logo

trugen jacn

08 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ VE DOĞU TÜRKİSTANLI TÜRK KADINLAR

Ümit Yardım

Ümit YARDIM

I. İlk çıkış tarihi hakkında farklı yorumlar bulunsa bile 8 Mart Kadınlar Günü 1977 yılından bugüne Birleşmiş Milletler tarafından da sahiplenilmiş olarak uluslararası düzeyde kutlanıyor. Türkiye de 8 Mart’ı Kadınlar Günü olarak, zaman zaman kesintiler olsa bile,  neredeyse 100 yıldır kutlayan  öncü ülkelerden birisi. Aslında ülkemizin tarihi gelişim sürecine bakıldığında kadın hakları alanında öncülük olarak nitelendirilebilecek epeyce aşamanın bulunduğu da görülecektir. 

Öte yandan, bugünün dünyasında kadınlarla ilgili eğitimden iş yaşamına kadar hemen her alanda yığılmış ve çözüm bekleyen konuların bulunduğu dikkate alındığında sadece 8 Mart günüyle sınırlı  kadın faaliyetlerinin yetersiz olacağının peşinen kabul edilmesi gerekir. Bununla birlikte bugünün çeşitli  sorunlara eğilinmesi ve odaklanılabilmesi  bakımından yararlı bir vesile teşkil edebileceği de doğrudur.  

Genel anlamda insan hakları alanında bugün; BM, AGİT ve AK’den  ECRI, AİHM, İHK, CERD ve CEDAW vb.’ne kadar  çok sayıda örgüt ve  bunlara  bağlı birçok    komite/komisyon,  ülkeleri/sözleşmeleri  denetleyen izleme mekanizmaları,  keza   İİT, ASEAN gibi bölgesel kuruluşlar bünyesinde çeşitli   yapılar, ayrıca önemli sayıda   enstitü, vakıf,  STK vb.  faaliyet göstermektedir. Bütün bu yapıların dayandığı uluslararası sözleşmeler de bu faaliyetlere yol ve hedef  gösteriyor.

II. Kadınlarla ilgili konuların bilhassa son onyıllarda BM başta olmakla birçok bölgesel/uluslararası kuruluşun  dikkat ve ilgi merkezine giderek daha fazla yerleşmeye  başladığı  ve çeşitli adımların  atılmasına gayret sarfedildiği görülüyor. Bu  konular  artık bugün  çok daha fazla ve etkin şekilde  uluslarlarası toplumun gündeminde bulunuyor.

Kadın hakları alanında öncü  konumdaki BM tarafından  atılmış tarihi önemde köşetaşı  adımların arasında, örneğin,   1975 yılında BM’nin Kadın Onyılı ilan edilmesini, 1995 yılında Çin’de yapılan BM 4.Dünya Kadın  Konferansı’nda kabul   edilen Pekin Bildirisini de görmekteyiz. Bütün bunlar ve diğer benzeri gelişmeler   kadın sorunları, hakları, eğitim, sağlık, siyasette temsilleri  vb. gibi kritik konularda  önemli hedeflere doğru kaydadeğer  aşamalardır. Bu kararları izleme mekanizmaları da etkin bir denetim ve uygulama için çalışmalarını sürdürüyorlar.

Bugünlere doğru gelinirken  2015  BM Zirvesinde 2030 sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin  BM üyesi ülkelerce kabul edilmesi, bu amaçla  belirlenmiş 17 ana hedef  içinde kadın ve kız çocuklarına karşı ayrımcılığın, kaçakçılığın, şiddetin bitirilmesinin, kadınların   her düzeyde karar verme/liderlik/siyasi temsil   mekanizmalarına  dahil olmalarının  bulunması da keza önem taşımaktadır.

