logo

trugen jacn
28 Ağustos 2015

DOĞU TÜRKİSTAN İÇİN GALEYAN DEĞİL; TEENNİ VE DİPLOMASI GEREKLİ (1.BÖLÜM)

Prof. Dr. Yücel Oğurlu (Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Rektörü)

Son günlerde, hamaset ve gerçeklik arasına sıkıştırılan Uygurlar, Türkiye gündemine basın ve sosyal medya üzerinden adeta bir bomba gibi düştü. Bugüne kadar gündemlerine Uygurları hiç almayan ve tanımayan insanlar bile birdenbire Uygurları koruma adına sosyal medya üzerinden şecaat arzetmeye başladılar. Mutfağında Uygur yemekleri pişen, 30 yılı aşkın süredir Uygur kökenli dostları olan, Uygurların ve bölgenin dillerini bilen ve uluslararası ilişkilerle ilgilenen bir hukukçu olmam hasebiyle gündemin bu sıcak konusunda söz söylemek mecburiyetinde hissettim.
Basında ve özellikle sosyal medyada paylaşılan ve bir kısmı sahte olan fotoğraflar eşliğinde, yorumcuların ağız dolusu küfürleriyle 1750 yılından bu yana 250 yıllık kökü olan bir meseleyi çözebileceğimizi düşünmek herhalde bize has bir özellik. Belki de biraz da çaresizlik hissi insanları böyle davranmaya itiyor.


