logo

trugen jacn

DOÇ.DR. ZORLU : TÜRKİYE, TÜRK DÜNYASİ’NIN İSTİKRARI AÇISINDAN ÇOK ÖNEMLİ BİR PARTNER

Ülkemizin önde gelen siyaset bilimcilerinden ve Türk Dünyasına yönelik çalışmaları ile tanınan  Ahi Evran Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr.  Sayın Kürşad Zorlu, QHA’ya verdiği röportajda Kırım,Doğu Türkistan ve Türk dünyası’ndaki son gelişmeleri değerlendirdi.

Kürşad Zorlu: “Atatürk Türk Dünyası’nın çimentosudur”

Uygur Haber ve Araştırma Merkezi(UYHAM)

Türk Dünyası için birçok çalışma yapmış, sosyal ve geleneksel medyada analizleri ve köşe yazılarıyla adından sıkça söz ettiren Kürşad Zorlu, QHA’ya verdiği röportajda Türk Dünyası ve Kırım’daki son gelişmeleri değerlendirdi.

“TÜRKİYE, TÜRK DÜNYASI’NIN İSTİKRARI AÇISINDAN ÇOK ÖNEMLİ BİR PARTNER”

– Çin’in “Yeni İpek Yolu Projesi” ile birlikte özellikle Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde büyük ölçekli ulaşım ve altyapı yatırımlarına önemli mali destek verdiği görülüyor. Yeni İpek Yolu Projesi, Türk Dünyası’nın ekonomik bütünleşmesi adına sizce bir fırsat olabilir mi?

Aslında 69 ülkeyi ilgilendiren çok boyutlu bir proje. Bu Türkiye ve Türk Dünyası için bir fırsat olabilir. Fakat kaotik ve kırılgan hususlar Türkiye’nin istediği etkinliği sağlamasını engelleyebilir. Zaten Çin’in Türk Cumhuriyetleri’nin özellikle Orta Asya bölümüyle ilgili ciddi yatırımları ilişkileri söz konusu…Özellikle Kazakistan ve Kırgızistan’la. Özbekistan’la da belirli adımların atılacağını tahmin ediyorum. Çin zaten bir süredir gerek ulaşım koridorları gerek raylı taşıma boru hatları ile Orta Asya’dan Hazar’a uzanan ve Batı’yı da ilgilendirecek bir sürecin zeminini oluşturmaya çalışıyordu. Bu manada özellikle Kazakistan’a ayrı bir önem veriyor. Fakat burada Yeni İpek Yolu dediğimiz şeyi sadece ekonomik olarak değerlendirmemek lazım burası kültürel etkileşim ve iş birliğinin meydana geleceği bir alan. Çin bölgede hızla etkinliğini artırmaya çalışırken oranın yerleşik bir unsuru olmak için diğer ülkelerden farklı ve uzun vadeli kalıcı bir strateji izliyor. Çin yereldeki insanlarla ciddi sayıda evlilikler meydana getiriyor. Sınırlarının bu kadar uzun bir coğrafyaya uzanmış olması da Çin’in jeostratejik ve askeri bakımdan avantajını kullanarak bölgede bir denge unsuru olmasını sağlıyor.

DOĞU TÜRKİSTAN SORUNU, İNSANLIĞIN DE ORTAK MESELESİDİR 

Rusya tamam çok etkili ama artık Çin de etkisini hissettiren, belirli politikalarda ciddiye alınması gereken bir ülke. Bu bahsettiğimiz coğrafya yani eski Türkistan dediğimiz bugünkü Orta Asya’yı içine alan Batı Türkistan dediğimiz yer, Doğusu ise Çin’in Sincan Uygur Özerk bölgesi, bizim ise Doğu Türkistan dediğimiz yer. İpekyolu’nun önemli bir kavşak ve hatta kırılma noktası. Buradaki kimi sorunlar farklı neticeler doğurabilir. Burası projenin hem ulaşım hem kültürel olarak çıkış noktalarından. Yani Doğu Türkistan. Türkiye açısından da hassasiyetler içeriyor. Şimdilik bu tür meseleler ülkelerin birbirlerine olan bağımlılık ve çıkarları gereği gündeme gelmese de önümüzdeki yıllarda küresel bazı gelişmeler ve bunun etkileri buradaki nüfusu farklı bir yere taşıyabilir. Buna karşı sadece Türkiye’nin değil Çin’in de, diğer partner ülkelerin de bir hazırlık içerisinde olması gerekir. Çünkü bu tür meseleler insanlığın ortak meselesidir. Biz Doğu Türkistan meselesini gündeme getirirken hep bunu söylemeye çalışıyoruz tamam oradaki insanlar bizim için çok önemli ama orada olacak sorunlar sadece bizleri değil bölgedeki istikrarsızlığı da teşvik edecek bir muhtevaya dönebilir. Maalesef geleceği inşa edebilecek bir Doğu Türkistan politikamız yok.