Kadınların  bugün dünyanın her yerinde  yüzyüze bulundukları   sorunlar arasında  şüphesiz şiddet en başta  gelenlerde biri. Gelişmiş, gelişmemiş veya gelişmekte olsun ayrım göstermeksizin    bütün ülkelerde durum bu şekildedir.  Gelişmiş ülkelerden, örneğin ABD’de de her 4 kadından birinin yaralanma veya travma ile sonuçlanan şiddet kurbanı olduğunu, siber tacizlerin, cinsel istismarların, iş yerlerinde cinsiyete dayalı olarak üst makamlara gelebilmeden   kaynaklanan sorunların, eğitim alanında eşitsizliğin ciddi anlamda kadınların aleyhine sürmekte bulunduğunu çeşitli araştırmalar ortaya koymaktadır. Dünya’da neredeyse her üç kadından fiziki şiddet mağdurudur. Ölümlü şiddetin yılda yaklaşık 80-100 bin kadının yaşamına  malolduğu da çeşitli raporlarda yeralmaktadır.  Ne yazıkki bu sayının ülkemizde de kaygı verici düzeyde  olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki tek bir yaşamın bile bu nedenle yitirilmesi sarsıcıdır. Hiçbir kurum/kuruluş veya ülkenin sayıların azlık veya çokluğunun arkasına saklanmaması gerekir. Herhalukarda kadınları koruyan önemli belge ve  sözleşmelere rağmen bu tablo herhalde kabul edilemez bir durumdur.

Doğal olarak, bütün bu durum  kadına yönelik şiddeti, maruz kaldıkları ihlalleri, istismarı,  hak kayıplarını, siyasi/sosyal  alanlarda temsil eksikliğini vb. küresel bir meseleye dönüştürmektedir. Bu  konular  2020 yılı boyunca da çeşitli bölgesel/uluslararası kuruluşların  gündeminde yeralmayı sürdürmüştür.

Bu çerçevede; yukarıda bahsettiğimiz BM 4.Dünya Kadın Konferansı ve Pekin Bildirisi’nin 25.yılına da rastlaması nedeniyle BM bünyesinde 2020 içinde çeşitli faaliyetler gerçekleştirilmiş, BM 75. Genel Kurulu’nun 2020 sonbahar oturumlarında kadınlarla ilgili olarak çeşitli kararlar  kabul etmiştir.

BM’nin kabul ettiği bu kararlar arasında; Kadın ve Kızlara Yönelik Kaçakçılıkla Mücadele (75/158) Kadınlara Karşı Şiddetin Her Türlüsüyle Mücadele’nin Güçlendirilmesi (75/161) Covid19 Salgını ve Kadınların Durumu (75/156) Covid19’un Kadınlara Etkilerinin Ortadan Kaldırılmasına Yönelik Ulusal/Uluslararası Mücadelenin Güçlendirilmesi (75/156) ile Kadınların Silahsızlanma ve Silahların Yayılmasının Önlenmesi Süreçlerine Etkin Katılımları (75/48) da bulunmaktadır.

III.Herkesin malumu olduğu  üzere, kadın hakları konusunda BM’nin yanı sıra öncü kuruluşlardan  olan Avrupa Konseyi bünyesinde kadına karşı şiddetin önlenmesiyle ilgili olarak 1990’lı yıllardan itibaren önemli çalışmalar yapılmıştır. 2002’de AK Bakanlar Komitesi’nde kadınların şiddete karşı korunması konulu bir karar alınmış (Rec.2002/5), AK Başkanlar/Başbakanlar 2005 Varşova Zirvesi’nde aile için şiddetle ilgili kapsamlı çalışmalar yapılması kararlaştırılmış, AK Parlamenter Meclisi de bu çalışmalara destek vermiştir. (1450/2000, 1582/2002, 1777/2007, 1327/2003 sayılı kararlar) Bu faaliyetler neticesinde AK Bakanlar Komitesi aralık 2008’de bir Uzmanlar Grubu oluşturmuş ve Gruba bu alanda bir Sözleşme taslağı hazırlaması görevini vermiştir. Sözkonusu çalışmalar aralık 2010’da tamamlanmış ve AKBK’de 7 nisan 2011’de onaylanan Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair AK Sözleşmesi 11 mayıs 2011’de İstanbul AKBK sırasında imzaya açılmıştır. Bu dönemde  AK Bakanlar Konseyi Dönem Başkanlığını Türkiye’nin yaptığı hatırlanmalıdır. İstanbul’da imzalanan ve yeterli onaycı ülke sayısına (10 onay) ulaşarak 1 ağustos 2014’de yürürlüğe giren adıgeçen Sözleşme kendi alanında ilk uluslararası belge olmuştur. Bugün itibariyle 45 ülke (ve AB) imzacı, 34 ülke Sözleşmeyi onaylamış durumdadır. Sözleşmenin izleme mekanizmaları faaliyetlerini sürdürmekte, ülkelerin çalışmalarını peryodik görüşme ve raporlarla mercek altında tutmaktadır. Nitekim uzmanlardan müteşekkil  Grevio 5 yıl boyunca 20 izleme ziyareti gerçekleştirmiş ve 17 ülke raporu hazırlamıştır.

