logo

trugen jacn
15 Temmuz 2016

TÜRKLER NASIL MÜSLÜMAN OLDU ? (2. VE SON BÖLÜM)

Orta Asya bozkırlarında hızla yayılan Türkler ile Arabistan çöllerinde doğup siyasî ve askerî birlik kurarak büyüyen İslam ordusu… Sınır komşusu olduktan sonra kıyasıya mücadele eden iki unsur arasındaki rekabet ne zaman sona erdi. Araplarla rekabetten İslamın bayraktarlığına Türkler’i Prof. Dr. Tufan Gündüz Derin Tarih için kaleme aldı.

K.hanlı Satuk

Prof.Dr.Tufan GÜNDÜZ

BÜYÜK BULUŞMA: TALAS

740’ta Hz. Ali’nin (ra) torunu İmam Zeyd, Kûfe’de öldürüldüğünde Emevi iktidarının da sonuna gelinmişti. 7 yıl sonra Horasan’da Ebu Müslim Horasanî’nin önderliğinde büyük bir ayaklanma patlak verdi. Birkaç yıl sonra ise Abbasi hanedanı Emevi iktidarını ortadan kaldırdı (750). Emevi ailesinin son ferdi Abdurrahman Endülüs’e kaçabildi. Devletin merkezi Şam’dan Bağdat’a çekildi.

Burada yeni bir medeniyet yükselirken Asya’nın derinliklerinde de Göktürk hâkimiyeti sona ermiş, iktidar Uygurların eline geçmişti (745). Bütün bu karmaşa arasında Çin, hâkimiyetini yavaş yavaş Batı’ya kaydırmaya başlamış ve İslam ordularıyla karşı karşıya gelmişti. Bu sıralarda Çin’de Tang hanedanı hüküm sürüyordu. İslam ordularına karşı başarısız olan Fergana İhşidi, 712 yılında Araplara karşı Çin’den yardım istemiş ve Çin hâkimiyetine girme sözü vermişti. Benzer bir teklif de 726’da Buhara emiri tarafından yapılmıştı. Aynı şekilde Semerkant ve Toharistan’dan da Çin’e elçiler gidip yardım çağrıları yapılmıştı.

Çin bütün bu çağrıları cevapsız bıraktı. Muhtemelen bu tarihlerde Tibet meselesi ile uğraşıyorlardı. Türgiş Kağanı Sulu Kağan’ın 738’de vefatı ve Türgişlerin karışıklığa sürüklenmesi üzerine Çin harekete geçti. İli vadisi ve Issık Gölü’ne doğru genişlemeye başladı. 747’de büyük bir ordu ile batıya doğru yürüyüşe geçtiler ve Abbasi ordularıyla karşı karşıya geldiler. Bu sıralarda Göktürk Devleti yıkılmış ve Uygurlar Asya’nın yeni hâkimleri olarak yükselmeye başlamışlardı.

İşte tam da bu noktada, Araplarla Çinliler arasında Talas Irmağı yakınlarında yapılan savaşta beklenmedik bir şey oldu. Karluklar kalabalık Çin ordusuna karşı İslam ordularının yanında yer aldılar.

Abbasi iktidarının henüz ülkeye tam bir hâkimiyet kuramadığı günlerde yaşanan bu galibiyet, Batı Türkistan’dan Çin tehlikesini uzaklaştırırken, Türklerle Araplar arasında yeni bir köprünün kurulmasına imkân hazırladı. Karluklar Batı Türkistan’da yükselmeye başladılar. Türklerle Araplar birbiriyle mücadele eden iki unsur olmaktan hızla uzaklaştılar; ticaret ve değiş- tokuş yolları açıldı.

Bununla kalmadı tabii. Abbasi Halifesi Mansur (754-775) Türklerden hassa hizmetinde faydalanmaya başladı. Bağdat’ta Halife’nin muhafızlığını yapan bu Türkler muhtemelen İslama giren Türklerin de öncüsü oldular. Bunlar o kadar etkili savaşçıydılar ki, zamanla sayıları arttırılıp İslam sınır boylarına, Malatya, Adana gibi garnizonlara yerleştirildiler. Hatta Bizans’a karşı yapılan seferlerde yer aldılar.