Burada Çin’in Yeni İpek Yolu projesinin özellikle orta koridoru dediğimiz kısmı Türkiye’yi ve Türk dünyasını da çok yakından ilgilendiriyor. Orta koridor ile ilgili Türk Konseyi çalışmalar yürütüyor. Konseyin yetkilileri burayı tanıtmak ve yatırımcı çekebilmek için uluslararası temaslarda bulunuyorlar bunu tanıtmaya çalışıyorlar. Orta koridor Türkiye’nin alt kodidor İran’ın odak noktası olduğu iki koridor. Fakat bölgemizdeki bu kaotik durumla çok alakalı. Şimdi Bakü-Tiflis-Kars demiryolu projesi hayata geçirildi. Bir de bunun Edirne-Kars ayağı var bu eklemlendiği vakit aslında o zaman Çin’den Batıya direk hat geçme durumuna girecek. Sonuç olarak Edirne-Kars hattının Yeni İpekyolu Projesi’nin mimarı olan Çin tarafından desteklenmesi ve bütçelendirilmesi gerekiyor. Ancak Çin’in bu hattı çoktan bypass ettiği de iddia ediliyor. Türkiye’nin çıkarları çerçevesinde bizim bir tehdit teşkil etmediğimizi, Türk dünyasının istikrarı açısından çok önemli bir partner olduğumuzu önemli rakam ve verilerle anlatabilmemiz gerektiğini düşünüyorum.

“KIRIM TÜRKLÜĞÜ BİZİM İÇİN NE İSE IRAK TÜRKLÜĞÜ DE O’DUR”

– Irak’ta Barzani’nin yasa dışı referandum ısrarı, başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin Irak’ın toprak bütünlüğüne verdiği kesin destek neticesinde hüsranla sonuçlandı. Yeni dönemde Irak Türkmenleri için öngörüleriniz nelerdir?

Türkmenler, aslında Irak Türkleri… Bunu niye söylüyorum? Kırım’da yaşayan insanlar bizim için nasıl Kırım Türkleri’yse, aslında Irak’takiler de Irak Türk’leri. İngilizlerin Lozan’dan sonra, hatta Lozan’ın görüşüldüğü dönemde bu Türkmen kelimesinin temelinin oluşturulmaya çalıştığını görüyoruz. Bu algı 1959’da güçlendi ve sonra kullanıla kullanıla Türkmen ifadesi meydana geldi. Buradaki amaçlardan biri neydi, orada yaşan Türkleri, Türkiye’den uzaklaştırmak.

– Azeri Gibi Mi?