AK bünyesinde kadın haklarıyla ilgili çalışmalar 2020 boyunca da sürmüş, AK bu Sözleşmenin diğer ülkelerce de imzalanması ve onaylanması yönünde çağrılarını sürdürmüştür. AK çalışma grupları kadına karşı dijital şiddetin önlenmesi, salgın döneminde ev içi şiddetin artmasının önlenmesi gibi konuları da ele almıştır.

BM ve AK gibi İslam İşbirliği Teşkilatı’nın da kadın hakları alanına son dönemde giderek daha yakın bir ilgiyle yaklaşan kuruluşlardan biri olduğu izlenmektedir. 1 Kasım 2016’da İstanbul’da kabul edilen İİT Kadının Güçlendirilmesi Eylem Planı (OPAAW) bilindiği gibi önemli belgelerden birini teşkil etmektedir.

İİT Kadının Geliştirilmesi Merkezi 2020 içinde yürürlüğe girmiştir. İİT’in bir uzman kuruluşu olarak Merkezin Kahire’de tesisi Dışişleri Bakanları’nın Şam (2009) toplantısında kararlaştırılmıştır. Kuruluş  Statüsünü ise  bugüne kadar 24 ülke imzalamıştır.

Kadınların durumu konusu İİT Dışişleri Bakanları Konseyi’nin Niamey-Nijer’de 27/28 Kasım 2020 tarihinde gerçekleştirilen toplantısında da ele alınmıştır. Buna göre  İİT ülkelerinde kadının durumuyla ilgili olarak 2 karar  alınmış (57/47-Pol ve 4/47-Cul), modern esaret ve kadınların istismarına karşı eşgüdüm içinde mücadelenin önemine dikkat çekilmiş, bilhassa az gelişmiş İİT ülkelerinden gelişmiş ülkelere yönelik insan kaçakçılığı  şiddetle kınanmıştır. İİT gibi kapsamlı bir çatı kuruluşunun kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi ve durumlarının iyileştirilmesine ilişkin  süreçlerde faal olarak devreye girmesi muhakkak ki önemli bir aşama  teşkil edecektir.

IV. Öte yandan; yeni bir yüzyıla girişimizin üzerinden 20 yıl geçtiği malumdur. Kadın hakları, eşitliği, temsili vb. alanlarında yapılacak daha epeyce iş olmasına karşın bugüne kadar önemli adımların atıldığı, kararların alındığı, eylem planlarının hazırlandığı da yukarıda belirtilmiştir. Bütün bunların ne ölçüde başarılı olduğu veya olmadığı  ilgili uluslararası kuruluşların raporlarına da yansıtılmaktadır.

Son olarak dünyamızın 2020 içinde başlayan ve  halen süren covid19  tecrübesi   bu salgın karşısında da kadınların en ağır zorluklarla yüzyüze kalan kesimlerden biri olduğunu göstermiştir.

Bütün bunların ötesinde, bugün dünyada kadınların yüzyüze kaldığı çok daha farklı sorunlar da var. Emsalsiz baskılar, zulümler, asimilasyon vb. gibi. Bu yönden  bakıldığında kadınların küresel ölçekte en büyük yıkımlarla  yüzyüze kaldığı  ülkenin Çin olduğu da görülüyor. Burada bahis konusu olan   Doğu Türkistan’lı kadınlardır. Doğu Türkistan’da herkesin, bütün kesimlerin istisnasız  maruz kaldığı gibi kadınlar da bu baskıların ve ağır uygulamaların ana hedefleridir.  

D.Türkistan’da Uygur, Kazak ve Kırgızlar başta olmakla genelde Müslüman-Türk  nüfusa  karşı işlenen  insanlık suçlarıyla ilgili olarak çokça rapor ve analiz mevcut. Bunların sayıları da sürekli artıyor.

