logo

trugen jacn
19 Ağustos 2015

DOĞU TÜRKİSTAN VE TAYLAND’DAKİ SIĞINMACI UYGUR TÜRKLERİNİN SON DURUMU (RAPORTAJ)

Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi ve Dünya Uygur Kongresi Yürütme Kurulu Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Erkin EMET, Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinin durumuna ilişkin Haber Analiz için sorularımızı cevapladı.

Doğu Türkistan’da özellikle Ramazan ayında baskı ve şiddetin ne kadar yoğun olduğu basına yansımıştı. Siz oradaki son durumu, bizlere nasıl anlatırsınız?

1949 yılında bugünkü Çin halk Cumhuriyeti Sincan Uygur Özerk Bölgesini işgal ettikten sonra adını Sincan Uygur özerk bölgesi olarak koymuş. Statü olarak özerk bölge diye geçiyor ama uygulamada Özerk bölge durumu yok. İşgal ettikten sonra buradaki Türk varlığını yavaş yavaş asimile etmek suretiyle orayı Çin toprağına katmak amacıyla çeşitli yöntemler kullanmış. Örneğin; dinini yasaklamışlar, zaman zaman dilini yasaklamış, insanları Çince öğretmeye zorlamış, aile planlaması adı altında doğumda kürtaj yaptırmış. Bu asimile politikası 1949’dan bu yana devam ediyor.

Bu uzun bir tarihi süreç. Doğu Türkistan’da son durum dediğimiz zaman 1992’de Sovyetler Birliğinin parçalanmasıyla burada Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen, Azerbeycan gibi Türk Cumhuriyetleri bağımsız oldular. Çinliler Uygur Türklerinin de bağımsızlık isteğinin güçleneceği korkusuyla burada baskı politikasını hızlandırdı. Çin’de anaokulundan Üniversiteye kadar herkes Uygurca anadilde eğitim görebiliyordu 1993’de genelge yayınlanıyor ve bu genelgeden sonra anadilde eğitimi yasaklıyorlar. Burada Çin resmi rakamlarına göre 9 Milyon 730 bin Uygur, ama Uygurların iddiasına göre de burada 20 milyon Uygur Türkü Kazak, Kırgız, Tatar, Özbek olmak üzere 24 milyon Türk soylunun yaşıyor. Bunların yüzde 80’i köylü muhafazakâr milliyetçi bir yapıya sahip.

 11 Eylül  2001   terör olaylarından sonra Çinliler ABD’nin Uluslararası Terörizme karşı mücadelesini bahane ederek buradaki çok sayıda dindar yani inançlı insanları radikal islamcı diye yaftalayarak hapise attılar, idam cezası verdiler. 2011’den itibaren baskı daha da arttı. 2003’de anadilde eğitim tamamen yasaklandı. Bugün hiçbir okulda Uygur Türkçesi ile ders yapılmıyor. Sonra da dinlerini yaşamayı yasakladılar caminin önüne 5 maddelik belge yapıştırdılar: Memurlar, üniversite öğrencileri, devlet memuru, emekli olanlar, 18 yaşından küçükler ve kadınlar camiye giremez diye… 2003’ten itibaren camiyi tamamen yasakladılar bu yasak gittikçe artarak devam etti başörtüsü ile kütüphaneye girmek yasak. Hastahane bahçesine girmek yasak…

Özellikle bu sene Ramazan ayında dindar Uygurları toplayıp bira içme festivali düzenleyip Kominist Partisinin yetiştirdiği imamları sahnede dans ettirdiler.

Dolayısıyla, burada sürekli bir çatışma var. Çin resmi rakamlarına göre 2014 yılında 296 defa küçük büyük çatışma ortaya çıkmış ve binlerce insan ölmüş. Ama bizim öğrendiğimize göre hemem hemen her gün Doğu Türkistan’ın çeşitli bölgelerinde etnik çatışmalar var. Bugünkü durum ise çok kötü, Çin Uluslararası platformda hem iç kamuoyuna hem dünyaya Uygurları terörist olarak göstermeye çalışıyor. Kendi topraklarında ezilen elinde bir sopa dahi olmayan Türkleri dünyaya Uygur eşittir İslami Terör olarak gösteriyor. Bunda kısmen de başarılı olmuş durumda Pakistan, Rusya Federasyonu gibi pek çok ülkeler Uygur Türklerini terörist olarak tanımlıyor. Türkiye başta olmak üzere demokratik ülkeler Uygurların bu davasını insan hakları problemi olarak, etnik bir mesele olarak görüyor. Terör olarak görmüyor.

Tayland’daki tutsak Uygur Türkleri’nin Çin’e iadesinden sonra herhangi yasal ya da diplomatik olarak bir gelişme yaşandı mı?

