Soğuk Savaş sonrasının rahat atmosferinde, özellikle de Batı’nın Çin ile ilişki kurmasının ardından, burayı sanki bir demokrasiymiş gibi görme eğilimine girdiler. Çin’in hâlen dünyanın en zalim diktatörlüklerinden biri tarafından yönetilmekte olduğu gerçeğini tamamen görmezden geldiler veya farkında olmadan unuttular.

Çin’in son 30 yılda yakaladığı devlet merkezli müthiş kalkınmadan etkilenerek, milyonlar kazanma arzusuyla devasa Çin pazarına girmek isteyen pek çok ülke ve büyük şirket, Pekin’in adını “Sincan” olarak değiştirdiği Doğu Türkistan bölgesinde yaşayan Türk ve Müslüman Uygur halkına yönelik ağır ve baskıcı politikalarına göz yumdu.

Ancak son dönemde Doğu Türkistan’da ve ülkenin iç bölgelerinde yaşanan bir dizi trajik olay, birlik ve barış içinde, güçlü ve homojen nüfuslu Çin efsanesini giderek yıktı. Pekin’in ilhak edilen topraklara ve azınlıklara yönelik sözde ayrıcalıklı muameleye dair siyasi tarih yorumlarına inanan Çin halkı ve uluslararası toplumda da şok etkisi yarattı.

Çin, Doğu Türkistan’ı ilhak ettiğinden bu yana, Çin devleti ile yerli Uygur halkı arasındaki ilişki, sömürgeci-sömürülen bazında oldu.

Alim A. Seytoff

22 Mayıs 2014 tarihinde Çin medyasında, Urumçi’de bir pazar yerinde gerçekleşen bombalı saldırıda 31 kişinin öldüğü, 94 kişinin yaralandığı haberi yer aldı. Saldırıları hiçbir Uygur grup üstlenmediği halde Pekin, Uygurları suçladı. O saldırı, Uygurlar tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen, Urumçi tren istasyonu,Kunmig tren istasyonu ve Tiananmen Meydanı saldırılarının da aralarında bulunduğu bir dizi saldırının sonuncusuydu. Sivillere yönelik saldırı şüphesiz elim bir olaydı.

Çin hükümeti, yaşanan şiddet için “terör, ayrılıkçılık ve dini aşırıcılık üçlüsünü” suçlamaya devam ededursun, pek çok Çinli, Pekin’in “Sincan’ın barışçıl yollardan kurtuluşu” ve Çin’in Doğu Türkistan’daki sömürge idaresine şükreden, rengarenk geleneksel giysileri içinde “mutlu mutlu dans edip şarkı söyleyen” Uygurlar ile ilgili olarak anlattığı hikayenin aldatıcı yönüne acı bir şekilde uyandı.

Çin devleti ile Uygur halkı arasındaki husumet, yeni bir şey değil. Her şey, General Wang Zhen komutasındaki Çin komünist kuvvetlerinin, Sovyetler Birliği’nin de desteğiyle Ekim 1949’da Doğu Türkistan Cumhuriyeti’ni işgal edip direnen Uygurları, halka açık idamlar ve katliamlarla sindirmesiyle başladı. Doğu Türkistan’ın komünist Çin tarafından fethedilmesi esnasında Wang’in askerleri, on binlerce Uyguru öldürdü.

Özerklik vaatleri

Çinli komünistler ilk başta Çinli olmayan halklar için özerklik, hatta bağımsızlık vaadinde bulundular. Ama verilen sözler, ilhakın ardından hemen unutuldu ve 1955 yılında “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” kuruldu. Pekin’in “Sincan’ın eski çağlardan bu yana Çin’in ayrılmaz bir parçası olduğu” iddialarının aksine, Sincan adı Çincede “Yeni Toprak” anlamına geliyor.

“Doğu Türkistan” adının Uygurlar tarafından kullanılması suç sayılırken, “Sincan” ismi, binlerce yıldır o bölgede yaşayan yerli Uygur halkına doğrudan hakarettir. Uygurlar, tıpkı Tibetliler ve Moğollar gibi, sözde Özerk Bölgeleri içinde asla özerk olamamıştır. Çünkü siyasi, askeri, kolluk ve ekonomik karar mercilerinin tamamı Çinlilerin elindedir. Bölgesel başkanlık da dahil olmak üzere, Uygurların hükümet seviyesinde aldığı tüm görevler göstermeliktir.

      Çin’in Doğu Türkistan’ı ilhakından bu yana, Çin devleti ile yerli Uygur halkı arasındaki ilişki, sömürgeci-sömürülen şeklinde gerçekleşti. Çin, “Yeni Toprak”ları denetleyebilmek amacıyla Uygur kaynaklı en ufak bir huzursuzluk belirtisini bile acımasızca bastırmanın yanında, milyonlarca sadık Çinli yerleşimciyi de Doğu Türkistan’a gönderip onlara iş, konut, banka kredisi ve Uygurlardan esirgenen ekonomik fırsatlar sundu.

        Diğer taraftan, Çin devletine ait şirketlerin Doğu Türkistan’ın zengin doğal kaynaklarından faydalanıp bunları Çin anayurduna aktarması neticesinde Uygur halkının elinde hiçbir şey kalmadı. Yaklaşık İran kadar bir yüzölçümüne sahip olan Doğu Türkistan, devasa doğalgaz, petrol, altın, uranyum, kömür ve benzeri maden rezervlerine barındırsa da, Uygurlar ülkenin en düşük yaşam standartları seviyesinde yaşıyorlar.