Evet öyle… Bugün Türkiye’nin, Musul ve Kerkük’te bir hak iddiası var. İster yasal, ister siyasi, ister demografik anlamda olsun bunun odak noktasında kendi soydaşlarının olması kadar doğal bir şey yok. Bu yönelim iyi kullanılırsa uluslararası sistem açısından elini çok fazla kuvvetlendirir. Uzun süre oradaki Irak Türklüğünü Türkiye’den koparma girişimiyle karşı karşıya kaldık. Irak’ın işgali ve Saddam döneminin kapanması ve ABD’nin oraya konuşlanması ile birlikte bölgede kendisine meşru bir alan arayan Barzani ve o bölgedeki bir takım dinamikler hızla Türkmeneli olarak dediğimiz bölgede demografik bir değişim meydana getirdi. Rakamlar tabii çeşitli kaynaklarda farklı kullanılıyor. Bugün Irak’ta 3 milyon civarında Türkmen olduğunu biliyoruz. Bugün itibariyle o insanlar yurtlarında değiller. Mesela Telafer, Kerkük, Musul, Erbil… Buradaki insanlar gerek Irak’ın iç bölgelerine, gerekse Türkiye’nin farklı bölgelerine göç etmek durumunda kaldı. Türkiye’nin atması gereken en önemli adım Türkmenlerin kendi bölgelerinde evlerine dönebilecek zeminin, bir yasal alanın oluşturulması. Sevindirici bir gelişme, Türkmen heyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret etti. O görüşmede Erdoğan’ın söylediği en önemli ifadelerden bir tanesi, “Telafer’e Türkmenleri hızlı bir şekilde döndürüp burayı da tekrar inşa edeceğiz” dedi. Türkiye’nin elinde bu imkanlar var. Türkiye, Türkmenlere kültürlerini devam ettirecek şekilde, olabildiğince eskiye döndürmek suretiyle onları orada konuşlandırmak zorunda. Türkiye güçlüyse Irak Türklüğü daha güçlü, Irak’ta Türkler güvende ve etkinse Türkiye bölgesinde daha etkili olacaktır. Çok acı şeyler yaşadık, 25 Eylül referandumunun ardından o döneme kadar Kerkük Kalesi’ne Türkmenlerin girişi yasaktı. Kerkük Kalesi, Irak’taki Türk varlığının tapu senedidir. Kerkük’te Türkmenlerin yaşadığı bölgelere belediye hizmetleri gelmiyordu, orada Türkmenlerin bir an önce bölgeyi terk etmesi için farklı asimilasyon araçları kullanılıyordu. Toplu katliamlara hiç değinmiyorum zira onlar tarihsel bir vakadır. Çok şükür böyle bir şeyin yaşanma ihtimalini biz konuşurken, bir şeyler oldu referandumdan sonra ve Barzani yönetimi 2003 öncesi sınırlarına çekilmek durumunda kaldı. Burada başka bir tehlikeden daha söz ediyoruz, Barzani ve KDB etkinliğini kaybetti gözüküyor fakat burada KYB’nin etkisini gözardı etmemek gerekiyor. Yeni dönemde KYB’nin ve ona bağlı peşmergelerin Türkmen sahalarında örgütlenmesi ve nüfus kazanması sürecinde Türkmenler yeniden bir hak kaybı tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirler. Bunların hepsi IKBY’nin bir parçası. Netice itibariyle bugün Türkmenler sahadaki psikolojik avantaj sebebiyle düne göre güçlü durumdalar. Uluslararası kamuoyu için adım atılması gerekiyor.

Peki neden kamuoyu yaratamıyoruz?

Bu profesyonel bir iş. Farklı bir sistematiği var. Dünyada artık insanların etkilenme ve kamuoyu geliştirme yöntemleri farklılaşıyor. Bizim, bırakın bu farklılıkları tespit edip onlara yönelik bir takım projeler geliştirmek, daha elimizdeki mevcut diaspora araçlarını yasal olarak doğru kullanamadığımız kanaatindeyim. Bu araçlar profesyonel bir şekilde, sahayı iyi bilen uzmanlar tarafından kullanılmalı. Devlette süreklilik esastır, buna uygun bir biçimde hareket edilmesi gerekiyor. Türkiye’nin bu yüzden Türk Dünyası politikasının kurumsal ve kalıcı bir noktada irdelenmesi gerektiğini vurguluyoruz.

“TÜRK DÜNYASI HAMLESİ AVRASYA’DA DENGELERİ DEĞİŞTİRECEK”

Hatta bir “Türk Dünyası Bakanlığı” kurulmasından söz ediyorsunuz?

Kesinlikle… Bunu konuşmamız lazım. Bu dünya için bir tehdit değil. Daha önce olsaydı, “Pantürkizm mi yapıyorsunuz?” gibi eleştirileri haklı karşılardım. Ben “Turan” kelimesine değer veren birisiyim ama artık dünyada geldiğimiz noktada, mesela Rusya ve Çin iş birliği yapabiliyorlar. Onlar orada iş birliği yaparken tarihsel geçmişlerini unutuyorlar mı, hayır unutmuyorlar. Ama bir gerçek var, her şey küresel sisteme entegre olmak zorunda kalıyor ya da bırakılıyor. Türk Dünyası Bakanlığı’nın kurulması Avrasya’ya yeni bir soluk getirebilir. Bu herkesin lehinedir. “Türkiye ne yapmak istiyor?” sorusunun cevabını yasal ve hukuksal olarak görmüş olacaklar. Türkiye ne yaptığını açık ve şeffaf bir şekilde ortaya koyacak. Bizim zaten hedefimiz Türk Dünyası ile her manada iş birliği oluşturacak projeler belirlemek. İsmail Bey Gaspıralı’nın da yaklaşımı budur: “Dilde, fikirde, işte birlik” derken bunu üçe ayırmıştır. Bu alt sistemlerin sağlanması için yılda bir defa toplanarak bu iş olmuyor. Yasal ve meşru alanda bunun yönetilmesi gerekiyor.