Bildiğimiz gibi 2014 yılının Mart ayında Tayland’da bir ormanlığın içinde 350-360 civarında Uygur Türkü bulunmuştu. Bunlar kaçak yollarla Tayland’a kaçan Uygur Türkleriydi. Bunlar oradaki dini baskıdan dolayı bu yola başvurmuş Türkiye’ye kaçmaya çalışırken ormanlıkta yakalanmışlardır. Tayland güvenlik güçlerine yakalandıklarında Türk olduklarını ve Türkiye’ye gitmek istediklerini ifade ediyorlar. Bunlarla ilgili Türkiye Büyükelçiliği ile temasa geçiliyor. Türkiye Dışişleri Bakanlığı bu insanlarla ilgilendi ve yasal yollarla onları Türkiye’ye getirmeye çalıştı. 200-250 civarında Uygur Türkü çeşitli yollarla Türkiye’ye gelebildiler ama Tayland Hükümeti kalan 109 Uygur Türkünü, Çin’e iade etti. Hepsi, başlarına siyah çuval giydirilmiş, numaralandırılmış olarak Nazi Almanyasında Yahudileri fırına götürürken olan manzarayı anımsatan bir şekilde Çin’e götürüldüler. Şimdiye kadar Çin’in ne gazetelerinde ne televizyonlarında bu insanların akıbeti ile ilgili hiçbir haber olmadı. Bunun örnekleri var: 2009 yılında Kamboçya Hükümeti 125 civarında Uygur Türkünü Çin’e iade etmişti. Bunların çoğu idam edildi, bazıları ömür boyu hapse çarptırıldı ve hala yatanlar var.

Tayland’da hala 59 civarında kişi hapishanelerde ve bunların mahkemesi devam ediyor. Türkiye’nin Tayland’daki büyükelçiliği de bunlarla temas halinde. Çin, sahte belgelerle bunların terörist olduğunu ifade ederek iadesine çalışıyor.

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Çin ziyaretinin Uygur Türkleri açısından önemi ve neticesi ne olmuştur? Sizce orada Uygur Türklerine ilişkin verdiği mesajları dünya kamuoyu nasıl yorumladı?

Önemli bir ziyaretti. Uygur Türkleri Türkiye Cumhuriyeti’nden çok şey bekliyordu. Bunun sebebide 5 Temmuz 2009’daki Ürümçi olayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Başbakanken bunun Çin’in yaptığı bir soykırım olduğunu ve bunu BM Avrupa Parlemontosunda dünyaya anlatacağını ilan etmişti. Rabia Kader’i istediği zaman Türkiye’ye gelebilir kapımız açıktır diye dünyaya ilan etmişti ve o zaman Uygur Türklerinin gönlünde taht kurmuştu. Daha sonraki seçim dönemlerinde de Kayseri’deki Türkistan mahallesinde ikamet eden Uygur mahallesini 2 defa ziyaret ederek Uygurların yanında olduğu mesajını vermişti. Sonraki yıllarda seçim meydanlarında Filistin, Suriye ve tüm dünyadaki mazlum milletlere sahip çıktığını söyledi. Oraya gittiğinde burda basın açıklaması yaptı. Burda Çin’in toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu İslami Hareket adındaki bu teşkilatı terör listesine aldığını Çin’in toprak bütünlüğüne zarar veren içte ve dışta olan bütün şiddet olayına karşı olduğunu ilan etti. Çin medyasında özgür basın olmadığı için Recep Tayyip Erdoğan’ın bu açıklamasını ve sözlerini orada değiştirerek mesela “İçeride ve dışarıda Çin’in toprak bütünlüğüne zarar veren “şiddet” olaylarına karşıyız”cümlesinden “şiddet” kelimesini çıkarıp Doğu Türkistan ve bölücü faliyetlere Türkiye Cumhuriyeti olarak karşıyız şeklinde cümleyi değiştirdiler. Çin iç kamuoyuna bu maalesef ki bu şekilde yansıtıldı. Burda tabi biz şunu beklerdik Çin ile konuşurken oradaki Uygur Türklerine yapılan insan hakları ihlallerinide biz görüştük çünkü Uygurlar Türkiye Türklüğü ile tarihi bağı olan, akrabalık ilişkisi olan hem dindaş hem ırktaş topluluktur sözünü eklemesini beklerdik. Sayın Ecevit Başbakanken bunu dile getirmişti, Süleyman Demirel ve Özal da bunu dile getirmişti. Kapalı kapılar arkasında Uygur Türklerine faydalı ne konuşuldu bilmiyoruz tabi, ama biz basına yansıyan açıklamaları okuduğumuz zaman orada psikolojik savaş yürütülüyor.

