ve Avrupa Parlamentosu ile işbirliği yapar. Fransa’da parlamento yakın zamanda Çin’in Uygurlara soykırım yaptığını tanıdı, Britanya’daki bağımsız Uygur Tribünali(Uygur Mahkemesi) kanıtlarla Çin’in etnik temizlik yaptığı sonucuna vardı. Umuyorum Türkiye de Batılı  Müttefikleri ile  işbirliği yaparak Çin’in insanlığa karşı işlediği suçları durdurur. Bu yapılanlar sadece Uygurlara karşı değil, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Bu yüzden inanıyorum ki Türkiye, Çin’e karşı dik duracaktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, henüz başbakan olduğu 2012 yılında  Uygur Özerk Bölge valisi Nur Bekri ile görüşmüştü

“NED’in CIA ile özdeşleştirilmesi doğru değil”

Enformasyon savaşları konusunda biraz daha durmak istiyorum. Birçok Uygur insan hakları grubu ABD gibi Batılı ülkeler tarafından fonlanıyor. Sizce bu durum, Doğu ülkelerinde onlara güveni negatif etkiliyor mu?

Bu Çin’in sıkça kullandığı söylemlerden biri. Evet, birçok Uygur organizasyonu Ulusal Demokrasi Vakfı (NED) tarafından fonlanıyor. Birçok insan NED’in CIA’ye bağlı olduğunu söylüyor ancak bu doğru değil. NED bize insan hakları savunuculuğunu sürdürmemiz için platform sağlıyor.

Mesela Campaign for Uyghurs olarak biz Uygur kadın ve gençleri desteklemeye çalışıyoruz. Onlara haklarını ve demokratik haklarını  eğitmeye  ve onların da  ses çıkarmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Yani NED, bizim neyi savunduğumuza karar vermiyor. Bizim paraya ihtiyacımız var. Mesela ben Campaign for Uyghurs’u kurduğumda tam zamanlı bir işim vardı. Çok prestijli bir mimarlık firması için uluslararası iş geliştirme direktörüydüm. Ondan sonra da bir danışmanlık firmasıyla çalıştım. Önceki kariyerimde defalarca Türkiye’ye geldim ve Mehmet Şimşek, Cevdet Yılmaz, İsmet Yılmaz gibi  zamanın birçok bakanları ile  görüştüm. Demek istediğim ben sadece para kazanmaya çalışan biri değildim. Zaten bir kariyer sahibiydim. 2018’in Eylül ayında kardeşimi  göz altına aldıklarında bu danışmanlık şirketinde Orta Doğu bölgesinden sorumluydum. İlk yılımda Campaign for Uyghurs için hiç para almadım ancak hem tam zamanlı çalışıyordum hem de maaşımı insan hakları savunculuğu faaliyetlerim ve bu kapsamında yaptığım seyahatler için kullanıyordum. Kardeşimin  Çin yönetimince kaçırılmasının birinci yıldönümünde NED’ye fon başvurusunda bulundum. Kabul edilince işimden istifa ettim ve tam zamanlı aktivistlik yapmaya başladım. Çünkü bizim Çin’in insanlığa karşı işlediği suçları ortaya çıkarmamız  ve dünyaya anlatmamız gerekiyor. Türkiye ve Orta Doğu’da birçok ülkede insanlar NED’i CIA ile özdeşleştiriyor, ABD’nin Çin’e karşı NED’i kullandığını düşünüyorlar, Uygur davasını para elde etmek için kullandığımızı iddia ediyorlar. Bunu bizim için söylüyorlarsa biz parayı almaya başlamadan önce tutuklanan aile fertlerimiz konusunda ne diyecekler? Peki ya Türkiye veya başka ülkelerdeki yüz binlerce insan? Onlar da mı ABD’den para alıyorlar? Hayır! Binlerce Uygurun aile fertleri kayıp durumda. Dünyanın herhangi bir yerindeki Uygurla konuşun; en az birkaç aile üyelerinin kayıp olduğunu söyleyecektir. Örneğin benim sadece kardeşim değil; eşimin tüm ailesi kayıp durumda(Hapiste veya toplama kaamplarında); ebeveynleri, 3 kız kardeşi ve onların eşleri, erkek kardeşi ve onun eşi, 14 yeğeni- hepsi kayıp. Bunlara ne demeli?