“TÜRK DÜNYASI İÇİN KİRİL ALFABESİ PSİKOLOJİK BİR BARİYER”

– Kazakistan’ın Latin alfabesine geçmesi yine Türk Dünyası’nın kültürel bütünleşmesi açısından büyük memnuniyetle karşılandı. Öte yandan Latin alfabesine geçişin değişik bir formatta gerçekleştirilmesi de hayal kırıklığı yarattı. Bu dönüşüm hakkında ve Kazakistan’ın başta eğitim reformu olmak üzere Nazarbayev liderliğindeki gelişimi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Birincisi her şeye rağmen, Latin alfabesine geçişin çok değerli olduğunu düşünüyorum. İkincisi, biz sadece Türkiye’den bakarak Kazakistan’da yaşanılanları anlayamayız, oradan da bakmak gerekir. Oradan bakıldığında şu gerçeği görürüz; 7 bin km Rusya ile sınırı olan bir ülke. Ülkede resmi dil Rusça, devlet dili Kazakça nüfusunun yüzde 35’i etnik Rus. İnsanların alışkanlıkları bir bağımlılığa dönüşür ve bunun bir çırpıda kırılması mümkün değil. Burada bizim istediğimiz gibi birden duru bir Türkçeye geçilmesi mümkün değil. Bu tür eleştirilerde ölçülü olmamız gerekiyor. Şimdi Kazakistan Nazarbayev’in bu adımıyla birlikte önemli bir şey kazanıyor. Belki de Türkiye’den de önemlisi Batı ile entegre olabilecek önemli bir kapı açıldı. Latin alfabesine geçiş, insanların beynindeki bariyerleri yıkan bir davranış. Burada sorunlar var mı var. Alfabedeki harflerin seçiminde bir takım yanlışlıklar olduğu kanaatindeyim. Zaman içerisinde bu düzeltmelerin yapılacağını zamanla gelişeceğini düşünüyorum. Türk Dünyası için Kiril alfabesi psikolojik bir bariyer. Şifrelenmiş bir kültürel sistem. Biz bunu daha iyi hale getirecek söylemleri geliştirerek, önümüzdeki dönemde adım atılmasını sağlayabiliriz. Kazakistan, donanımlarını arttıran bir ülke. Özellikle gençlerinden örnek vermek istiyorum; Orada mesela “Bolaşak” diye bir program var. Kazakça “gelecek” demek. Kazak gençlerinden yüzlercesi seçilerek, farklı ülkelerde öğrenim görüyor ve tecrübelerini arttırıyorlar. Şimdi bu gençler devletin önemli kurumlarında, önemli görevlere gelmeye başladılar. Kazakistan’da herkes iki dil biliyor. Bizim yapmamız gereken iki ülkenin eğitim sistemini bir noktada buluşturabilecek projeler geliştirmek.

– Geçtiğimiz günlerde Özbekistan’ın yeni Ankara Büyükelçisi Alişir Azamhocayev’le bir araya geldiniz. Kerimov döneminden bu yana Türkiye-Özbekistan ilişkileri adeta dondurulmuş bir şekilde bekliyordu. Şavkat Mirziyoyev’in gelişi ikili ilişkilerde yeni bir canlanma ve yakınlaşma dönemine ortam yarattı. Bölgede Özbekistan’ın stratejik ve ekonomik değeri oldukça yüksek, bu anlamda Türkiye’nin, ilişkilerin yeni döneminde tutumu ne olmalı ve her iki ülke içinde ne gibi fırsatlar bulunuyor?

