logo

trugen jacn
19 Mayıs 2019

ÇİN’İN UYGUR TÜRKLERİNİ KAPATTIĞI GULAG KAMPLARI

Atilla Yayla

Atilla YAYLA

Benim kendi hayat hikâyem Çin’in Uygurlara yönelik devlet politikasını anlatmaktadır. Kültür Devrimi esnasında bir yeniden-eğitim kampında doğdum. Hamile annem bir yeniden-eğitim kampına (laojiao) kapatıldığında babam bir çalışma kampındaydı (laogai). Annem büyük zorluklar çekti ve doğduğum zaman benim yaşamam beklenmedi.

Mao’nun ölümünden ve Kültür Devrimi’nin sona ermesinden sonra, Uygurların Çin Halk Cumhuriyeti yönetimi altında Uygurlar şimdi Uygurların altın çağ hayatı olduğu düşünülen şeyi yaşadı. 1980’ler, benim bir lise ve üniversite öğrencisi olduğum zamanlar, nispî bir özgürlük ve ekonomik ilerleme dönemiydi. Birçok kimse hapishanelerden ve çalışma kamplarından salındı, üniversiteler tekrar açıldı ve Meshrep gibi Uygur kültürel kurumları tedricen yeniden kuruldu. Önemli İslamî günlerde babamla birlikte dini seremonilere gittiğimi hatırlıyorum. Bir çocuk olarak dahi normal toplum hayatına katılma hissini ve neşesini kuvvetle hissettim.

Altın çağ, bir siyasal baskı dalgasına yol açan 1989 Tiananmen katliamına kadar sürdü. Sovyetler Birliği’nin 1991’deki çöküşü Uygurlar için 1990’lar boyunca süren tamamen yeni bir siyasal atmosfer yarattı. Devlet “sıkı vur” kampanyaları olarak adlandırılan tekrarlanan baskı dalgaları başlattı. Beyan edilen hedef Parti’nin “üç şeytanî (kötü) güç” olarak adlandırdığı şeyi bastırmaktı: Ayrılıkçılık, terörizm ve dinsel aşırılık. Sayısız bilim insanı, toplum lideri, şair, müzisyen, öğrenci ve sıradan insan işlerini kaybetti ve ya yeniden-eğitim kamplarına ya da hapishaneye gönderildi. Onların tek “suçu” uzak bir Uygur kimliğine bağlılık (saygı) ifade etmek, dinlerini yaşamak veya kamu görevlilerinin gayri âdil politikalarını ve yoz istismarlarını protesto etmekti.

9/11 saldırıları bir sonraki dönemi, daha da fazla kısıtlama dönemini başlattı. Aniden, devlet, Çin’in de uluslararası İslamî terörün bir kurbanı olduğunu ilân etti. Köylüler ve mahallî memurlar arasındaki çekişmeler, devlete göre, artık sözde “ayrılıkçılığın” kanıtı değildi. Onun yerine, uluslararası terörizmin kanıtıydılar. Komünist parti gazetesi Xinjiang Daily’ye göre sadece 2005’te 18 bin Uygur millî güvenlik ithamlarıyla gözaltına alındı.

Zora dayalı asimilasyon politikaları zaten uygulanmaktaydı. Tanınmış şarkıcılar ve şairler Uygur geleneklerini, ilmini ve kültürünü ifade ettiği için hapsedildi. Okullarda Uygur dili yasaklandı ve iç Çin’deki güya (sözde) Xinjiang sınıfları dâhil, on binlerce orta-sınıf öğrencileri yatılı okullara gönderildi. Bu dönem 2001’den 2008 Temmuz’undaki şiddetli protestolara kadar sürdü.

2009’dan sonra kontrolün tam olarak militarizasyonu başladı. Tüm bölgede internet 6 ay süreyle engellendi. Tibet’te olduğu gibi çok sayıda güvenlikçi şehirlere ve köylere yerleştirildi. 2013 itibariyle Doğu Türkistan’ın birçok parçası askerî işgal altındaki ülkelere benzemişti. Yollarda ve kasabalarda köylerin girişlerinde silahlı kontrol noktaları vardı.

Mayıs 2014’te Xi Jinping’in Urumçi ziyareti kati dönüm noktasıydı. Ziyareti esnasında Xi’nin “Ne, hâlâ Çinlileşmediler mi?” dediği bildirildi. Ondan sonra, ziyaretinin sonunda 3 kişiyi öldüren ve 79 kişiyi yaralayan bir bombalama olayı vuku buldu, devlet medyasına göre bu saldırıyla ilgili gerçekler belirsiz kalmaya devam ediyor.