Kanada  Parlamentosu Avam Kamarası Dış İlişkiler ve Uluslararası Kalkınma Komitesi’ne bağlı Uluslararası İnsan Hakları Alt Komitesi  20 Ekim 2020 tarihinde  “Sincan’da Uygurların ve Diğer Türk-Müslümanların  İnsan Haklarının Durumu” başlıklı kapsamlı bir Bildiri kabul etmiş, bu  Bildiride  D.Türkistan’lı kadınlara karşı  psikolojik,  fiziki ve cinsel istismarı, kadınlara doğum kontrolü baskılarını da vurgulayarak, bölgedeki  yerel nüfusun  giderek azaldığını  açıklamıştır.

Avrupa Parlamentosu’nun  17 Aralık 2020 tarihli  kararı da geçen yılın önemli  açıklamalarından  biri olarak zikredilmelidir.   604 leyhte, 20 aleyhte oyla kabul edilen bu karar  diğer hususların yanı sıra Uygur kadınlara  mecburi doğum kontrolü uygulamalarını kınamış ve Çin yönetimine ivedilikle buna   son verme çağrısı yapmıştır. 

D.Türkistan’da kadınlara yönelik baskıların ele alındığı son raporlardan biri de İngiltere’de Essex Hukuk Bürosu’nun   26 Ocak 2021 tarihli çalışması  olmuştur.  

Rapor özetle;

-Çin hükümetinin kadınlara yönelik uygulamalarının (eğitim kamplarında cinsel şiddet, zorla kısırlaştırma, ortak aile, aşağılama, mecburi kürtaj  vb) Roma Statüsü’ne göre (Md.6, 7 gibi) insanlığa karşı suç teşkil ettiğini, Çin tek parti devleti olduğu cihetle  Çin liderliğinin de bunun suçlusu olduğunu,  Çin’e karşı Magnitski yaptırımlarının uygulanması hususunun İngiliz hükümetince dikkate  alınması gerektiğini, 

-Kurbanların ifadelerinin, STK araştırmalarının, uydu görüntülerinin, dışarıya sızan hükümet verilerinin vb.  Rapora kaynaklık ettiğini,

-Çinli Hanlara doğum  engeli yokken Uygurlara mecburi nüfus sınırlaması uygulandığını, nitekim 2019 verilerine göre Çin’in diğer bölgelerinde doğum oranı % 4.2 düşerken bu oranın D.Türkistan’da % 24 olduğunu bildirmekte ve bütün ülkeler bu zulmün farkında olmaya  davet edilmektedir.

Nihayet en son olarak 22 Şubat 2021 günü Cenevre’de  başlayan BM İnsan Hakları Konseyi 46.Oturumu’nun Yüksek Düzey Konuşmalar bölümünde başta Fin Başbakanı Marin olmakla çeşitli ülkelerden üst düzey  temsilciler; çatışma ve  savaşlarda fiziki/cinsel saldırı kurbanı olan kadınların durumu, Uygurlar, Rohingalar ve Tigrayların maruz kaldıkları yıkımlar hakkında endişelerini dile getirmişlerdir. Toplantıdaki konuşmalarda  kadın hakları, kadınlara yönelik şiddet, kadın hakları gibi hususlar da  vurgulanmıştır. Uzun yıllardır süren utanç verici suskunluk  sonrası Türk dışişleri bakanının ilk kez konuyla ilgili bazı endişelerini ifadesi ise  olumludur. Birçok ülke liderinin kadınlar başta olmakla müslüman-Türk nüfusun durumuna dair kaygılarını en üst düzeyde dile getirdiği bir forumda Türk Bakanın suskunluğu herhalde tarihe geçerdi. Bunun çokça örneğine zaten bu dönemde şahit olmaktayız. Bununla birlikte D.Türkistan bağlamında gerek  bölgede gerek  küresel anlamda özel bir ağırlığı bulunan Türkiye’nin bu konuda sadece tepkisel siyasetler değil, sistematik, istikrarlı ve  Çin üzerinde sonuç getirici politikalar geliştirmesi gerekiyor ve bunun da vakti geçmek üzere. Örneğin yıllardır bölgeye  tek bir  Türk heyeti gidebilmiş değil…     

Yine geçen hafta içinde  Kanada Avam Kamarası  ile Hollanda Parlamentosunun aldıkları kararlar da bu alanda kaydadeğer   köşe taşlarını teşkil ettiler. Benzeri bir adımın önümüzdeki yakın dönemde Belçika Parlamentosunca da atılması bekleniyor.  Bu kararlar her ne kadar tavsiye mahiyetinde olsalar da Çin’deki uygulamaları en açık şekilde ortaya koymaları  ve ilgili hükümetleri buna karşı gerekli adımları atmaya teşvik bakımından en başta bölgedeki mazlum halka büyük moral desteği sağlıyor.