Özbekistan Büyükelçisi Ulfat Kadirov, ki öncelikle kendisine buradan sizin aracılığınız ile teşekkür etmek istiyorum. Uzun yıllar kaldı Türkiye’de ve çok zor bir dönemde büyükelçilik yaptı. Düşünün ki bir ara ilişkilerimizin kopma noktasına geldiği bir dönemde burada oldu ve ilişkileri hep diri tutmaya, iki ülkenin kardeşliğine vurgu yapmaya çalıştı. Bu bağlamda tarih onun da hizmetlerini yazdı. Yeni gelen büyükelçimizde, -büyükelçimiz diyorum çünkü ben onları dış yurtlarımız olarak değerlendiriyorum. Onların başarılı olması için bizim de konukseverliğimizi göstermemiz gerekiyor. Yeni büyükelçi çok tecrübeli bir isim ve hızla ilişkilerimizi geliştirmemiz gerektiğini düşünüyor. Yaptığımız görüşmede, “Artık kırgınlıklar bitti, geriye dönmeyeceğiz” dedi. Özellikle ekonomik bağlamda Özbekistan’ın açıkta kalmış alanları var. Mesela Özbekistan’da çok ciddi bir hammadde var ama bu hammaddeyi mamüle dönüştürürken ve dünya pazarlarına sunmak istedikleri vakit, çok ciddi bir yatırım gerekiyor. Ayrıca mamül haline getirdikleri vakit kazançları da çok düşük. Onlar şu anda Türkiye’den en çok bunu bekliyorlar. Birlikte bu hammaddeyi işleyelim ve birlikte kazanalım. Bunlardan en başta geleni, pamuk. Türkiye’de de çok ciddi bir tekstil pazarı var, şimdi biraz sorunlar yaşasa da Özbekistan onlar için de iyi bir saha. Hizmet sektörü de Özbekistan’da gelişmeye hazır. İş adamlarımızın oraya gitmesi gerekiyor. Sayın büyükelçinin de söylediği şu; “Vize işlemlerini istediğimiz seviyeye getirmek istiyoruz. Başvuru yapan insanlara iki gün içerisinde vizelerini vermeye başladık. Bunu daha da hızlandırma çabası içerisindeyiz”. Bunlar çok önemli adımlar. Özbekistan’ın yeni Cumhurbaşkanı (Şavkat Mirziyoyev) dünyaya daha açık birisi. İki ülke arasında karşılıklı seyahatlerin çoğalması lazım. İlişkiler birden bire düzelmez ama bu şekilde bir adım atılabilir. Bununla alakalı şu örneği vermek istiyorum: Beni Özbekistan’dan bir haber ajansı aradı ve konu, Özbekistan cumhurbaşkanının Türkiye ziyaretiydi. Bu seyahat sonrasında Özbekistan’da şöyle bir algı oluşmuş: “Türkiye’de neden bu olay haber olmadı?” Aslında bazı yerlerde haber oldu ama anladığım kadarıyla önem verilmediği kanaatindeler.

“GASPIRALI BİZİ BİRLEŞTİREN BİR MARKA DEĞERİDİR”

– Mayıs ayında Türk Akademisi tarafından “Uluslararası İsmail Gaspıralı Ödülü”ne layıkgörüldünüz. Bir Kırım Tatarı olan İsmail Gaspıralı, “dilde, fikirde, işte birlik” şiarıyla, “ceditçilik” denilen eğitim reformu ve “Tercüman” gazetesi başta olmak üzere Türk kültür ve eğitim hayatına büyük katkılar sağladı. Gaspıralı’dan bugüne baktığınızda Türk Dünyası hangi fırsatları kaçırdı, hangi fırsatları yakaladı sizce?

Zannediyorum Gaspıralı’dan bu yana onun ortaya koyduğu “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” yaklaşımının bir benzerini seslendirmiş başka bir düşünce insanı yoktur. Gaspıralı’nın bu yaklaşımı, son yüzyılın en önemli yaklaşımı bence. Çünkü hem bir gerekçeyi ortaya koyuyor, hem de atılması gereken adımların nasıl atılması gerektiği ile ilgili bir yöntem koyuyor önümüze. Bunu da açık ve başarılı bir şekilde 4 kelimeyle özetlemiş bir insan Gaspıralı. Ve önümüzdeki yüzyıllarda da bizler, bunun üzerinden söylemler geliştirmeye ve projeler üretmeye devam edeceğiz. Biliyorsunuz Türk Dünyası ile ilgili herhangi bir organizasyona gittiğimizde muhakkak Gaspıralı’dan bir atıf yapılır. Bu açıdan bizi birleştiren bir marka değeridir Gaspıralı. Bu tür marka değerleri bizim için çok değerlidir. Bunlardan biri de Atatürk’tür. Bu tür değerlerimizi ortaklaştırdığımızda, birbirimize yakınlaşmamızı daha hızlı sağlayabiliyoruz. Gaspıralı’nın bu sözünün üstünden uzun yıllar geçti nereden nereye geldik. Onun bu duruşu aslında bir muhasebe yapmamızı da sağlıyor. Türk Dünyası potansiyelinin çok gerisinde. “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” konusunda da gerideyiz. Bugün Türk Dünyası dediğimiz bölgenin ekonomik büyüklüğü yaklaşık 1,5 trilyon dolardır. 5 milyon kilometre karelik bir alandan bahsediyoruz ve bu sadece Türk Cumhuriyetleri’nin içerisinde yer aldığı bir alan ve Türk Dünyası dediğimiz coğrafyanın yüzde 48’i burası. Çok büyük bir coğrafya. Yaklaşık 250 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz. Dolayısıyla İsmail Bey Gaspıralı’nın açtığı bu yolda yapmamız gereken çok şeyler olduğunu düşünüyorum. Benim için de çok önemli bir durum bu… Uluslararası Türk Dünyası Akademisi, resmi olarak merkezi Astana’da bulunan uluslararası bir kuruluş. Böyle bir isim altında ödül almak benim için çok gurur verici inşallah herkese nasip olur.

