Kadim bir Türk yurdu olan Doğu Türkistan; 1.824.418 Km2’lik alanı, 25 milyondan fazla Türk nüfusu ile Çin işgali altında baskı ve zulüm dolu bir hayat yaşamaktadır. Yeraltı ve yerüstü kaynakları ile stratejik önemi nedeniyle tarihin her döneminde Çin’in hedefinde olan bölge, tarih boyunca sık sık Çin tarafından işgale uğramış olsa da M.Ö. 206’dan M.S.1759 yılına kadar yaklaşık 2000 yıl bağımsızlığını korumuştur.

Sınır güvenliğinin sağlanması ve stratejik konumu nedeniyle kalıcı istila hareketini 1757’de başlatan Çin[1], Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı ve başka bir gücün elinde bulunması halinde güvenliği açısından bir tehdit olarak algılaması[2] nedeniyle böyle bir harekete girişmiştir. Aynı dönemde Çarlık Rusya’sının da yayılmacı siyasetine maruz kalan Türkistan’ın batı bölgeleri ise Rusların kontrolüne geçmiştir. Netice itibariyle Türkistan coğrafyası Rusya ile Çin tarafından paylaşılmıştır.

Doğu Türkistan bölgesinin işgaliyle birlikte Uygur Türklerinin bağımsızlık hareketleri de eş zamanlı olarak başlamış ve 1759’dan itibaren 42 defa ayaklanma hareketi yaşanmıştır. 1863, 1933 ve 1944 yıllarında elde ettikleri bağımsızlıklar da maalesef uzun ömürlü olamamıştır. Çin Devlet Başkanı Mao’nun Milliyetçi Çin ile mücadele ederken destekleri halinde nüfusun %8’ini oluşturan 55 ayrı etnik unsur ve azınlıklara Federatif Cumhuriyet hakkı veya isterlerse bağımsızlıkları verileceği sözü verilmiş olsa da iktidarı ele geçirmelerinden sonra verilen söz yerine getirilmemiş ancak Doğu Türkistan’a 1955 yılında özerklik hakkı tanınmıştır[3].

Ülke genelinin 1/6 oranına tekabül eden Doğu Türkistan; coğrafi konumu, yer üstü ile yeraltı kaynakları ve stratejik önemi Çin tarafından tartışma konusu bile yapılamayacak kadar önemlidir. Çünkü petrol üretiminin beşte ikisi, zengin altın ve bakır yataklarıyla birlikte tüm yer altı kaynaklarının dörtte üçü bu bölgededir. Ayrıca yün üretimi ve tarihi ipek yolunun stratejik konumu[4] gibi nedenler bir araya geldiğinde bugünün uyuyan devi Çin için Doğu Türkistan vazgeçilmez bir yere sahiptir.

Hızlı bir ekonomik büyüme sürecini yaşayan Çin’in aynı oranda enerji ihtiyacı da artmaktadır. Zira petrol ve hammadde bakımından dışa bağımlılığı da aynı oranda artmaktadır. ABD tarafından desteklenen Tayvan’la devam eden sorunları nedeniyle deniz yolundan daha güvenli olduğu değerlendirildiğinden Asya pazarına kapı vazifesi gören Doğu Türkistan Çin için daha bir önemli hale gelmiştir[5].

Çin son yıllarda büyüyen ekonomisi ile yükselen önemli bir güçtür. Fakat bu gücünün farkında olmasına rağmen süper güç olmadığının bilincinde olarak, iddialı söylemlerden özenle kaçınırken, dış politikalarında da barışçıl bir politika çizgisi takip ettiği görülmektedir[6]. Fakat son zamanlarda ABD’nin Suriye politikaları karşısında Akdeniz’e donanma göndermesi ve açıktan ABD’ye karşı tavrını ortaya koyması ile dünya kamuoyuna gücünü göstermeye çalışması ile artık sert politikaya geçiş evresinde olduğunun anlaşılmasını istediği[7] şeklinde yorumlanabilir.
Çin için çok önemli olan ve kaybetmemek uğruna her şeyin göze alındığı Doğu Türkistan’da yıllardır Türk nüfusunun artmaması bilakis azalması için türlü stratejiler uyguladığı görülmektedir. Sistematik olarak uygulanan asimilasyon ve insanlık dışı muameleler dayanılmaz boyutlara gelmiştir.

Doğu Türkistan’dan göç edenlerin beyanlarına göre Çin’in asimilasyon planlarından birisi de 14-20 yaşları arasındaki bekar kız çocuklarının Doğu Türkistan dışında Çin içlerinde çalışmaya zorlanmasıdır. Bir türlü artışı engellenemeyen Türk nüfusun asimile ve eritilmesi için çok iğrenç olan bu politika ile kızlar her türlü pis ve gayri ahlaki işlerde çalışmaya zorlanmaktadır. Kızlarını göndermeyen aileler ise işlerinden çıkartılmakla tehdit edilmektedirler[8].