V.Son dönemde bölgedeki gelişmeler üzerinde yoğunlaşan ilgi ve hassasiyet neticesinde  çeşitli kararlar, raporlar ve çalışmalarda D.Türkistan’lı kadınlarla ilgili olarak dile getirilen  endişe ve tespitlerin   bazı ortak noktaları şu şekildedir;

a.Bölgedeki Uygur ve diğer akraba toplulukların kadınlarına  yönelik uygulanan doğum kontrol, kısırlaştırma  politikaları. Çinli yetkililer bunları  reddetmekle birlikte  son yıllarda bölgede bir nüfus düşüşünün yaşandığını kabul ediyorlar. Ancak  Pekin’e göre bu durum sadece aile planlamasının doğal  bir sonucu!  

b. Doğum kontrol baskıları Çin’in   bölgedeki  asimilasyon politikalarının da önemli bir ayağını teşkil ediyor ve bir strateji içinde yürütülüyor.                              

c. Çin hükümetinin   Uygur ve diğer Müslüman Türk  kadınlara doğum kontrolü baskıları sürerken   Çin Hanlara karşı bunun sözkonusu olmadığı,  hatta nüfus artışlarının  teşvik edildiği. Ülke genelinde nüfus düşüşü  % 4/5 civarında iken bölgede bu oranın  % 20’ lerin üzerinde olması son derece dikkat çekiyor.  Çin iç savaşından sonra bölgeye yerleşen  Çinli Han nüfus  o günlerde nüfusun küçük bir bölümünü teşkil ederken bugün çeşitli şehir/kentlerde hakim unsur haline dönüştüler.    

d.Çeşitli nedenlerle sözde eğitim kampı olarak anılan gerçekte topyekun dini/milli/kültürel vb.  asimilasyon merkezleri olarak faaliyet gösteren ideolojik merkezlerde kadınların baskılara, cinsel istismara maruz kalmaları.

e.  Aile buluşma/ Ortak aile  programları çerçevesinde Çinli resmi görevlilerin müslüman ailelerin evlerine  uzun süreli mecburi misafir olarak gelmeleri ve  birlikte yaşamalarının, ailevi değerlere, yaşam tarzına vb. müdahale etmelerinin    toplumun  dokusunda doğurduğu büyük yıkımlar.  

Burada işaret ettiğimiz hususlar D.Türkistan’daki  Müslüman Türk  kadınlara karşı uygulanan trajik ve yıkıcı baskı  uygulamalarının  sadece bazı örnekleridir. Bu konularda yapılacak kapsamlı çalışmalar  durumun vahametinin çok daha ağır olduğunu muhakkakki ortaya koyacaktır.

Sonuç olarak; 8 Mart Kadınlar Günü  yaklaşırken bunun D.Türkistan’daki kadınların  vahim durumunun  bir kez daha dünya gündemine getirilmesine  vesile teşkil etmesini umuyoruz. Filhakika, bölgede yaşananlar  artık meselenin  topyekun bir anlayış ve sistematik yaklaşımlarla ve ikili, bölgesel/ küresel ölçekte  ele alınmasını gerektiriyor. D.Türkistan’daki  durumun giderek daha fazla gündeme gelmeye başlamasının Çin hükümeti üzerinde siyasi, ekonomik vb. her türlü   baskının artmasına ve Pekin’i bu  politikalarını gözden geçirmeye yöneltmeye teşvik etmesi umulur. Bugünkü küresel sistemin en büyük güçlerinden biri de olsa, insanlığa karşı suçlar bağlamında hiçbir devletin eleştirilere ve sonuçlarına karşı durması mümkün değildir. Eninde sonunda bu acı gerçekle yüzleşmesi gerekecektir.