“KEŞKE KIRIM KONUSUNDA DAHA CESUR KARAR VEREBİLSELER”

– Kırım’da insan hakları ihlalleri ile ilgili Kazakistan, Kırgızistan gibi ülkeler ret oyu kullandı. Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Zaman zaman bu sorularla karşılaşıyoruz ve izah etmekte de zorlanıyoruz doğrusu… Zira meselenin bir görünen kısmı var bizim açımızdan. Görünen kısmı nedir? Çok basit, tıpkı bu cumhuriyetler KKTC’yi (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) niye tanımadılar sorusuna benzer bir soru sormamız gerekiyor. Ama bir de görünmeyen bir kısmı var o da şu: Bu tip kararlar almak için her devletin kendi koşullarına iyi bakmak lazım ve 25 yıllık cumhuriyetlerden bahsediyoruz. Hala belirli ilişkisel bağımlılıklar devam ediyor. Olayın özünde Rusya var. Bugün Türkiye’nin durduğu nokta ve alacağı pozisyon çok önemli. Sayın Kırımoğlu’nun kullandığı çok güzel bir cümle var: “Türkiye bizim için çok önemli. Türkiye güçlü olursa, ayakta olursa, biz bir gün toprağımızı geri alırız ama ona, Türkiye’ye bir şey olursa bizim de ümidimiz kalmayabilir.” Gerçekten durum böyle. Türkiye’nin Kırım konusundaki yaklaşımı, özellikle 2014-2016 yılları arasındaki dönemde atamadığı bazı adımlar nedeniyle bugün bu Türk Cumhuriyetlerini de kararlar alırken belki Rusya’nın durduğu pozisyonda karar almaya teşvik ediyor. Bu demek değildir ki bu karar alındı, onlar Kırım’ı ve Kırım’daki insanları kendilerinden görmüyorlar. Bunlar çok farklı dinamikler. Biz mesela Özbekistan’la yıllardır uzak kaldık. Fakat ben gittiğim o kısa vadeli dönemlerde Özbek halkının Türkiye’de yaşayan insanlara karşı çok ciddi bir sempati içerisinde olduğunu gördüm. Bizim de yapmamız gereken halkların arasında sevgi ve sempatiyi ortadan kaldırmayacak süreçler meydana getirmek. Netice itibariyle ben bunu kullandıkları oyu doğru bulmuyorum. Keşke Kırım konusunda daha cesur karar verebilseler.

“TÜRK KAVRAMI ÖRSELENMEYE BAŞLADI”

-Türk coğrafyasını karış karış geziyorsunuz, gözlemlerinizi bizimle paylaşır mısınız?