Halife Mehdi zamanında Karluklardan bir bölümü İslamiyeti kabul etti. Halife Me’mun ve Mu’tasım zamanında ise seçkin Türk askerlerinin Abbasi başkentinde ve sınır boylarındaki etkinlikleri daha da arttı. Öylesine itibarlıydılar ki, Bağdat’ta atlı ve silahlı gezmelerine kimse karışamıyordu. Bunların arasında Maveraünnehr’in, Fergana gibi önemli şehirlerin ve diğer bölgelerin hâkimi olan Türk beylerinin çocukları da vardı.

Abbasiler onların yerli ahaliyle, yani Araplarla kaynaşmalarını istemiyorlardı. Bu yüzden zaman zaman evlenmeleri için Türkistan’dan Türk kızları getiriliyor, evleninceye kadar Halife’den geçimlerini temin etmek üzere maaş alıyorlardı. Samerra şehri de sırf Türklerin rahatı için kurulmuştu. Tabii böylesine güçlü bir yapının Halifelik oyunu oynaması da kaçınılmazdı. Artık hanedandan birinin hilafete gelmesi Türklere bağlı hale gelmişti. Kritik valilikler de Türk kumandanlara teslim ediliyordu. Mısır’da kurulan Tolunoğulları ve İhşitler gibi devletler Türk valiler tarafından meydana çıkarılmıştı. Türkler o kadar revaçtaydı ki, bu yüzyılda Türklerin faziletlerini, savaşçılıklarını ve üstün ahlakını öven eserler verilmeye başlandı.

RAKİP DEĞİL, MÜTTEFİKLER

Maveraünnehr’e gelince… Burası uzun yıllar Müslümanların elinde olması hasebiyle önemli bir İslam kültür alanı haline gelmişti. Müslümanlarla Türkler arasındaki siyasî rekabetin sona ermesi iki kültürün birbiriyle temasını hızlandırdı. 875’te Horasan, Taberistan, Kirman, Cürcan, Rey ve Maveraünnehr’e uzanan sahaya hâkim olan Samaniler, İslamiyeti Türkler arasına taşıyan en önemli unsur oldular. Samanilerin Özkent, Taşkent, Buhara, Sayram ve Otrar gibi Türklerin çoğunlukla yaşadığı şehirlerde yaptırdıkları camiler İslamiyetin yayılması açısından önemli merkezler oldular. Dahası sufiler ve dervişler Türkler arasında İslamiyeti anlatma imkânı buldular. Şakîk-i Belhî, İbrahim b. Edhem’in gayretleri etkisini gösterir oldu.

Artık Müslüman tüccarlar kolaylıkla Türk ülkelerinde seyahat edebiliyorlar, onların evlerinde misafir olabiliyorlardı. Muhtemelen bunların etkisiyle İtil Bulgarları arasında İslam yayılmaya başladı. Bulgar hükümdarı İlteber Almış, Abbasi halifesinden kendilerine İslamı öğretecek fakihlerle, cami ve kale yapımını bilen ustalar göndermesini istedi (922). İşte İbn-i Fadlan da bu talebi karşılamak üzere yola çıkmıştı. Fadlan, Bağdat’tan kuzeye doğru yola çıktığında Maveraünnehr’in kuzeyi yeni bir Türk grubu, yani Oğuzlar tarafından doldurulmuştu. Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Irak, Suriye ve Balkanlardaki Türklerin ataları olan Oğuzlar henüz İslamiyete girmemişlerdi. Bir Tanrı’ya inanıyorlar, başları sıkışınca “Teg Tengri”, yani “Tek Tanrı” diye dua veya beddua ediyorlardı. Eski inançlarını muhafaza ediyorlar, öldükten sonra cennete gideceklerine inanıyorlardı.

Fadlan aralarında İslamı benimseyenlerin olduğuna ama henüz Müslüman olmamış kabile mensuplarından korktukları için ya kendilerini gizlediklerine ya da eski dinlerine döndüklerine şahit olmuştu. Üstelik Müslümanlara karşı da pek hassas davranıyorlar, bir Müslüman tövbe istiğfar ederse onlar da hemen tıpkı onun gibi tövbe istiğfarda bulunuyorlardı.

Fadlan’a bir Oğuz, “Tanrınızın eşi var mı?” diye sormuştu. Muhtemelen Hıristiyan bir misyonerden Baba-Oğul ve Ruhü’l-Kuds’e dair hikâyeler dinlemiş olmalıydı. Fadlan bu soru karşısında tövbe istiğfar edince, Oğuz da sorduğu sorudan pişman oldu.