Bu noktada, Xi Jinging devletin bölgedeki güvenliğe bir “ilk vuran ol” yaklaşımını benimseyeceğini ilân etti. Bu gözetleme kameraları ve her telefona gözetleme aplikasyonları gibi teknolojileri ve her iş yerinde ve köyde bir ihbarcılar sistemini kapsadı. Doğu Alman Stasi’nin yaptıklarının aynılarını düşünün, o zaman yüksek-teknolojili polis devleti altında Uygurların hayatı hakkında bir fikre sahip olacaksınız.

Bu bizi bugüne getirir. İşte kitle-toplama kamplarına atılan bir kadının hikâyesi. Bu kadın deniz-aşırı pasaportla Çin’de seyahat ediyordu. Doğu Türkistan’a varınca gözaltına alındı. Bir yaşında bebeğiyle birlikte bir kampta hapsedildi. Kampta bedenen aşağılandı ve defalarca İslam’a inancını ifşa etmeye zorlandı, ki bu inanç onun terörizme sempatisinin bir işareti olarak sınıflandırıldı.  Şu tür cümleleri tekrar etmeye zorlandı: “Yalnızca Başkan Xi Jinping ve Komünist Parti’nin bana yardım edebileceğini anlamadığım için cezayı hak ediyorum” , “Tanrı yok. Tanrıya inanmıyorum. Komünist Parti’ye inanıyorum.” Bu sloganları Çince olarak doğru biçimde söylemeyen herkes dövüldü ve “kaplan sandalyesi”ne oturtuldu.

Şüphe yok ki Çin devleti bu tesislerin (kampların) “meslekî eğitim merkezleri” olduğunu söylediği zaman yalan söylüyor. Gerçekte bu kamplar, baskıcı politika yıllarından sonra, Uygurların etnik ve dinsel kimliğini kesin olarak kırmak için tasarlanmıştır. Georgetown Üniversitesi’nden Profesör James Milward “Kültürel temizlik Pekin’in Xinjiang problemine bir nihaî çözüm bulma teşebbüsüdür” dedi.

Kitle-hapis kampları hakkında bilgi edinmeye başlanmasının üzerinden 18 ay geçti. Gözaltına alınan gazeteciler, insan hakları aktivistleri ve akademisyenler bu gizli kampları açığa çıkarmak için kahramanca çalıştılar. Tüm Doğu Türkistan’da en az bir milyon insanın tutulduğu bir devasa kamplar ağını ortaya çıkarmak için devletin inşaat ihaleleriyle ilgili internet araştırmalarını, uydu görüntülerinin analizini ve Uygurlarla ve diğer Türk Müslümanlarıyla yapılan mülakatları kullandılar.

Bugün saat 15:00’da, ilk defa, Kongre, kamplardan sağ çıkan birinin şahitliğini dinleyecek. Mihrigül Tursun, kamplarda 10 ay geçiren bir Uygur kadın. Millî Basın Kulübünde konuştuğu zaman, onun hikâyesini dinleyenler gözyaşlarına boğuldu. M. Tursun İngilizce çalışmak için yurt dışına, Mısır’a gitti ve Mart 2015’te üçüz çocuk dünyaya getirdi. Bebekleri iki aylıkken, anne-babasının çocuk bakımında ona yardımcı olması için Doğu Türkistan’a, evine döndü. Urumçi’de pasaport kontrolü yaptırırken sorgulamaya alındı ve çocukları götürüldü. Çocuklarını üç ay boyunca görmedi. Tüm çocuklarının ağır sağlık problemleri vardı, en büyük oğlu serbest bırakılmasından bir gün sonra öldü. Sonraki üç yılda üç ayrı zamanda gözaltına altındı. Dövmelere ve öbür ifade edilemez işkence biçimlerine maruz bırakıldı. Gardiyanlara onu öldürmeleri için yalvardı. Mucize eseri, o ve iki çocuğu şimdi ABD’ye gelmeyi başardı fakat hâlâ güvenlik endişesi içinde.

Denizaşırı yerlerdeki Uygurlar merak ve suçluluktan ıstırap çekiyor. Sevdiklerimizi asla tekrar göremeyeceğimiz yolunda dehşete düşmüş vaziyetteyiz. Aile üyelerimiz, sınıf arkadaşlarımız ve arkadaşlarımızın her gün neye maruz kaldığı hakkında kâbuslar görmekteyim.