Bazı arkadaşlarımız Türkiye’de yaşadıkları acı tecrübelerden dolayı daha fazla bu konuda sorular soruyorlar. Mesela bir yurtta öğrenim gören bir öğrenci, Kazak veya bir Kırgız genciyle birlikte yaşamış ve onun bilincinde olumsuz bir algı yerleşmiş. Tıpkı oradan buraya gelip de, olumsuz tecrübelerle dönenler gibi. Türkiye, 10 bin öğrenci projesi adı altında 90’lı yıllarda öğrenciler getirdi. Özbekistan sonra bunların tamamını geri çekti. Biz böyle bir projeyi hazırlarken hiçbir altyapı geliştirmedik. Bir oryantasyon, rehabilite dönemi geçirmediler. Bu arada düşünün ki , Türkiye’ye geliyorsunuz ve Türkiye onlar için bir yıldız ama çok acı tecrübeler yaşıyorsunuz. Ülkenize döndüğünüzde çok farklı bir bakış geliştiriyorsunuz. Bizim ülkemizde bu tarz acı tecrübeler varsa, onlarda da karşılaştıkları durumlardan dolayı bir takım kırgınlıklar yaşayan ve devlet kurumlarında önemli yerlere gelmiş insanlar var. İkincisi, Türkiye’den bu 25 yıllık süreç içerisinde, özellikle ilk 10 yıllık periyotta ekonomik anlamda, iş dünyası ve devlet bürokrasisinden, özellikle altını çizmek istiyorum sadece bir bölümü yanlış bazı işler yaptılar. Biz asla kabul edemeyeceğimiz bir takım durumlarla karşı karşıya bırakıldık ve Türk dediğimiz kavram örselenmeye başladı. Onlar bir süre sonra Türk kavramını sadece Türkiye’de yaşayan Türkler olarak algılamaya başladılar. Bir de bunları hiç yaşamamış insanlara baktığımızda ben Kazak’ım, Kırgız’ım diyor. Atatürk’ün vaktiyle söylediği sözlerden biri nedir biliyor musunuz? -“Onların gelmesini bekleyemeyiz, bizim onlara gitmemiz lazım.” Bu çok önemli bir şey ve bizim bunu onlara anlatmamız lazım. Çünkü Türkiye’nin gerçekten tarihten aldığı mirasla, onların örnek alması gereken bir ülke potansiyeli var. Bu yüzden onlar gelsin bizi tanısın deme lüksümüz yok. TİKA, Dışişleri Bakanlığı bu kavramsal çatışmanın önüne geçmek istiyorsa sosyal projeler geliştirmek zorunda. Bunun çok da zor olmadığı kanaatindeyim.

“TÜRK DÜNYASI’NIN EKSİKLERİNDEN BİRİSİ ORTAK DEĞER VE MARKALAR ÜRETEMEMEK”

– Bir açıklamanızda “Atatürk, Türk Dünyası’nın çimentosudur.” demiştiniz. Bu cümleyi açabilir misiniz?

İster ulusal anlamda, isterse de uluslarası anlamda olsun, günümüzde insanları bir arada tutan iki şey var: Birisi vizyon ve amaç ortaklığı, diğeri de, değerlerin ortaklığıdır. Değer ortaklığı beraberinde marka ortaklığını getirir. Bu bağlamda Atatürk bizim çok önemli bir markamız. Hem mevcut haliyle hem de açığa çıkaramadığımız yönüyle… Buhara Cumhuriyeti Türkiye’ye Kurtuluş Savaşı sırasında yardımda bulunmuş. Şimdi onun oğlu Timur Kocaoğlu dünyanın en iyi dil uzmanlarından biri ve Türkiye aşığı bir insan. Atatürk kurduğu kurumlarla, daha o dönemde çok kısıtlı bir bütçe olmasına rağmen Türk tarihini araştırmak için çok önemli projeler üretiyor. Bu bizim için önemli bir dayanak. Bu konuda Nazarbayev’e de teşekkür etmek istiyorum. Nazarbayev, Atatürk’e olan sevgisini açıktan ortaya koymak yoluyla da aslında kendi ülkesindeki insanlara bu konuda mesaj veriyor. Astana’nın çok önemli bir merkezinde, Atatürk anıtı var. Oraya her gittiğimizde muhakkak uğruyoruz.

” Atatürk, Türk Dünyası’nın Çimentosudur.

Atatürk ile ilgili mesela Nazarbayev bir toplantısında, “Türk Dünyasının ortak atası” şeklinde bir ifade kullandı. Daha yeni, 10 Kasım’da, yine Astana’da Atatürk ile ilgili çok önemli bir fotoğraf sergisi açıldı. Buraya din görevlileri, İran, İsveç gibi ülkeler de dahil olmak üzere 29 ülkenin büyükelçisinin geldiği söyleniyor. Atatürk çok önemli bir isim. Ama bizim de gerçekten Atatürk konusunu bir siyasi parti ve düşüncenin tekelinden çıkararak, tüm milletin ortak değeri olarak kabul etmemiz lazım. Bunu çok iyi anlatabilmemiz lazım: Örneğin Almanya’ya gittiğinizde bir yönünü ortaya çıkarırısınız, Kazakistan ve Özbekistan’a gittiğinizde başka bir yönünü… Ama bunu kim yapacak, yapacak kimseyi bulamıyor muyuz? Hali hazırdaki dizileri, filmleri, kitapları o ülkelerin lehçelerine çevirerek oraya kadar götürerek bu ortaklaşmayı arttırdığımız takdirde, bir Özbek, Kazak, Kırgız genci Atatürk’e ilgi duyduğunda, onunla ilgili araştırma yaptığında başka bir şeye ulaşacak. Çünkü Atatürk demek, Türklük demek. Dolayısıyla Türk Dünyası için çimentodur Atatürk. Tam da bizi birbirimizden koparmak isteyen, aramıza çatlaklar sokmak isteyen güçlere karşı bu çimentoyu iyi kullanmamız gerekiyor.