Fadlan, Oğuzların arasından geçip Bulgar ülkesine giderken Müslüman olmayan Peçenekleri görmüştü. Aslında sadece onlar değildi Müslüman olmayanlar. Kırgızlar, Kıpçaklar, Uzlar, Kimekler, Karlukların büyük bölümü henüz eski dinlerindeydiler. 9. yüzyılın ortalarında Uygurların bir bölümü Maniheizm’i benimsemişti. Tuna Bulgarları ise Hıristiyanlık içinde eriyip gitmişlerdi.

TÜRKLER NASIL MÜSLÜMAN OLDU?

İSLAM FATİHİ OĞUZLAR

Fadlan’ın İtil Bulgarlarının ülkesine ulaştığı yıllarda veya bundan biraz sonra Karahanlı hükümdar ailesinden Satuk Buğra Han İslamiyeti benimsedi. Aslında bu olay Asya’daki Türkler için dönüm noktası oldu. Satuk Buğra Han, Kaşgar ve Atbaşı gibi iki önemli merkezi İslamlaştırmakla kalmadı; Karahanlı ülkesinde İslamiyetin yayılmasının da yolunu açtı. Uygurlar hızla Müslümanlaştılar. Samani kumandanlarından Alp Tegin ise Gazneli Devleti’ni kurduğu gibi, yeni dini Hindistan’a taşıyıp yaydı. İlginçtir, Hindistan’da da İslamlık, dini buraya getiren Türklere nispetle Türklük ile eşit anıldı ve yeni Müslümanlara Turuşka denildi.

11. yüzyılda Selçuklu ailesinin İslamiyeti benimsemesi ise Oğuz/ Türkmen gruplarının İslamlaşmasını hızlandırdı. Oğuzlardan en az 200 bin çadırlık bir grup İslamiyete girmişti bile. Ama bu yeni zümrenin de katılımıyla Oğuzlar, sadece dinin hizmetkârı değil, yeni savunucusu ve fatihleri oldular. Oğuzlar önce İran’ı, sonra Irak, Suriye ve Anadolu’yu fethettiler. Bizans baskısı altında geri çekilmeye başlayan İslam gücü yeni fatihler, yani Türkler sayesinde güçlü bir atılıma girdi.

Türk coğrafyasının doğu ve kuzey uçlarında ise nispeten yavaş bir ilerleme kaydedildi. Karadeniz’in kuzeyinde, yani Kıpçak bozkırlarında İslamlık 14. yüzyıla gelindiğinde bile hâlâ yayılma eğilimdeydi. Eski inançlardan Maniheizm’e kadar kararsızlık yaşayan Uygurların İslamlaşması 15. yüzyılda, uzak bozkırların atlıları Kırgızlarınki ise 17. yüzyılda ancak tamamlanabildi.

Görülüyor ki, bir türlü dillerden düşmeyen “Türkler kılıç zoruyla Müslüman oldu” iddiası aslında büsbütün kurgudan ibarettir. Türklerle İslamlığı birbirine yakıştırmamaktan kaynaklanmaktadır. Hatta Türklükten uzaklaşma gibi garip iddialar i leri sürülmüştür. H âlbuki Türklerin İslam ile müşerref olması onlara yeni bir dinamizm kazandırdı. Gazneli Mahmutlar, Alparslanlar, Süleymanşahlar, Osman Gaziler, Nurettin Zengiler, Kılıç Arslanlar, Fatihler, Timurlar, Kanuniler sadece birer Türk hakanı olmakla kalmadılar. İslamın sesini en uzak diyarlara kadar taşıdılar. Onlar sayesinde İslamiyet Kafkaslarda ve Balkanlarda yayılma imkânı buldu.

Asya’nın kadim ahalisi Türkler İslam coğrafyasının genellikle hâkimi, dinî müesseselerin hâdimi oldular. Kanlarını bu yolda, canlarını bu uğurda harcamaktan hiçbir zaman geri durmadılar. Zorda kalınca yeni dinin gücüne sığındılar. Tıpkı Alparslan’ın Malazgirt Savaşı’nda söylediği gibi dua ettiler:

” Ya Rabbi! Sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir. Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret! “

(BİTTİ)

KAYNAK :  a haber.com.tr( Derin tarih dergisi)

Etiketler: » » » » » » »
Share
939 Kez Görüntülendi.