logo

trugen jacn

TÜRK -İSLAM DÜNYASI VE KUDÜS – KAŞGAR HATTI

Mimariden Öte Mimariden Ziyade: Orta Asya'nın En Büyük Camisi Doğu Türkistan Iydgah Camii/ Vildan Kınalı – Netyazii

Taha KILINÇ ( Yeni Şafak yazarı)

Geçtiğimiz ay gerçekleştirdiğim Doğu Türkistan ziyaretim sırasında, bölgenin bütün tarihî şehirlerinde Çin’in Uygur kimliğini ortadan kaldırmak için attığı adımların hepsinde, İsrail’in Filistin’i işgal süreçlerinin gölgelerini ve kopyalarını gördüm. Han Çinlilerini Müslüman semtlerine yerleştirirken, Uygurca kadim isimleri Çinceleriyle değiştirirken, coğrafyaya ve tarihe paralel kimlikler giydirirken, yaptıklarını dünyaya “terörle mücadele” olarak lanse ederken… Tamamen İsrail’i taklit eden bir Çin buldum. Belki de bir taklit değil, yardımlaşma ve işbirliğiydi bu.

Batı Şeria’nın tümüyle İsrail tarafından ilhak edilmesini öngören tasarı, geçtiğimiz çarşamba günü 13’e karşı 71 oyla İsrail Parlamentosu’nda (Knesset) kabul edildi. Ülke siyasetinde nadir görülen bir biçimde, Knesset’teki farklı siyasî çizgiden partileri buluşturan tavsiye niteliğindeki tasarının metninde Batı Şeria “Yahudi halkının ana vatanı” şeklinde tanımlanarak, “İsrail’in burada doğal, tarihî ve hukukî hakları tümüyle saklıdır. Hükümet bu konuda gereken adımları atmalıdır” denildi.

İsrail, 1967’deki meşhur Altı Gün Savaşı’nda Batı Şeria’yı Ürdün Krallığı’ndan aldıktan sonra bölgedeki işgali adım adım derinleştirmiş, özellikle Yahudi işgal kolonilerinin inşasına hız vermişti. Dünyanın -sözde- muhalefetine rağmen sürdürülen bu sistemli iskân faaliyetinin sonucunda, bugün Batı Şeria’da en az 500 bin Yahudi yerleşimci yaşıyor. Otomatik silah taşıma hakkına sahip olan Yahudi yerleşimciler saldırganlıkları ve özellikle de Filistinli sivillere düşmanlıklarıyla tanınıyor.

1993’te imzalanan Oslo Anlaşması, İsrail’e Batı Şeria’daki işgalini kalıcı ve resmî hale getirme fırsatı verdi. Anlaşmayla Batı Şeria A, B ve C bölgelerine ayrılırken, C bölgesi tümüyle İsrail’in kontrolüne bırakılarak, Yahudi yerleşimlerine uluslararası himaye sağlandı. Dünya sisteminin Filistin meselesine yaklaşımındaki tutarsızlıklardan biri de böylece ortaya çıkmış oldu: Yerleşimlerin inşasına resmiyette karşı çıkan ve Batı Şeria’daki İsrail işgalini “yasa dışı” bulan uluslararası camia, Oslo Anlaşması’nı büyük bir coşkuyla destekleyerek aynı yerleşimleri bu defa İsrail’in gözetimi ve himayesine terk etti.

Yıllar içinde, ABD ve Batı’yla geleneksel münasebetlerinin yanı sıra, özellikle yerleşim politikası bağlamında İsrail kendisine uzaklardan yeni bir müttefik buldu: Çin.

Geçtiğimiz ay gerçekleştirdiğim Doğu Türkistan ziyaretim sırasında, bölgenin bütün tarihî şehirlerinde Çin’in Uygur kimliğini ortadan kaldırmak için attığı adımların hepsinde, İsrail’in Filistin’i işgal süreçlerinin gölgelerini ve kopyalarını gördüm. Han Çinlilerini Müslüman semtlerine yerleştirirken, Uygurca kadim isimleri Çinceleriyle değiştirirken, coğrafyaya ve tarihe paralel kimlikler giydirirken, yaptıklarını dünyaya “terörle mücadele” olarak lanse ederken… Tamamen İsrail’i taklit eden bir Çin buldum. Belki de bir taklit değil, yardımlaşma ve işbirliğiydi bu.

Mescid-i Aksa'da yaklaşık 120 bin Müslüman bayram namazını kıldı

Benzerlikler kadar farklılıklar da vardı tabii ki: İsrail, işgal ettiği topraklarda yaşanan dinle pek ilgilenmiyordu. Camileri yıkmak, ezan sesini kesmek veya ibadeti engellemek, birinci önceliği değildi. Filistinlileri asimile etmeye çalışmıyor, doğrudan canlara kastediyor, katlediyor, yok ediyordu. Çin ise daha uzun vadeli asimilasyon politikalarını öne çıkarıyordu. Çin’inki savaş uçaklarının ve bombaların kullanılmadığı, on yıllara yayılmış bir yıkımdı.

İsrail’in tatbik ettiği barbarlık ve fiziksel yıkım hem daha görünür olduğundan hem de Doğu Türkistan’ın merkeze uzaklığından ötürü, özellikle Türkiye’de, Filistin’de yaşanan acılarla Doğu Türkistan’ı kıyaslamak gibi bir hastalık peyda oldu. Adeta “Filistinciler” ve “Doğu Türkistan’cılar” şeklinde ayrışmalar çıktı. Hatta taraflar birbirlerini, diğerinin davasına ve acılarına yeterince duyarlı olmamakla bile suçlamayı âdet edindiler. Dengede durmaya çalışanlar ise iki uç arasında yalnız kaldılar.

Tabii, sahadan doğru ve gerçek haber almadaki zorluklar da söz konusu ayrışmayı derinleştirdi. İsrail’in Filistin’de yaptıkları adeta canlı yayınla dakika dakika dünyaya duyulurken, Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı koyu karartma, ufak bilgi kırıntıları üzerinden kitlelerin kolaylıkla maniple edilebildiği bir “enformatik kaos” doğurdu.

Geçen zaman içinde, yeterince emek ve imkân israf edildi. Şimdi artık daha geniş bir bakış açısıyla ve ferasetli bir ufukla davranmak gereken zamanlardayız.

İslâm nazarında haklı ve meşru olan her dava, bir Müslümanın tabiî ve acil davasıdır. Filistin de bizimdir, Doğu Türkistan da. Acıları yarıştırmak ve davaları kafa kafaya tokuşturmak yerine, hepsine aynı duyarlılık ve vicdanla sahip çıkmak temel vazifemiz olmalıdır.

Madem İsrail ve Çin aynı ideolojik doğrultuda buluşabiliyor, o zaman Müslümanlar da zihinlerinde Kudüs-Kaşgar hattını sımsıkı tesis etmek durumundadır.

KAYNAK : https://www.yenisafak.com/yazarlar/taha-kilinc/kudus-kasgar-hatti-4732640

Share
141 Kez Görüntülendi.