Halen bir milyondan fazla Doğu Türkistanlının hapiste olduğu unutulmamak kaydıyla son zamanlarda Çin gayri ahlaki ve gayri insani siyasetlerine “Kardeş aile uygulaması” adı altında “Her bir Türk hanesine bir Çinli erkek yerleştirilmesi” şeklinde yeni bir uygulama başlatılmıştır. Türk örf adetlerine ve hatta insanlık onuruna yakışmayan bu uygulamaya da uluslararası kamuoyunun duyarsız kaldığı görülmektedir.

Arap Baharı olaylarının Suriye’ye sirayeti ile çok taraflı, çok boyutlu ve bilinen manada müttefik ve dostluk kavramlarının anlık değiştiği bir zaman yaşanmaktadır. Türkiye’nin bu dönemde Afrika açılımlarıyla, Ortadoğu ve Kafkaslar özelinde Rusya ve İran ile yeni politikalar geliştirme gayretleri içerisinde olduğu görülmektedir. Bu açılımlarında Çin faktörü de unutulmamakta ve her geçen gün dostluk çerçevesinde ilişkilerde gelişme kat edildiği siyasi ve ekonomik antlaşmalardan anlaşılmaktadır.

Türkiye-Çin ilişkileri bu seyirde devam ederken bir taraftan da Doğu Türkistan konusundaki tepkiler dile getirilmektedir. Fakat kamuoyu tarafından belki de istenilen düzeyde sert tepki verilemediği şeklinde değerlendiriliyor olabilir. Türkiye’nin Kıbrıs ve PKK başta olmak üzere; Suriye, Irak ve Mısır politikaları, Yunanistan ile zaman zaman alevlenen Ege Adaları ve kıta sahanlığı gibi yumuşak karnı diyebileceğimiz meseleleri varken daha sert bir Çin politikası ve tepkisi ortaya koymasının oldukça zor olacağı muhakkaktır. Ancak dış ilişkilerinde Rusya ve İran ile yakınlaşma yaşayan Türkiye, Çin ile de geliştirmekte olduğu olumlu ilişkilerini daha üst seviyelere taşıyabilmesi ve stratejik ilişkiler kurması halinde Türkiye’nin Çin’e karşı eli güçlenecek ve Doğu Türkistan tepkileri de daha bir sert olabilecektir.

Doğu Türkistan’da yaşanan olaylara Türkiye’den başka da tepki gösteren bir ülkenin olmadığı, dini ve kültürel sorunların en ağır şekilde yaşanmasına adeta seyirci kalındığı da unutulmamalıdır. Çok daha basit olaylar karşısında uluslararası operasyonlar düzenleyen, iktidarları değiştiren, demokrasi götüren ama Çin’in Uygur Türklerine karşı uyguladığı sistematik asimilasyon ve insanlık dışı muamelelere susan, görmezden gelen ve kulak tıkayan gelişmiş ve medeniyet timsali (!) ülkelerin davranışları bir çelişki değil midir?

1990 sonrasında iyi ilişkilerin gelişmesiyle birlikte Bulgaristan Türklerinin Türkiye-Bulgaristan arasında bir dostluk köprüsü haline geldiği gibi, Doğu Türkistan Uygur Türkleri’nin de Çin ile Türkiye arasında kaynaştırıcı bir unsur olması esasında mümkündür. Fakat 5 Temmuz 2009 Urumçi olaylarının tekrar etmemesi, kız çocukları başta olmak üzere aile fertlerinin zorla çalışmalara gönderilerek ailelerin bölünmemesi ve gayri ahlaki uygulamalara son verilmesi olmazsa olmaz şekilde önem arz etmektedir.

____________________________________________

İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. BULTÜRK Ankara Temsilcisi.

Kaynakça 
[1] Şahzada DAULİATOVA, “Çin’in Doğu Türkistan Politikası”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2007.
[2] Ferit GÜVEN, “Küresel Bir Güç Olarak Çin’in Yükselişi”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2006.
[3] Erkin ALPTEKİN, “Çin’in Doğu Türkistan Siyaseti, Sosyoloji Konferansları”, 2011, 143, http://journals.istanbul.edu.tr/iusoskon/article/download/1023006351/1023005875
[4] Mustafa KESKİN, “Çin’de Etnik Azınlıklar ve Doğu Türkistan Sorunu”, Yalova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2013.
[5] Mustafa KESKİN, “Çin’de Etnik Azınlıklar ve Doğu Türkistan Sorunu”.
[6] Atilla SANDIKLI, “Geleceğin Süper Gücü Çin”, Bilge Strateji, C. 1, S. 1, ss. 40-50, Güz, 2009.
[7] M.Seyfettin EROL; “ABD ‘İkibuçuk Tehdit’ Üzerinden Yeni Bir Oyun Peşinde”, ANKASAM, 16.04.2018.
[8] TGRT Haber, “Türkiye’den Dünya’dan”, Ziya Osman Açıkel, 02.01.2015.

Kaynak : https://www.ticarihayat.com.tr/dogu-turkistanin-stratejik-onemi-ve-turkiye-cin-iliskileri