logo

trugen jacn
08 Ekim 2014
Genel

ÇİN VE HONG KONG

hong-kong-eylem

     1980’li yıllarda başlayan açılım politikasının ekonominin yanısıra dış politikadaki getirilerinden biri de Hong Kong’un geri dönüşü oldu. Hong Kong’u Afyon savaşlarının ardından kaybeden Çin için, adalar üstüne tekrar egemenlik kurmak ulusal çıkarların başında geliyordu

Kadir Ertuğrul/ Pekin

Çin’in güney kıyısında bulunan ve 235 adadan oluşan Hong Kong, Asya’nın en büyük pazarı ve limanı, en işlek ticaret ve turizm merkezidir.

1842 yılında, Afyon savaşının ardından mağlup olan Çin, Hong Kong’u İngiltere’ye sömürge olarak vermek zorunda kaldı. İkinci Dünya Savaşında kısa süreli Japon işgalinin ardından, uluslararası anlaşmalarla ada tekrar İngiltere’ye verildi. 1984 yılında iki ülke tarafından yapılan anlaşma ile Hong Kong adası, 1 Temmuz 1997’de Çin Halk Cumhuriyetine geri dönmüş oldu.

Hong Kong, 1997 yılında Çin’e bağlandığında zaten dünyanın en gelişmiş kapitalist sistemlerinden birine sahipti. İngiltere egemenliği altında geçirilen yıllarda Hong Kong, bölgenin en büyük merkezlerinden biri haline gelmişti. Diğer taraftan Çin ise dünyanın en büyük komünist devleti olarak göze çarpıyordu. İkinci dünya savaşı ardından yaşanan soğuk savaş sürecinin ideolojik çatışma zeminin oluşturan bu iki düşünce sisteminin tek devlet altında birleştirmenin zorluğunu kabul eden Çin, “Tek Devlet Çift Sistem” politikasını benimsedi. Bu politikayla birlikte Hong Kong Çin’in bir parçası oluyor, savunma ve dış politika haricinde diğer alanlarda geniş bir yerel özerklik yetkisine sahip oluyordu.

İngiltere egemenliğinde geçen yıllarda Hong Kong’da yaşanan ekonomik gelişimin yanısıra sosyal ve kültürel alanlarda da önemli gelişmeler yaşandı. 150 seneyi aşkın süre batı tarzı bir sistemle yönetilen Hong Kong ve bölge halkı, Çin anakarasından farklı bir politik kültür geliştirmeye başladı. Özellikle Çin anakarasında 1949’da yaşanan komünist devrimin ardından Çin-Batı ilişkileri kopma noktasına gelmişti. Her ne kadar Britanya ile 1950 yılında resmi ilişkiler kurulsa da Çin kapıları uzun süre batılılara kapalıydı. Çin anakarası bu dönemde tek parti yönetiminde ekonomik ve sosyal buhranlardan geçerken, Hong Kong kapitalist sistemin Asya kıtasındaki başkenti haline gelmişti. Tüm bu süreç yıllarca kapalı bir ülkede yaşan Çinli ile çok uluslu bir finansal başkentte yaşayan Hong Kong Çinlileri arasında derin farklılıklar oluşturdu.

TEK DEVLET ÇİFT SİSTEM

Çin lideri Mao’nun ölümünün ardından başa gelen Deng Şiaoping, katı komünist politikaları bırakıyor ve ülkenin kapılarını açıyordu. 1980’li yıllarda başlayan reform ve açılım süreci Çin’i büyük bir ekonomik kalkınmanın içine soktu ve 2010’a gelindiğinde dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olacaktı.

1980’li yıllarda başlayan açılım politikasının ekonominin yanısıra dış politikadaki getirilerinden biri de Hong Kong’un geri dönüşü oldu. Hong Kong’u Afyon savaşlarının ardından kaybeden Çin için, adalar üstüne tekrar egemenlik kurmak ulusal çıkarların başında geliyordu.

