logo

trugen jacn

HUN İMPARATORU METE HAN’IN ÇİN İMPARATORİÇESİ LÜ ZHİ’YE YAZDIĞI MEKTUP

Kaan Arslanoğlu
Kaan ARSLANOĞLU 
Sayın Tarihçi Yazar Erkan Hacıfazlıoğlu’nun, “Uygur  Türk İmparatorluğu” kitabı Altınordu Yayınları arasında neşredilmiştir. Bu kitabı okuyarak  inceledim. Bu kitabı  okumakla tüm Uygur tarihinin  ana başlıklarını( kabasını)  ele alarak bu yazıyı yazıyorum. Yazıda Uygur Türklerinin Kültür ve  medeniyeti hakkında birçok yeni  bilgilere ulaşmanın ve  öğrenmenin yanı sıra Uygur İmparatorluğu ile  – Çin ilişkilerine de  ayrıntılı ve adamakıllı olarak girmiş oldum. M.Ö. 2.yüzyılda (2.200 yıl) öncesine ait   bu tarihsel  bir magazin mektup  Hun İmparatoru Mete Han ile   Çin İmparatoriçesinin flörtünü anlatmaktadır. Mete Han’ın Çin İmparatoriçesine  yazdığı(yürüdüğü) bu  “skandal” mektup ve Çin  İmparatoriçesinin bu mektuba cevabı  eski çağlarda sürdürülen Türk-Çin ilişkileri hakkında  bize yeni bilgiler sunmaktadır. 

Erkan Hacıfazlıoğlu’nun, “Uygur Türk İmparatorluğu” kitabı yeni çıktı (Altınordu Yayınları). Bunu okumakla tüm Uygur tarihinin kabasını almış oldum. Uygur medeniyeti hakkında birçok yeni şey öğrenmenin yanı sıra Uygur – Çin ilişkilerine de adamakıllı girdim.

Tarihin ilk 'yürümesi': Mete Han’dan Lü Zhi'ye giden mektup - Resim : 1

TÜRKLER UYGARLIK İÇİN DAHA NE YAPSIN

Fransiz Tarihçi Jean Paul Roux   Uygur Türkleri için şunları yazıyor : “Uygurlar şaşılacak bir toplumdu kuşkusuz. Kentlerde her halkın, her dinsel inancın ayrı özel semtleri, mahalleleri vardı. En az üç büyük dine (Manizm, Budizm, Hristiyanlık) bağlı insanlar yan yana yaşıyorlardı. Sokaklarında serbestçe vaaz ederek, malını satmak amacıyla pazarlık yaparak Yahudiler, Müslümanlar, Zerdüştler geçiyorlardı. Bu hoşgörü ortamına hayran kalınması gerekir. Tarihte Uygurlarınkiyle karşılaştırılabilecek bir tek örnek yoktur ve böyle bir örneğe belki ancak başka Türk toplumlarında rastlanabilir” 

Uygurlar geçmişleri çok daha eskilere dayanmakla birlikte büyük devletlerini MS 744’de kurdular, 840’a dek çok geniş bir bölgede hüküm sürdüler. Sonrasında da varlıklarını aynı bölgelerde devam ettirdiler. İlk ve esas dinleri Tengricilikti. Ancak önce Manizm’i ardından Budizm’i büyük ölçüde benimsediler, en nihayetinde Müslümanlaştılar.

Benimsedikleri ve pek çok zaman birlikte yürüttükleri bu dinlerin en gelişmiş yapıtlarını ortaya koydular. Şehirleri bugünkü özgürlükçü liberallerin gıptayla bakmaları gereken hoşgörü, kültür, üretim, ticaret merkezleriydi. Ama bugünün liberalleri asla o düzeyde veya o niyette olmadığı için bunu ne görür, ne takdir ederler.

Türklerde kadının toplumsal yaşamdaki yeri çok güçlüydü, Uygurlarda da öyleydi. Kadın Türklerde üretici, aile direği, gerektiğinde Han, yani en üst yönetici, gerektiğinde askerdi. Türklerde her birey, kadın veya erkek, ordunun mensubuydu, ordunun mevcudu yetişkin kadın ve erkeklerin toplamıydı. İşte Hacıfazlıoğlu’nun da işaret ettiği gibi Atatürk’ün kadın hakları hamleleri bu yüzden Batı’daki kadın hakları kazanımlarından çok daha önce geldi.

Adaşım Arslan Kaan’ın hükümdarlığı altındaki Uygurları ziyaret eden bir Çin elçisi çeşitli kutlama törenlerinde sergilenen tiyatro oyunlarından, bando gösterilerinden bahsediyordu.