Avrupa Parlamentosu’nun  17 Aralık 2020 tarihli  kararı da geçen yılın önemli  açıklamalarından  biri olarak zikredilmelidir.   604 leyhte, 20 aleyhte oyla kabul edilen bu karar  diğer hususların yanı sıra Uygur kadınlara  mecburi doğum kontrolü uygulamalarını kınamış ve Çin yönetimine ivedilikle buna   son verme çağrısı yapmıştır. 

D.Türkistan’da kadınlara yönelik baskıların ele alındığı son raporlardan biri de İngiltere’de Essex Hukuk Bürosu’nun   26 Ocak 2021 tarihli çalışması  olmuştur.  

Rapor özetle;

-Çin hükümetinin kadınlara yönelik uygulamalarının (eğitim kamplarında cinsel şiddet, zorla kısırlaştırma, ortak aile, aşağılama, mecburi kürtaj  vb) Roma Statüsü’ne göre (Md.6, 7 gibi) insanlığa karşı suç teşkil ettiğini, Çin tek parti devleti olduğu cihetle  Çin liderliğinin de bunun suçlusu olduğunu,  Çin’e karşı Magnitski yaptırımlarının uygulanması hususunun İngiliz hükümetince dikkate  alınması gerektiğini, 

-Kurbanların ifadelerinin, STK araştırmalarının, uydu görüntülerinin, dışarıya sızan hükümet verilerinin vb.  Rapora kaynaklık ettiğini,

-Çinli Hanlara doğum  engeli yokken Uygurlara mecburi nüfus sınırlaması uygulandığını, nitekim 2019 verilerine göre Çin’in diğer bölgelerinde doğum oranı % 4.2 düşerken bu oranın D.Türkistan’da % 24 olduğunu bildirmekte ve bütün ülkeler bu zulmün farkında olmaya  davet edilmektedir.

Nihayet en son olarak 22 Şubat 2021 günü Cenevre’de  başlayan BM İnsan Hakları Konseyi 46.Oturumu’nun Yüksek Düzey Konuşmalar bölümünde başta Fin Başbakanı Marin olmakla çeşitli ülkelerden üst düzey  temsilciler; çatışma ve  savaşlarda fiziki/cinsel saldırı kurbanı olan kadınların durumu, Uygurlar, Rohingalar ve Tigrayların maruz kaldıkları yıkımlar hakkında endişelerini dile getirmişlerdir. Toplantıdaki konuşmalarda  kadın hakları, kadınlara yönelik şiddet, kadın hakları gibi hususlar da  vurgulanmıştır. Uzun yıllardır süren utanç verici suskunluk  sonrası Türk dışişleri bakanının ilk kez konuyla ilgili bazı endişelerini ifadesi ise  olumludur. Birçok ülke liderinin kadınlar başta olmakla müslüman-Türk nüfusun durumuna dair kaygılarını en üst düzeyde dile getirdiği bir forumda Türk Bakanın suskunluğu herhalde tarihe geçerdi. Bunun çokça örneğine zaten bu dönemde şahit olmaktayız. Bununla birlikte D.Türkistan bağlamında gerek  bölgede gerek  küresel anlamda özel bir ağırlığı bulunan Türkiye’nin bu konuda sadece tepkisel siyasetler değil, sistematik, istikrarlı ve  Çin üzerinde sonuç getirici politikalar geliştirmesi gerekiyor ve bunun da vakti geçmek üzere. Örneğin yıllardır bölgeye  tek bir  Türk heyeti gidebilmiş değil…     

Yine geçen hafta içinde  Kanada Avam Kamarası  ile Hollanda Parlamentosunun aldıkları kararlar da bu alanda kaydadeğer   köşe taşlarını teşkil ettiler. Benzeri bir adımın önümüzdeki yakın dönemde Belçika Parlamentosunca da atılması bekleniyor.  Bu kararlar her ne kadar tavsiye mahiyetinde olsalar da Çin’deki uygulamaları en açık şekilde ortaya koymaları  ve ilgili hükümetleri buna karşı gerekli adımları atmaya teşvik bakımından en başta bölgedeki mazlum halka büyük moral desteği sağlıyor.