Bölge (Doğu Türkistan)  Halkı
Bölgede, demografik yapı içerisinde Uygurlar asıl kitleyi oluştururken Kazak, Kırgız, Tatar ve Özbekler de onların yakın çevresinde yaşıyor. Kazakların küçük bir kısmı, yaklaşık 50 bini Sovyetler’in dağılmasından sonra Nazarbayev’in milli nüfus politikası çerçevesinde Kazakistan’a yerleşti. Fakat Uygurların kendi toprakları olan Doğu Türkistan dışında hemen yakınlarında sığınacakları ikinci bir vatanları hiçbir zaman olmadı. Az sayıda Uygur 1950’lerde Türkiye’ye ulaşmayı başarmış olsa da bunun sembolik küçük bir rakamı geçmediğini ifade etmek gerekir.
Bölgede çoğunluğu oluşturan Uygurlar, Orta Asya’nın en eski halklarından ve Türki halkların ortak köklerini oluşturan kadim bir millet. Bölgede binlerce yıldır varlar ve Çinlilerle komşulukları da, diğer Türki milletlerle birlikte onlara karşı direnişleri de oldukça eski tarihlere dayanıyor.
Uygurlar, Türkçe’nin Karluk (Çağatay) dil grubu içerisinde neredeyse aynı dili konuşan ve aynı kültürü paylaşan Özbekistan halkıyla birlikte yaklaşık 45 milyonluk önemli bir kitleyi oluşturmaktalar. Uygurca, ilk kez yerleşik düzene geçen Türk halkı olmaları yönüyle, medeni ve gelişkin işlenmiş bir dil özelliği taşır.
İşgal Sonrası Parçalanma Süreci
Uygurlar, dini ve etnik yapısı, dili ve alfabesi, sanatı, müziği, mimari ve estetik karakteristikleri, mutfak kültürü ve psikolojisi ile Çinlilerden tamamen farklı bir millettir. Uygurlar, komşuları olan ve geçmişte ‘Uluğ Türkistan’ın (Büyük Türkistan) diğer kurucuları olan Özbek, Türkmen, Kazak, Kırgız ve Taciklere kültürel olarak yakınken, Tacikler dışındaki bu diğer halklara dil ve etnik kimlik bakımından da birinci derecede akrabadırlar. Rus işgali öncesinde Batı Türkistan olarak Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’ın işgal öncesinde bugünkünden çok farklı bir idari yapıya sahipti. Bölge henüz etnik kompizosyon temelinde bölünmemişti. Sovyet Rusya’sı kısa zamanda yeni cumhuriyetler kurarak, bölgeyi dil ve şive farklılıklarına göre bölerek, bu farklılıkları derinleştirecek politiklarla ayrıştırmıştı. Türkistan’ın doğu kesimi ise 1750’den itibaren Çin’in saldırısı altındayken, 1950’lerden sonra başlayan Mao’nun Komünist dönemi de özgürlük ve eşitlik iddialarıyla geldikten kısa bir süre sonra gerçek yüzünü göstermiştir.
Bugün de bölgenin aynı kültürü paylaşan Müslüman halkları derin bir şekilde birbirinden ayrıştırılmıştır. ‘Müslüman Çinli’ anlamına gelen Hui (Tungan) halkı ile diğer Müslüman Türki halklar arasında tam bir güvensizlik oluşturulmuş, tarihi gerekçeler gündemde tutularak birbirinden sürekli uzaklaştırılmıştır. Uygurlarla bölgedeki Kazak ve Kırgızlar arasında da bir kaynaşma maalesef yoktur. Bütün İslam dünyasında olduğu ‘küçük farklılıklar’ mercek artında devleştirilip ‘büyük ayrışmalara’ ve ihtilaflara zemin oluşturulmuştur.
Çin Halk Cumhuriyeti Vatandaşı Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı
Çin Halk Cumhuriyeti, komünist rejime geçtiğinden bu yana tek partili sistemle yönetilmektedir. Bütün totaliter sistemlerde olduğu gibi Çin’de de insandan çok devlet önemlidir. Çin’in diğer ülkelerde normal karşılanan birçok konuyu bir ‘iç güvenlik’ meselesi olarak algıladığı ve sert idari ve adli usullerle en katı şekilde karşılık verdiği bilinmektedir. Mao dönemini anlatan birçok eserde, Çin`in hangi bölgesi olursa olsun insanın ancak bir ‘vida’ kadar değerli olduğu, duvardaki bir deliğin kapatılmasında imkanı olsa insanın kullanılabileceği abartılı olsa da anlatılır. Yine ihtiyaç sahibi bir insanın bir terlik çaldığı gerekçesiyle idama mahkum edilebildiği, komünist ideoloji dolayısıyla “dinin afyon” olarak kabul edilerek hayatın her aşamasından dışlandığını, kültür ve geleneğin ise köylülük olarak adlandırılarak aşağılandığı, milli kültürlerin rejime tehdit oluşturmayacak ölçüde desteklendiğini biliyoruz. Bütün Çin’de herkes için var olagelen antidemokratik uygulamalar, azınlıklar için daha da katı ve çekilmezdir. Çünkü sıradan Çin vatandaşına nispetle bir de etnik veya dini azınlık olmaktan kaynaklanan potansiyel suçlu muamelesi, durumun vehametini artırmaktadır.