Kırımoğlu Resimleri ile ilgili görsel sonucu

“TÜRKİYE, KIRIM İÇİN BATI’YI ARADAN ÇIKARMAK ZORUNDA”

– Kırım’da yaşanan durum hakkında neler düşünüyorsunu? Ruslar her gün bir Kırım Tatarı’nın evine baskın düzenliyor ve asılsız iddialarla gözaltına alıyor. Buradan ne mesaj vermek istersiniz? Türkiye’de Kırım için neler yapılabilir?

Türkiye’de bu durum nasıl görülüyor, öncelikle buna bakmak lazım. Özellikle son dönemde ben işgal sözünün dışişlerinin temel söyleminde olduğunu biliyorum. Birleşmiş Milletler ile beraber herhalde bir oylamada bu yönde bir oy kullanıldı. Bu Rusya’nın çok önem verdiği bir mesele ve tam da Rusya ile bazı işbirliklerine gidilirken, Kırım’la ilgili Türkiye’nin ancak mevcut yapılanma içerisinde, onların haklarını daha iyi bir noktaya getirecek, anayasal anlamda haklarını koruyacak bir diplomasi alanını etkin kılması gerekiyor. Türkiye bir dönem bunu ıskaladı maalesef. Hep Batı üzerinden Kırım meselesine ilişkin geçici çözümler üretmeye çalıştı. Kendisi direkt olarak muhataplık alıp bir girişim yaratmadı. Yaratmak istemiş olabilir ama yaratamadı. Burada da Kırım’da yaşayan ve Kiev’de Kırım’ın haklarını gözeten KTMM üyelerine ve Türkiye’deki Kırım diasporasına çok önemli görevler düşüyor. Çünkü önce onların tam olarak ne istediklerini, ne beklediklerini Türkiye’ye iyi bir şekilde anlatabilmeleri lazım. Türkiye bunu henüz bilmiyor. Belki dışişlerindeki yetkilililerimize bunlar anlatılıyor ama kamuoyu bunu yeterince bilmiyor. Bu bakımdan sizin ajansınıza, bu tür alanlarda çalışanlara önemli görevler düşüyor. Bizim ilk önce Kırım Türklüğünün tek ses olmasını sağlamamız lazım, bu konuda bazı endişelerim var. Bu bağlamda farklı sesler çıkmaması gerekiyor, farklı seslerin çıkması önemli de değil ama öyle hayati meseleler var ki, orada ortak olmak lazım. Birbirimizin söylemlerini etkisizleştirmekten uzak durmalıyız. Bu noktada, Kırım Türklerinin milli mücadelesinin sembol ismi Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’dur. Bunu kabul etmek gerek. Kırım’la ilgili atacağımız adımlarda, kısa vadede daha makul adımlara gidip, orta vadede orada Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin haklarını tekrar kazanması konusunda nihai hedefe yönelmeliyiz. Türkiye zaten Ukrayna ile ilişkilerini bu bağlamda, özellikle Kırım hassasiyeti dolayısıyla çok özenli bir dilde götürüyor. Bunun artmasını sağlayacak bir takım denge unsurlarını da Kırım Türklerinin bizzat sunması gerektiği kanaatindeyim. Kırım üzerinden Avrasya’ya abanmak kadim bir tarihi Türkiye’nin üzerine devirmek demektir. Bu kadar önemlidir Kırım bizim için…

Kaynak :  http://qha.com.ua/tr/roportajlar/kursad-zorlu-ataturk-turk-dunyasi-nin-cimentosudur/161901/Raportaj : Buket Orhan

Etiketler: » » » » » » » »
Share
938 Kez Görüntülendi.