Çin medyası artık Türkiye Cumhuriyeti bizim yanımızda Doğu Türkistan islami terörünü terör listesine aldılar ve Türkiye ile beraber Doğu Türkistanlı teröristlere karşı mücadele yapacagız şeklinde yansıttı. Bu da Uygur Türklerini büyük hayal kırıklığına uğrattı. Çin’in amacı da buydu: Türkiye’nin tavrını kullanarak artık siz Türkiye’ye güvenmeyin mesajı vermeye çalıştı. Dışarıya da Erdoğan’ın ticari çıkarı olduğunu, insan haklarını dile getirmedigi yönünde hem Hindistan medyasında olsun hem Avrupa medyasında ve Amerika’daki gazetelere bu şekilde yansıdı. Erdoğan’ın ticari çıkarı göz önünde bulundurarak insan haklarını göz ardı ettiğini yansıttılar. Bu açıdan Doğu Türkistan meselesi orada üçüncü konu olarak orada gündeme geldi. Mesela birinci konu iki ülke arasındaki ticari ilişkiler, ikinci konu Füze kalkanı ile ilgiliydi üçüncü olarak da Doğu Türkistan meselesi gündeme geldi. Daha sonra bölgesel ve dünyadaki bir takım meseleleri Ortadoğu’daki meseleler konuşuldu. Biz umut ediyoruz ki orada kapalı kapılar ardında Doğu Türkistan meselesi ile ilgili Türkiye güzel şeyler söylemiş olabilir.

Türkiye ve Çin arasındaki ikili ilişkileri de dikkate alırsanız, sizce Türkiye Cumhuriyeti Uygurlar için ne yapmalı, nasıl bir politika izlemeli?

Türkiye ve Çin, ikisi de bölgesel güç iki ülke de arasındaki ilişkileri geliştirmeyi çok istiyor. Ama burada Çin’in önceliği Doğu Türkistan meselesini halletmektir. Türkiye ile Çin arasında ticari açık var. Dolayısıyla, Türkiye’nin ise en önemli meselesi ticareti geliştirmek. Çin’den 26 milyar dolarlık mal alıyoruz ve 2 milyar dolarlık mal satabiliyoruz. Dolayısıyla Türkiye bu açığı kapatmak için Çin ile ticaret yapmak istiyor. Bir de Türkiye gelişmekte olan bir ülke ve yeterli teknoloji üretilmiyor. Şimdi Antalya-İzmir arasında 8 tane Hızlı Tren Projesi var ve bunu Çinliler yapmak istiyor. Kars-Edirne demiryolunu zaten Çinliler şuan yapıyor. Bir de Füze kalkan savunma sistemi Çin’den transfer etmek istiyoruz.

Çin bu ticari kozunu kullanarak Türkiye’deki Doğu Türkistan meselesini yok etmeye çalışıyor. Sen Doğu Türkistanlılara destek verirsen ben PKK’lılara destek veririm diyor. Çin eskiden beri Doğu Türkistan meselesini PKK terör olayıyla yanyana getirmeye çalıştı. Bu defa bunu başarmış gibi gördüm ben, çünkü HDP Genel Başkanı Demirtaş 20 kişilik heyetle Çin’i ziyaret etti ve ondan sonra burada patlamalar yaşandı. Çin dedi ki: bak, sende de terör var bende de terör var ikimizde terör kurbanıyız gibi bir yaklaşımla bunu yanyana getirmeye çalışıyor. Çin ile Kürt meselesi hem tarihsel açıdan hem de siyaseten çok farklı meselelerdir… Çin bunu siyasi olarak kullanmak istiyor. Türkiye ne yapabilir dediğimiz zaman şunu demeli: Uygurlarla hem akraba hem kardeş, hem dindaş hem de aynı dildeniz demeli… Uygurlar iyi yaşadığı müddetçe iki ülke arası ilişkiler gelişir ve oradaki Uygurlara yapılan baskıyı insan hakları çerçevesinde dillendirebilir. Bu takdirde hem ticari çıkarlar korunur hem de Uygurlara sahip çıkmış olur. Türkiye’nin yapması gereken şey 200 tane Üniversite var o Üniversitelerde Uygur araştırmalarını güçlendirmeli, sivil toplum örgütleri insan hakları ile ilgili raporlar hazırlamalı, bölgesel ve ulusal yayın kuruluşları ve Türk medyası Doğu Türkistan meselesini gündeme getirmeli, kamuoyunu bu alanda bilgilendirmelidir. Türk halkının desteği çoğaldıkça hükümette bir takım adımlar atmak zorunda kalır. Mesela Almanya’yı düşünün. Almanya’nın bugün Çin ile olan ticari hacmi, 300 milyar Euro ticareti var. Almanlar, hem ticaretini yapıyor hem insan hakları açısından Doğu Türkistan meselesi ile ilgileniyor. Biz de bunu yapabiliriz, bu Türkiye’nin doğal hakkı. Çünkü akrabasınız sizin akrabanızı biri ezdiğinde sizin hesap sormanız doğal hakkınız. Dolayısı ile bu açıdan yaklaşılması gerekiyor ama Türkiye’de maalesef Çin’in kalemşörleri var, Çin için çalışanlar var yani o kadar zulüm olmasına rağmen Ramazan ayında sosyal medyada Doğu Türkistan’da öyle bir olay yoktur şeklinde pek çok yazan çizen yazarları gördük şaşırdık. Türk sivil toplum örgütleri Doğu Türkistan’da olup bitenleri Türk kamuoyuna doğru yansıtmalı diye düşünüyorum.

Kaynak : Haberanaliz.com.tr

Etiketler: » » » » » » »
Share
1516 Kez Görüntülendi.