logo

trugen jacn
22 Mart 2014
Genel

UYGURLARIN MARUZ KALDIĞI ÇİFTTE ŞANTAJ

Doğu Türkistan, fazlasıyla tanıdık bildikmiş gibi gelen, şu son hadiselere apansız yakalandığımızı hissettiren tepkiler açısından bakıldığında da uzağımızda tuttuğumuz bir diyar.

Önceden nasıl bilirdik onu?  İsa Yusuf Alptekin’in büyük çabalarıyla, altmış yılı bulan bir işgal konusunda içimizi titreten hikayeler halinde…. Faciayla bağlı haberler bilgi kırpıntılarımızı geliştiriyor. Herhangi bir gazete okuyucusu olarak ise otoriter devletlerin azınlık ya da ayrılıkçı olmaya dair bir potansiyel algıladığı nüfusa karşı izlediği politikaların benzerliğini müşahade ediyoruz bir kez daha.  

      Bir akrabalık bağı kadar, apaçık bir zulüm karşısında uluslararası toplumun (ve o cılız kurumlarının) sessizliği de bütün Türkiye’yi kuşatan kaygıyı anlaşılır kılıyor. Onlar Avrupa içlerine kadar uzanan uzun bir yolculuğun başlangıç safhasında ikâmet eden soydaşlarımız, dindaşlarımız; böyle düşünüyoruz. Türk isen, kıtalar aşırı uzun yolculuklarda değiştin sen, sentezlerle, ödünç alıp vermelerle, hayran kalmalarla, taklitlerle, yol yorgunluğunun rehavetiyle başkalaştın, kendinde olanlara yabancılaştın. Onlar ise pek az değiştiler, yerlerini neredeyse hiç değiştirmedikleri için. Senin yitirdiğin ya da başkalaşmasına seyirci kaldığın için tanınmaz hale gelen özün, hâlâ onların elinde olabilir.  
      “Yiğitlerim uyur gurbet ellerde

      Kimi Semerkant’ta bekler beni kimi Caber’de”, diyor ya Arif Nihat Asya…  
      Uzun yolları aşarken sanki anayurdu büyük ölçüde yanına almış gibiydi ataların ve geride kalanlar bulundukları yerde gurbete terkedilmişti, öyle hissedilirdi, hiç yerlerinden kıpırdamamış olsalar bile…. Bu ilginç bir hissiyat. Çünkü mesela Kaşgar aynı zamanda manevi bir beslenme merkezi olmaya devam etti.  …

      Uygur Türkleri, asimilasyona direndiği için katlediliyor. Bini aşkın Uygur Türkü’nün öldürüldüğü söyleniyor. Urumçi’de polisin açtığı ateş sonucu ölen insanları, Kaşgar’da evleri basan polisleri dehşetle izliyoruz. Yüzleri kanlı, ellerini göğe açarak tanklara doğru yürüyen her yaştan kadın hem hiç yabancımız değil, hem de sanki onları şimdi, bir katliamla birlikte tanıdık. Çinliler ellerinde sopalarla, yüzlerinde nefretten kibirli bir tebessüme varan bir yığın ifadeyle “ayrılıkçı” olarak gördükleri Uygurların üzerine yürüyorlar. Akif Emre, bu yaşananların bir medeniyetler savaşı olduğunu yazdı. Gerçi bu kez müslümanlara (Türklere)  saldıranlar Batılılar ya da onların işbirlikçi güçler değil. Katliamı gerçekleştiren, bizatihi Doğulu bir zorba devlet.

        Kültür Devrimi”nden sonra komünist Çin’de geliştirilen “yeni ve misli görülmemiş” terör biçimlerinden söz ediyor Ali İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım’da: “Kültür Devrimi son derece kültürsüzdü; bu yüzyılın en büyük barbarlığıydı” diye yazıyor, ayrıca ve şu notu da ekliyor: “Kültür Devrimi” esnasında “Burjuva Canavarlarını Gözetim Komitesi” diye bir müessese vardı. Sözkonusu canavarlar öncelikle yazarlar ve sanatçılardı.” (Sf. 274-275; Klasik, 2005.)

      Bu bilgilere karşılık, gerçekleşen katliamı getiren süreç konusundaki bilgisizliğimizin mahcubiyeti, aczimizin idrakıyla karışıyor.  Acizliğimiz, emperyalizme özgü söylemlerdeki pratik boşluklarla da ilgili. Ezberler bozuluyor; Doğu ile Batı arasında kurulan karşıtlığa dayalı denge arayışı içindeki açıklamalar anlamsızlaşıyor.  Var olmak, insanca var olmak için sesini yükseltenlerin dış güçlerin komplolarıyla ilişkilendirildiği devasa –makineleşmiş- bir sistem içinde, haktan hukuktan, insaftan yoksun ve gönülsüz bir kaynaşmaya zorlanan Uygur Türkleri o coğrafyaya sonradan kondurulmadılar, ama nicedir kendilerinde var olan ne varsa, hepsini inkâra zorlanıyorlar. 

        Tehcir, yerinden yurdundan etme, belki “kaynaştırma” terimiyle açıklanan eritip yoketmeye dönük mühendislik çalışmaları, sadece ırkçı politikaların değil, bütün genişleme ve güç kazanma eğilimi içindeki iktidarların araçları…

      Çin, isyan eden Uygurları hain, ayrılıkçı, casus veya ajan olmakla suçluyor.  Uygur aktivistlerin ABD’den yükselen sesini, cinayetlerinin müsebbibi olarak gösteriyor. “Terörist” suçlaması bu kez ABD’nin değil, bir diğer zorba gücün müslüman vatandaşlarını susturmanın silahına dönüşüyor. 

       ABD nerede özgürlük hareketlerini desteklese, ya da bir faciada taraf olmaya kalksa, bu özgürlük hareketlerinin renginin karışmasına, facianın ise görünmez hale gelmesine sebep oluyor. 

      Zizek “çifte santaj” diyor. Bir tarafta baskıcı bir dikta rejimi, diğer tarafta ise emperyalist güç odakları… Çağdışılığı, ataerkilliği, özgür düşünceye yönelik baskıyı temsil eden yönetimlerin karşısında demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü gibi ilkeleri savunan bir  ABD imajı var.. Baskı rejimleri altında yaşamanın oluşturduğu çaresizlikle ABD’nin demokrasi havariliğine inanmaya bir şekilde açık bulunan kitleler, kendileri için doğru ve iyi olan konusunda bir karara varacak görüş berraklığından yoksunlaşıyor.

      Çin bir taraftan bastırıyor, Amerika diğer taraftan. Süper olmaya çalışan güçlerin  hırsı ve inadı yeni fay kırıkları oluşturuyor. Ne Batı’dan güçlü bir itiraz yükseliyor, ne de İslam Dünyası’ndan. Komünizmini hiç zorlanmadan ırkçılığa dönüştürmüş zorba bir devletin acımasız çarkı önünde yapayalnız görünüyor Uygur Türkleri.  

 

Etiketler:
Share
1105 Kez Görüntülendi.