Azınlıkların, aşağılanarak dışlanarak maruz kaldıkları asimilasyon politikalarıyla üstün olduğu varsayılan Çin Halk Cumhuriyeti Devleti ve kültürüne teslimiyetleri beklenmektedir. Bundan, öncelikle Uygurlar, Kazaklar, Tibetliler ve diğer azınlıklar nasibini almaktadır. Tarihte Çin’i yöneten Mançuları ve Mançurya’yı hatırlayan artık kalmamıştır herhalde. Mançu dilini konuşan son birkaç kişinin ölümüyle birlikte artık kültürel anlamda Mançu adında bir millet yeryüzünde kalmayacaktır. 1912 yılına kadar Çin’i yöneten bir milletin bile böyle bir asimilasyonla yokluğa mahkum olması muhatap diğer milletler açısından da düşündürücüdür.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin kendi vatandaşlarına olan güvensizliği seyahat engelleri oluşturmasına sebep olurken, bütün Çinliler için de var olan genel zorluklar, Çin Halk Cumhuriyeti’nin azınlık olarak kabul ettiği milletlere gelindiğinde korkunç bir boyut almaktadır. Bütün dünyada serbestçe alınan bir pasaport için bir Uygur, 2 yıla kadar bekleyebilmekte, bir yılda pasaport alınması ise sevindirici bir haber olmaktadır. Yurt dışına çıkanlardan kefil istenmekte, ailenin bir kısmına pasaport verilip diğer kısmına verilmeyerek adeta ‘rehin politikası’ izlenmektedir.
İş kurma veya öğrenim amacıyla yurt dışına çıkanların uzun süre dönmemeleri halinde ailelerine baskı yapılmakta, sorguya alınmakta veya tutuklanmakta ve telefonla sürekli taciz edilmektedirler. Bu tür olağanlaşmış uygulamalar dünyanın diğer bölgelerinde ancak savaş veya sıkıyönetim şartlarında yapılmaktadır.
Sadece ‘güzel ahlâk’ konulu bir CD dolayısıyla hapse atılan, basit bir protesto eylemine katılması dolayısıyla 20 yıl hapse mahkum olan veya idam edilen dramatik insan ihlalleri içeren örnekler vardır. Uygurlara sokak ortasında yapılan aşağılama veya hakaretlere cevap vermeye kalkanlar bölücülükle suçlanmakta, Çinlilerin karıştığı kriminal vakalarda mağdur taraf Uygur ise hak arama girişimleri çoğunlukla neticesiz kalmakta veya bazen mağdurun mağduriyeti daha da artırılmaktadır. Bugünkü Çin uygulamaları altında azınlık olarak varlığını sürdürebilmek için tahammül göstermek cehennemvari bir hayata dönüşmüştür. Yapılan uygulamaları dünyayla kıyas etme imkanı bulunmayan bölge halkı perişan bir duruma mahmkum edilmiştir. Azınlık halklarının, dünyanın Çin’le nüfus ve nüfuz gücü ve başkaca sebepler dolayısıyla karşı karşıya gelmek istememesi dolayısıyla çaresizce durumu kabullenerek hayatta kalmaya çalışmaktan başka bir çözümü görünmemektedir.
1950’lerden itibaren sistematik olarak bölgeye Çin Halk Cumhuriyeti’nin iç kesimlerinden Çinli göçmenler getirilerek demografik yapıyı tahrip edecek adımlar atılmıştır. Bugün bölgenin asimilasyonda en etkili aracı olarak kullanılan bu politika, hız kesmeden devam etmektedir.
Seyahat özgürlüğü, inanç özgürlüğü, anadil hakkı, eğitim hakkı, mülkiyet hakkı, teşebbüs özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, basın hakkı gibi sıradan hak ve özgürlüklerin kullanılması bile Çin Halk Cumhuriyeti’nde herkes için ancak özellikle azınlık mensubu milletler için sürekli olarak askıdadır.
Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Kaldırılması Komitesi Sözleşmesi’nin bütün maddeleri rahatlıkla ihlal edilirken bölgeye zorla yerleştirilen Çinli göçmenlerin de Çin’in iç kesimlerine geri dönmelerine izin verilmemektedir.
Çin vatandaşlarının bir köyden başka bir köye, ilçeye, şehre göç etmeleri izne tabidir. Köylerden şehre göçün aşırı derecede sınırlandırılması, diğer bir hak ihlalidir.
1980’lerde tanıdığım Uygurlar anadillerine, kültürlerine, sanat ve tarihlerine hakimken ve okullarda tamamen Uygurca olan eğitim bu tarihlerden sonra düzenli olarak azaltılmış, Uygur dili ve kültürünün gelişimi engellenmeye başlanmıştır. Yeni yetişen gençlerden özellikle büyük şehirlerde karışık ortamlarda yetişenlerden Uygurca`yı etkili olarak konuşamayan örnekler bile çıkmaya başlamıştır.
Kültürel olarak müzik, tiyatro, mutfak gibi farklılıklara şimdilik izin veren Çin`in bir süre sonra bunlar üzerinde de baskı kurmaya çalışacağı açıktır.
Özetle, Uygurların yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Çinlilerden hemen her yönden farklılıkları, onlara karşı yabancılık, dışlama ve potansiyel suçlu muamelesine maruz kalmalarına sebep olmaktadır. Dini ve etnik ayrımcılığı iliklerine kadar hissetmektedirler. Bu anlamda, öteden beri, insan hak ve özgürlüklerine yönelik ağır ve sistematik hak ihlalleri olduğu bilinmektedir. Bütün bu vahim tabloya rağmen, son yıllarda gelişmeye başlayan ve ilk kez tezahür eden olumlu gelişmeler de vardır.
(Yazının Devamı nasipse yarın)

Kaynak :  http://www.dirilispostasi.com/dogu-turkistan-icin-galeyan-degil-teenni-ve-diplomasi-gerekli-1/

Etiketler: » » » » » » » »
Share
1977 Kez Görüntülendi.