Alman Tarihçi ve Gezgin Albert von Le Coq, Uygurlar hakkında şöyle yazıyor : , “Avrupa’daki o zamanki kaç kale beyi uygun hukuki ifadelerle bir mukavele yazabilirdi. Halbuki Uygurlarda herhangi bir köylü veya esnaf buna muktedirdi.”  Uygurlarda Okuma yazma oranı yüksekti. Bugünkü modern “hareketli/Sesli  harf usulü”  ile matbaayı da Çinliler değil, Uygurlar bulmuştur. Çünkü Uygur alfabesinde harfler az sayıda ve kolaydı. Çin alfabesi ise ancak blok usulü hantal matbaa kalıplarına uygundu.

UYGUR – ÇİN İLİŞKİLERİ

Uygurlarla Çinlilerin ilişkileri sanıldığından ve bildiğimizden çok daha sıkıydı. Zaman zaman savaşlar… Zaman zaman barış ve yoğun karşılıklı alışveriş… Zaman zaman Çin içindeki isyanlara ve başka kavimlere karşı ortak askeri harekatlar… Kitap bu açıdan da çok ilginçtir  ve okunup incelenmeli.

Çin Türk ilişkileri kuşkusuz Uygurlarla başlamamıştı. Erkan Hacıfazlıoğlu’nun başka bir kitabını (Asya Türk Hun İmparatorluğu, Altınordu Yayınları) okumayı bu yüzden öne aldım ve çok daha ilginç şeyler gördüm.

Türkler Çin’in geniş topraklarında bazen bir bölgeyi, bazen ise Çin’in çoğunu hakimiyetleri altına alan çok sayıda hanedanlık kurmuşlar. Bunlardan ilki MÖ 1050’lerdeki Çu hanedanı. Sonraki çağlarda aynı şey tekrarlanıp durmuş.

EK BİLGİ: Çin başkenti Pekin ilk kez Türkler ve Moğollarca kurulmuş bir kent. O zamanki adı Han-Balıg. “Balıg” Eski Türkçede şehir demektir. Yunanca, Latince, İngilizce denen “Polis”in köküdür. Bolu, Safranbolu, İnebolu vb.deki “bolu” ya Rumca köken bulan hastası olduğum dilbilimcilere kanmayın siz.

Çin’e yerleşen Türk hanedanları dışında Türklerin Çin’e yayılması şu biçimlerde ortaya çıkıyor. Bir boyun savaşla bir yere yerleşmesi, savaşsız yerleşmesi, Türklerin kendi aralarındaki savaşlardan kaçan boyların Çin’e sığınmaları…

Başka yolu ise bir Çin’e Türk yayılması yolu Mani dini üzerinden. Budizm ise karşılıklı bir insan göçüne yol açmış. Ticaret zaten savaş dönemlerinde bile iki ülke arasında hiç eksik olmamış. Bir de bireysel beyin göçü var. Çin’e sığınıp Çin’de önemli mevkilerde çalışan çok sayıda Türk tarih boyunca bir sorun oluşturmuş. Tıpkı şimdiki beyin göçü gibi. Çinliler bunu daima teşvik etmiş, Türkleri zayıflatmayı hedef alan bir politika olarak yürütmüş. Başka bir şey de Türk hükümdarlara hediye olarak sürekli Çin prensesleri gönderilmiş. Bunlar pek çok zaman tek başına değil, kalabalık bir hizmetkar grubuyla birlikte gelmişler. Bunlar Türk otağında Türkleri, Çinlileştirme ve bazen de casusluk işlevlerinde kullanılmış. Onlardan doğan çocukların hükümranlık hakkı daima bir sorunmuş.

Sonuç olarak nasıl Ruslar için “Altını kazı Türk çıkar” sözü vardır, “Çin’i kazı altından Türk çıkar” da denebilir.

METE HAN’IN İMPARATORİÇEYE “YÜRÜMESİ”

Mete’nin asıl isminin Batur ya da Bagatur olduğu söylenir. Savaşçı, savaş kahramanı demektir (Bahadır). Mete adının Çinlilerin deyişi olan Mao-Tun’dan geldiği bilinir. Bagauda Keltçe savaşçı demektir, “batir” eski İspanyolca “soylu” demektir; batto, battle (Latince ve İngilizce) savaş, çarpışma, dövüş demektir. “Baateel” Kızılderili dilinde çarpışma demektir. Hepsinin kökü Türkçe “Bat”: vuruş, “batur”: savaşçıdır. Patak, matrak ve matrakçı, batrak (bayrak) ve Fransızca “baton” aynı köktendir. Sopadan, mızrak sırığından gelirler.

Bir zaman Mete, İmparatoriçeye şöyle bir mektup gönderir (MÖ 187):

“Ben Tanrıkut Mete, kendi ayaklarının üzerinde duracak güçten yoksun, yalnız bir hükümdarım. Irmaklar ve göllerin arasında dünyaya geldim. Uçsuz bucaksız ovalarda sığırların ve atların arasında büyüdüm. Bir kere olsun Merkezi İmparatorluğu, yani Çin’i gezmek arzusuyla çok defalar sınır bölgelerine kadar geldim. Majeste, sen dul bir kadın olarak orada yalnız başına dururken, ben yalnız ve kendi ayaklarının üzerinde duramayan bir hükümdar olarak tek başıma burada oturuyorum. İki hükümdar olarak bizim, daha doğrusu ne senin ne benim mesrur bir yaşamımız var; günlük yaşamımızda bizi mutlu kılacak, eğlendirecek hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla istiyorum ki sen sende olanı sende olmayanla değiştir.”