CIA, ABD’nin komplosu vs., bunlar hep Çin’in yaymaya çalıştığı yanıltıcı  bilgiler.  Uygur Soykırımını  kamuyu manipüle ederek reddetmeye çalışıyorlar.

Çin’in kendisi bazı ülkelerde araştırmacılara, politikacılara para veriyor. Hatta sahte gazeteciler ve araştırmacılar yaratıyorlar, bu sahte isimler adına makaleler yayımlanıyor. Mesela İsveç’te ve Fransa’da sahte gazeteciler yarattılar. Bunlar sahte fotoğraflar ve resimlerle sahte bilgi yaydılar. İsveç Büyükelçiliği, ‘Çin’de böyle bir İsveç vatandaşı varmış, ancak bizim haberimiz yok. Onu arıyoruz’ diye tweet atmak zorunda kaldı. Uygurları kötü göstermek için her türlü oyunu oynuyorlar.

“Pekin, insanların Çin Komünist Partisi’ni Tanrı olarak görmesini istiyor”

ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, geçen yıllarda Sincan’da olanları ‘Soykırım’ olarak nitelendirdi. Bölgede Soykırım yapıldığını söyleyen araştırma ve yayınlar da var. Çin, neden Sincan’da soykırım yapmaya çalışıyor?

Çünkü biz  Uygur Türkleri  çok kadim ve bir o  kadar çok zengin  kültür ve medeniyete sahibiz. Yaşadığımız ana vatan topraklarımız Doğu Türkistan jeopolitik  ve stratejik olarak çok  önemli konumdadır. Bizler  Uygurlar olarak  binlerce yıldır  bu topraklarda  yaşıyoruz. Aynı zamanda biz  250 yıldır etnik ve dini kimliğimizi koruyarak Çin’e  asla asimile olmadık. Çin hükümeti Çin’de 56 farklı etnik kimlik olduğunu savunuyor. Peki Uygurlar ve İç Moğolistanlılar dışında hangileri hala kimliğini koruyor? Hiçbiri, hepsi asimile edildiler.

Çin hükümeti yıllardır halkları kolonize ve asimile edip onları Han Çinlisi  yapmaya çalışıyor. Farklı bir dil konuşursanız, farklı bir etnik kimlik veya din sahibiyseniz sizi Çin Komünist Partisi’ne tehdit olarak görüyorlar. Çin bir tek parti rejimi. Dini bir tehdit olarak görüyor. Çünkü, Çin Komünist Partisi herkesin kendisini  Tanrı olarak görmesini ve itaat etmesini istiyor. Eğer sizin Allah’ınız varsa bu onlara göre kabul edilebilir değildir.  Esas sebep bu.

İkincisi ise dediğim gibi  ana vatan toprağımızın jeopolitik olarak çok önemli bir yerde olması. Çin  ” Bir Kuşak – Bir Yol”  girişimini 2013 yılında ilan etti.  Uygur  Soykırımını ise  2014’te başlattı. Neden biliyor musunuz? Projenin Orta Doğu, Afrika, Avrupa ve Orta Asya’ya giden dört önemli ayağı da bizim memleketimizden geçiyordu. O yüzden  Vatanımız  jeopolitik olarak çok önemli bir hale geldi.

Bütün  Bunları Özetleyecek olursak :

  1.  Biz Uygurlar ve diğer Türk Soydaşlarımız  Çin işgali altında olan Doğu Türkistan’ın gerçek sahipleriyiz.
  2. O topraklar(Doğu Türkistan)  Pekin için stratejik olarak çok önemli hale geldi.
  3. Bu sebeple bizi yok ederek bizden  tamamen kurtulmak ve bu toprakları sonsuza ellerinde tutmak istiyorlar.
  4. Son sızan Sincan Polis Belgelerinde bundan “Nihai Çözüm”  diye söz ettikleri  açıkça   görülüyor.
  5. Tıpkı   “Faşist Hitler’in Yahudiler için Soykırımı “Nihai Çözüm”  olarak gördüğü gibi
  6. En önemli  neden ise, Biz Uygurları   soykırım ve dönüştürme yöntem ve  uygulamaları ile  toptan asimile edememeleridir.

Kaynak : https://t24.com.tr/haber/uygur-aktivisti-rushan-abbas-cin-islam-a-ve-uygurlara-savas-acmis-durumda-dinin-tedavi-gerektiren-bir-akil-hastaligi-oldugunu-soyluyorlar,1011537

Share
1685 Kez Görüntülendi.