V.Son dönemde bölgedeki gelişmeler üzerinde yoğunlaşan ilgi ve hassasiyet neticesinde  çeşitli kararlar, raporlar ve çalışmalarda D.Türkistan’lı kadınlarla ilgili olarak dile getirilen  endişe ve tespitlerin   bazı ortak noktaları şu şekildedir;

a.Bölgedeki Uygur ve diğer akraba toplulukların kadınlarına  yönelik uygulanan doğum kontrol, kısırlaştırma  politikaları. Çinli yetkililer bunları  reddetmekle birlikte  son yıllarda bölgede bir nüfus düşüşünün yaşandığını kabul ediyorlar. Ancak  Pekin’e göre bu durum sadece aile planlamasının doğal  bir sonucu!  

b. Doğum kontrol baskıları Çin’in   bölgedeki  asimilasyon politikalarının da önemli bir ayağını teşkil ediyor ve bir strateji içinde yürütülüyor.                              

c. Çin hükümetinin   Uygur ve diğer Müslüman Türk  kadınlara doğum kontrolü baskıları sürerken   Çin Hanlara karşı bunun sözkonusu olmadığı,  hatta nüfus artışlarının  teşvik edildiği. Ülke genelinde nüfus düşüşü  % 4/5 civarında iken bölgede bu oranın  % 20’ lerin üzerinde olması son derece dikkat çekiyor.  Çin iç savaşından sonra bölgeye yerleşen  Çinli Han nüfus  o günlerde nüfusun küçük bir bölümünü teşkil ederken bugün çeşitli şehir/kentlerde hakim unsur haline dönüştüler.    

d.Çeşitli nedenlerle sözde eğitim kampı olarak anılan gerçekte topyekun dini/milli/kültürel vb.  asimilasyon merkezleri olarak faaliyet gösteren ideolojik merkezlerde kadınların baskılara, cinsel istismara maruz kalmaları.

e.  Aile buluşma/ Ortak aile  programları çerçevesinde Çinli resmi görevlilerin müslüman ailelerin evlerine  uzun süreli mecburi misafir olarak gelmeleri ve  birlikte yaşamalarının, ailevi değerlere, yaşam tarzına vb. müdahale etmelerinin    toplumun  dokusunda doğurduğu büyük yıkımlar.  

Burada işaret ettiğimiz hususlar D.Türkistan’daki  Müslüman Türk  kadınlara karşı uygulanan trajik ve yıkıcı baskı  uygulamalarının  sadece bazı örnekleridir. Bu konularda yapılacak kapsamlı çalışmalar  durumun vahametinin çok daha ağır olduğunu muhakkakki ortaya koyacaktır.

Sonuç olarak; 8 Mart Kadınlar Günü  yaklaşırken bunun D.Türkistan’daki kadınların  vahim durumunun  bir kez daha dünya gündemine getirilmesine  vesile teşkil etmesini umuyoruz. Filhakika, bölgede yaşananlar  artık meselenin  topyekun bir anlayış ve sistematik yaklaşımlarla ve ikili, bölgesel/ küresel ölçekte  ele alınmasını gerektiriyor. D.Türkistan’daki  durumun giderek daha fazla gündeme gelmeye başlamasının Çin hükümeti üzerinde siyasi, ekonomik vb. her türlü   baskının artmasına ve Pekin’i bu  politikalarını gözden geçirmeye yöneltmeye teşvik etmesi umulur. Bugünkü küresel sistemin en büyük güçlerinden biri de olsa, insanlığa karşı suçlar bağlamında hiçbir devletin eleştirilere ve sonuçlarına karşı durması mümkün değildir. Eninde sonunda bu acı gerçekle yüzleşmesi gerekecektir.

Sözkonusu suçların kurbanlarının  Müslüman-Türk halklar olduğu göz önüne alındığında  ise  Çin’in bu yıkıcı asimilasyon politikalarına en başta karşı çıkması gereken ülkenin Türkiye olduğu da şüphesizdir. Halkımız bu konuda hassastır, vicdan sahibir.  Ancak hükümetin bakışının ise halkımızın bu  vicdani duyarlılığının gerisinde kaldığı da aynı derecede bellidir. Tarih ve insanlık; milletleri ve   devletleri;  en başta mazlumların seslerine verdiği tepkilerle, bu yönde  attığı kararlı adımlarla hatırlayacak ve yargılayacaktır.

https://www.enpolitik.com/8-mart-kadinlar-gunu-yaklasirken-dogu-turkistan-kadinlari-makale,4747.html

Share
294 Kez Görüntülendi.