Mektup Çin sarayında okununca bir soğuk duş etkisi gösterir. İmparatoriçe Lü Zhi öfkeden küplere biner ve derhal savaş hazırlıkları yapılmasını söyler. Birkaç danışmanı onu bu yönde iyice kışkırtır. Fakat akıl hocası Ki Pu onu yatıştırır, bundan vazgeçirir. Öfkesi dinen Kraliçe herhalde mektubu bir daha okuduğunda ondaki ince mizahı, zeki ironileri görür ve alttan alıcı imalar dolu  şu şekilde bir mektup yollar :

“Tanrıkut Mete benim harabe sarayımı unutmamış. Bilakis onu bir mektupla yad etmiştir. Lakin harabe sarayımın üzerine korku ve endişe çökmüştür. Ömrümün son döneminde, gücümün azaldığı bu günlerde kafamı meşgul eden birçok soru var. Yaşım çok ilerledi ve bir de nefes darlığı başıma musallat oldu. Saçlarım ve dişlerim döküldü, bir şekilde adımlarım arasında ahenk bozuldu. Eğer Tanrıkut bunun neticesinde beni bir şekilde yanlış anlamışsa, bu onun kızgınlığına değmez ve kaldı ki benim harabe sarayımın da bunda bir günahı yoktur. Ve o harabe saray senin affına sığınacaktır. Sekiz atın çektiği bir makam arabam var. Sana layık değil ama ben yine de onu sana göndermek istiyorum. Sen her zaman benim bu kıymetsiz arabama binerek seyahat edebilirsin”

Bu mektubu alan Mete yine ince bir üslupla kabalığının bozkır yaşamından kaynaklandığını belirtir ve özür diler, iş tatlıya bağlanır. Çin’in sürekli vergiler ve hediyeler gönderdiği barış 20 yıl daha devam eder.

Bence Mete’nin bu mektubu kaba değil, o çağlarda zor rastlanacak hınzır bir mizah anlayışının sonucudur. Nitekim Mete’ye atfedilen başka mektuplarda da aynı nükteli tarz, aynı dalga geçmeler yoğundur:

“Ben göçebeyim. Geniş otlaklarım, sürülerim ve askerlerim var. Saraylara ihtiyacım yok. Yine de sizden gelen hediyeleri kabul ederim”

“Benim ülkemde atım, okçum, ordum vardır. Topraklarım geniştir. Çin prensesine ihtiyacım yoktur. Eğer vermek istiyorsan, gönder. Ama bil ki, ben sizin gibi duvarların arkasına saklanmam. Bozkırda hükmeden, rüzgârı arkasına alır. Bizde kadın ok atar, erkek savaşır. Biz barış için değil, irade için yaşarız”

“Gönderdiğiniz prenses güzelmiş, ama çadırım karanlık olduğu için yüzünü pek seçemedim. Elbiseleri de bizim bozkıra göre biraz ince kalmış, üşüyor garibim… Bizim kadınlar ata binip ok atarlar, sizin prenses ise yürürken bile yardım istiyor. Ama merak etmeyin, biz misafire iyi davranırız” (Bu son örnekler ChatGPT’den. Yapay zeka bunların belirli kaynaklarda geçtiğini söylüyor)

Bir de şu var: “Siz Çinliler için yer çok, ama halk az. Bizimse halkımız çok, ama yerimiz dar. O zaman siz bize biraz yer verin de barış olsun” Oysa gerçek tam tersidir. Hun toprakları daha geniştir, ancak nüfusları Çin’in 20’de biri kadardır. Buna rağmen asker sayısı birbirine yakındır. Mete yine Çinlilerin kof kalabalığıyla dalga geçmektedir.

SOL VE GÜNEŞ

Latincede “sol, solis” güneş demektir. Ben bunun Türkçe “sol-mak” ile kesinlikle bir bağlantısı olması gerektiğini yazmıştım. Asya Türk Hun İmparatorluğu kitabının 206. sayfasını okuyunca durum iyice açıklığa kavuştu. Eski Türklerde “sol” yan kutsal yandır, aynı zamanda “doğu” ile özdeştir. “Doğu” ise güneşin doğduğu yön oluşundan ötürü en kutsal yöndür. Doğu ve “sol” güneş tarafıdır. Gördünüz mü Latin’in “sol”u nereden geliyor ? …

Kaynak : https://www.odatv.com/yazarlar/kaan-arslanoglu/mete-handan-lu-zhiye-giden-mektup-erkan-hacifazlioglunun-uygur-turk-imparatorlugu-kitabi-

Share
44 Kez Görüntülendi.