Dış politikada agresifliği bırakıp ekonomik kalkınma için iyi ilişkiler kuran Çin, İngiltere ile de Hong Kong’un geri alınması için görüşmelere başladı. Nihayet 1997 yılında yapılan görkemli bir törenle Hong Kong Çin anakarasına bağlandı. Ancak İngiltere Çin’den Hong Kong’un iç işlerine karışmayacağına dair bir söz almayı da ihmal etmedi. Çin anayasasında yapılan düzenleme ile Hong Kong Özel Statülü Özerk Bölgesi olarak Çin’e katılmış oldu. Dış politika ve savunma haricindeki diğer alanlarda yerel hükümet geniş yetkilerle donatıldı. “Tek Devlet Çift Sistem” politikasına göre Hong Kong kapitalist ekonomik sistemini ve yarı demokratik politik sistemini sürdürebilecekti. Buna bağlı olarak Çin’den farklı olarak çok partili siyasi hayat, muhalefete daha özgür alan, yabancı ve yerli yatırımcılara daha büyük imkanlar sunan Hong Kong tüm yabancılar için olduğu kadar Çin içinde bir cazibe merkezi olmaya devam etti.

2017 VALİLİK SEÇİMLERİ VE OCCUPY CENTRAL

Hong Kong’u yönettiği yıllar boyunca İngiltere bölgeye kraliçe tarafından Vali atıyordu. Bölge Çin egemenliğine geçince Valileri Çin atamaya başlamıştı. Ancak gerek teslim anlaşmasında verilen sözler gerekse de bölge halkının yoğun talepleri serbest seçimlerin yapılması yönündeydi. 2012 senesindeki Valilik seçimleri için de aynı talep dile getirimiş, ancak Pekin bu talebi “çok erken” diyerek reddetmişti. 2017 seçimleri için hazırlıklarına çok önceden başlayan demokrasi yanlısı gruplar 2013 yılında örgütlenmeye başladılar. Hong Kong’lu bir akademisyenin makalesini temel alarak örgütlenen ve kendilerine Occupy Central Hareketi ismini veren grup bu örgütlerin başında geliyordu. Occupy Central merkezi hükümetten serbest ve özgür seçimlerin yapılmasını istiyor, aksi taktirde sivil itaatsizlik eylemlerine başlayacaklarını belirtiyorlardı. Hong Kong’un finansal caddelerini işgal ederek ekonomik ve siyasi hayatı felce uğratmakla tehdit ediyorlardı.

Geçtiğimiz Ağustos ayında Hong Kong bölgesel hükümeti ile görüşmeler yapan Merkezi hükümet, serbest seçimlerin yapılmasını kabul etti. Hong Kong demokrasi hayatı için önemli bir gelişme  olan bu adım kitleleri memnun etmedi. Zira Valinin halk tarafından seçilmesine izin veren Pekin, adayları kendisinin belirleyeceğini açıkladı. Bu durumda Pekin yanlısı adayların seçime katılabileceğini ve Pekin’in onaylamadığı adayların ise seçime katılamayacağı sonucunu doğurdu. Bu son karar kitleleri hareketlendirdi ve büyük bir sokak gösterisine dönüştü. Geçtiğimiz hafta başında dersleri boykot etme kararı alan üniversite öğrencileri kendilerinin değil merkezi hükümetin taleplerini yerine getirmekle suçladıkları şu anki Vali CY Leung’un istifa etmesini ve tam demokrasi taleplerinin yerine getirilmesini istediler. Aksi takdirde daha önce hazırlıkları yapılan sivil itaatsizlik eylemlerine başlamakla tehdit ettiler. Gerek bölgesel yönetim gerekse de merkezi yönetim bu talepleri reddedince başta öğrenciler olmak üzere toplumun farklı kesimleri sokaklar döküldü.

Protestolar bu hafta başından beri daha da büyümüş durumda. Polis biber gazı ile protestocu grupları dağıtmakta yetersiz kalıyor. Henüz devreye askeri gücü sokma yönünde bir açıklama ise gelmedi. Pekin yönetimi gerilimin hem Hong Kong hem de Çin ekonomisine darbe vurmasından çekiniyor. Bu da aşırı güç kullanılmasının önünde bir engel. Ancak eylemcilerin talepleri de Pekin yönetimi için kolay kabul edilecek talepler değil. Daha önce Pekin’in bölgesel liderleri halk hareketleri karşısında harcayabileceğini görmüştük. O yüzden Vali Leung’un baskılara dayanamayıp istifa etmesi yüksek bir ihtimal olsa da, Ulusal Halk Meclisi tarafından alınan seçim kararlarının değiştirilmesi veya geri alınması uzak bir ihtimal olarak göze çarpıyor.

Kaynak:Dünyabülteni

Etiketler: » » » » »
Share
1439 Kez Görüntülendi.

BENZER HABERLER