      Doğu Türkistan’daki Uygur nüfusunun oranı, 1949’da yüzde 90 civarında iken, şimdi sadece yüzde 45 seviyesinde. 1953 yılında nüfusun yaklaşık yüzde 6’sını oluşturan Çinililer ise devlet destekli kitlesel yerleştirme çalışmaları yüzünden orantısız bir biçimde artarak bugün yüzde 40 seviyesine ulaşmış durumda. Ki buna Çinli askerler, mevsimlik işçiler ve geçici nüfus dahil değil. Pek çok Uygur, halihazırda Çinlilerin çoğunlukta olduğuna inanıyor, zira hâlâ Pekin tarafından bölgeye yerleşmeye teşvik ediliyorlar.

          Uygurların Çin iktidarına yönelik kızgınlığı; bağımsızlıklarını kaybetmelerinden, siyasi kaderlerini yönetip değiştirememelerinden ve anavatanları Doğu Türkistan’ın tarihi, egemen ve yerli çoğunluğu iken, bugün artık milyonlarca Çinli tarafından varlıkları tehdit edilir hale gelmiş olmalarından kaynaklanıyor. Ayrıca mevcut sömürgeci ve ayrımcı Çin yönetimine, Uygur halkının 1949’dan bu yana sistemli bir şekilde zulme uğratılmasına ve Uygurları hedef alan bu toptan saldırının 11 Eylül’den sonra “İslami terör” ile mücadele tamlaması altında yeni bir çerçeveye oturtulmasına da öfkeliler.

Çin’in önünde iki seçenek var: ya Uygur halkına gerçek vatandaş gibi muamele edecek ya da kendi siyasi geleceklerini kendilerinin belirlemesine izin verecek. 

Kültürel ‘soykırım’

Dahası, Çin, 1964-1996 yıllarında Doğu Türkistan’ın hem yeraltında, hem de yer üstünde 45 nükleer deneme yaparak hava, su ve toprağın kirlenmesine, insanların ve besi hayvanlarının radyasyonun etkileri yüzünden yavaş yavaş ölmesine neden oldu. Çin’in Uygur kimliği, kültürü, dini ve adetlerine yönelik kültürel “soykırım” politikaları ile Çinli askerlerin, Uygur kadın, erkek ve çocukları hedef alan yargısız infazları da Uygurların Pekin yönetimine öfkesini daha da pekiştirdi.

Uygurlar, kendilerini tarihi anayurtları, yaşam tarzları, kimlikleri, kültürleri, dilleri ve dinlerini Pekin’in giderek artan saldırılarına karşı savunacak ve Çinli yerleşimcilerin bir zamanlar sahip oldukları her şeye el koymasına karşı duracak güçte hissetmiyorlar.

Çin sistemi bünyesinde çalışmaya gayret etmiş Profesör İlham Tohti ve dilbilimci Abdülveli Eyüp gibi ılımlı Uygurlar dahi suçlanıp tutuklandılar. Bazıları da çaresizlikten meseleye kendileri el atıp Çinli güvenlik güçleri yanında yerleşimcileri de hedef alan korkunç bir takım siyasi şiddet eylemlerine imza attı.

Bu saldırıları koz olarak kullanan Pekin, ülke ve dünya kamuoyunun desteğini kazanmak ve uyguladığı ağır baskıya yönelik uluslararası eleştirileri susturmak amacıyla, ustalıkla “Müslüman Uygurlardan kaynaklanan bir terör tehdidi” ile karşı karşıya olunduğu ve “Çin’in de terör kurbanı olduğu” hikayesini uydurdu.

Fakat Çin ne hikaye uydurursa uydursun, Uygurların büyük çoğunluğu barıştan ve barışçıl bir değişimden yana. Siyasi durumu barışçıl yollardan çözüme kavuşturma doğrultusunda tekrarladığımız çağrılarımız, Pekin tarafından kulak ardı ediliyor. Doğu Türkistan meselesinin barış içinde çözülmesinin, her iki tarafın da menfaatine olduğuna ve şiddet kısır döngüsünün çözüm namına hiçbir fayda sağlamadığına inanıyoruz.

Doğu Türkistan’ın, sömürgeci Çinli yerleşimciler için bir fırsatlar ve zenginlik ülkesi; yerli Uygur halkı için ise bir ölüm ve yıkım ülkesi olamayacağını Çin hükümeti artık anlamalıdır. Basitçe söylemek gerekirse, Pekin, Doğu Türkistan’da her Uygur vatandaşın başına silah doğrultarak siyasi istikrarı koruyup etnik uyum yaratamaz. Tüm Uygurlara terör şüphelisi ya da Çin devletinin düşmanı muamelesi yaparak “terör, ayrılıkçılık ve dini aşırıcılık üçlüsü” ile mücadele edemez.

Çin’in önünde net iki seçenek var: Ya Çin anayasasına ve Bölgesel Etnik Özerklik Kanunları’na riayet ederek Uygur halkına gerçek birer Çin vatandaşı gibi muamele edecek ya da Uygurları Çinli olmayan vatandaşlar olarak görüp kendi siyasi geleceklerini kendilerinin belirlemesine izin verecek.

Uygur halkı, tıpkı Tibetliler gibi, Çin’in 21. yüzyılda kendi anavatanlarında uyguladığı sömürgeci ve ayrımcı idareyi reddetmeyi sürdürecektir.

Top artık Pekin’in sahasında. Çin, bahsi geçen şıklardan birini seçmemekte diretir ve bir tarafta ağır baskı, diğer tarafta zorla asimilasyona dayalı, eski ve başarısız yöntemi uygulamaya devam ederse, Uygurlarla savaşmayı tercih etmiş olacaktır. Bu da önünde sonunda “Yeni Toprak”larda kendi Filistin’ini yaratmasıyla sonuçlanacaktır.

  

Kaynak : http://www.aljazeera.com.tr/gorus/uygurlarin-kulturel-soykirim-iddiasi