Çin devleti Uygur halkını toptan yok etme kampanyasını, onları yurt dışında da takip ederek ihraç etti. Temmuz 2017’de devlet aniden çeşitli ülkeler üzerinde orada yaşayan Uygurları toplaması ve hudut dışı etmesi için muazzam baskı uygulamaya başladı. Elimizde Mısır devletinin Çin’e iade ettiği ve şimdi ortadan kaybolmuş olan en az 48 Uygur öğrencinin ismi var.

Demokratik ülkelerde dahi Çin devleti Uygurları tehdit etmekte, taciz etmekte ve zorlamakta. Uygurlar aile üyelerinin kamplara kapatılmasını istemiyorlarsa eve dönmeleri talebiyle karşılaşmakta. Sürgündeki demokrasi hareketi hakkında casusluk yapma talepleri almakta. Yüzlerce Uygur “Sorumluluklarını düşün. Ülkendeki aileni düşün” diyen telefon ve metin mesajları aldıklarına şahitlik etti.

Harekete geçme zamanı

Şimdi bildiğimiz şeyler veri alındığında demokratik ülkeler Çin ile “her zamanki gibi iş” yapmanın doğru olup olmadığını sorgulamalı. Üniversiteler tarihin bu anında Çin ile mübadele programlarının meşru olup olmadığını kendilerine sormalı. Özel sektöre etnik ve dinsel azınlıkların masum üyelerini toplama kamplarına kapatan bir ülkede kâr peşinde koşmanın meşru olup olmadığı sorulmalı.

Global Magnitsky Kanunu 2016’da çıkartıldı. Çin’in Uygurlara zulmünün dev çapı burada ifade edilen zalimliği dikkate alındığında (şunu) sormalıyız: eğer Magnitsky müeyyideleri Çinli devlet adamlarını müeyyidelendirmek için kullanılmazsa, bu, Çin Komünist Partisi’ne, 21. Yüzyıl’da toplama kamplarının normal olduğuna dair bir yeşil ışık mı olacaktır?

Son olarak, Çin güvenlik güçlerinin Uygur-Amerikalıları taciz etmesi, tehdit etmesi ve onlara ailelerinin toplama kampına atılacağı yolunda tehditler savurması asla kabul edilemez. ABD hukuk otoriteleri Amerikan vatandaşlarına karşı bu istismarları kovuşturmalı ve dava etmelidir. Dava etmek imkansızsa, müeyyideler uygun cevaptır. Devletimiz bizi korumalı.

ABD artık Çin’e karşı gayri âdil ticaret pratikleri yüzünden tavrını sertleştirdi. Adalet Bakanlığı ABD teknolojisinin çalınmasını ve teknoloji casusluğunu takip etmekte. Diğer ülkeler ABD’nin harekete geçmesini bekliyor, ABD harekete geçince diğer devletler onu takip edecektir. Teşekkürler.

Gulag Takımadaları Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin sosyalist olmayan aydınları, Rus köylülerini, etnik toplulukları, rejim muhaliflerini tıkadığı bazı toplama kamplarının bulunduğu yerdi Dünya Gulag Takımadaları’nı ve orada insanlara yaşatılan vahşetleri Alexandr Soljenitsin’in aynı adlı eserinden öğrendi.

Gulag gibi toplama kampları sadece Sovyet Rusya’da ortaya çıkmadı. Nazi (Nasyonal sosyalist) Almanya daha ziyade Yahudilere uygulanan soykırımla bilinen toplama kamplarına sahipti. Ayrıca hemen her komünist ülkede toplama kampları kuruldu. Hâlihazırda Çin’de Uygur Türklerinin tutulduğu toplama kampları var. Buralarda tutsaklara insanlık dışı muameleler yapılıyor. Ne yazık ki bu kamplar dünyada da Türkiye’de de yeterince gündeme gelmiyor.

Geçtiğimiz aylarda Uygur İnsan Hakları Projesi’nin başkanı Nuri Türkel ABD’de Washington D.C. ‘de yerleşik CATO Enstitüsü’nde mesele hakkında bir konuşma yaptı. Bu konuşmayı olduğu gibi çevirerek okuyucuya ulaştırmak istiyorum.(Konuşmanın orijinalini şurada dinleyebilirsiniz:
KAYNAK : http://www.gazeteyeniyuzyil.com/cinin-uygur-turklerini-kapattigi-gulag-kamplari-makale,3 (www.cato.org/events/the-new-gulag-achipelago).

Etiketler: » » » » » » » » » »
Share
630 Kez Görüntülendi.