logo

trugen jacn

ÇİN İŞGALİNDEKİ DOĞU TÜRKİSTAN : 21.ASIRDA YENİ BİR ENDÜLÜS FACİASI

Burhan Kavuncu'dan 'İran ajanı' yalanlaması - Haber 7 GÜNCEL

Burhan KAVUNCU( Yazar ve Türkistan-Der Başkanı)

Bu yazıda Doğu Türkistan konusunu üç bölümde ele almak istiyorum: Bugün Doğu Türkistan denildiğinde nereden bahsettiğimizi ve ne anlamamız gerektiği, Doğu Türkistan’ın yakın tarihine kronolojik bir kısa bakış ve Çin’in 2016 ve sonrasındaki imha uygulamaları. Son olarak da Birleşmiş Milletler’de yaşanan bildiri savaşlarına ve Türkiye’nin durumuna değineceğim.
I. GENEL BİLGİLER
Doğu Türkistan, haritada da görüldüğü gibi Asya’nın tam ortasında, Çin devletinin kuzeybatısında, yaklaşık 1.800.000 (bir milyon sekiz yüz bin) km2 genişliğindeki bir bölgedir. Yaklaşık 6 milyon km2 ve 120 milyon nüfuslu Uluğ Türkistan’ın (Batı- Doğu- Güney ve diğer Türkistan bölgelerinin) doğu tarafıdır. Günümüzde Doğu Türkistan, Çin Halk Cumhuriyeti’nin 5 özerk bölgesinden birisi olan Sincan Uygur Özerk Bölgesi olarak tanımlanmaktadır.
Türkistan’ın doğusunun siyasi olarak ayrı bir bölge şeklinde zikredilmesi, Rus ve Çin işgalinin başladığı 19. yüzyılın ikinci yarısından sonraki döneme ait bir kavramsallaşmadır. Son 150 yıl içinde Batı Türkistan’ın Rus Çarlığı tarafından, Doğu Türkistan’ın ise Çin Hanlığı tarafından işgal edilmesiyle (Doğu Türkistan’da Çin işgalleri 1750’lerde başlamış olsa da son işgal tarihi 1877’dir) Türkistan coğrafyası da siyasi olarak bölünmüş oldu.
Bundan önce bölgedeki çeşitli şehir devletleri/ hanlıklar idaresinde yaşayan muhtelif müslüman Türk boylarına mensup halklar birbirleriyle yakın münasebet içindeydi. Bu nedenle günümüzde Doğu Türkistan’da yaşayan ve Türkçenin çeşitli lehçelerini konuşan nüfusun %85’ini Uygurlar teşkil ederken, geri kalanını da Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Tacik vb. etnik topluluklar oluşturur. Batı Türkistan devletleri olan Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’da da önemli oranlarda Uygur nüfus yaşamaktadır.
Çin resmi rakamlarına göre (2012) “Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin nüfusu 24 milyon olup, bunun yaklaşık %45’i Uygur (11 milyon), %7’si Kazak (1,7 milyon), %1’i de diğer Müslüman etnik unsurlardan oluşuyor.” Bu rakamların gerçek durumu yansıtmadığı, Çin’in yerleşim/ asimilasyon/ imha siyasetine uygun bir şekilde çarpıtıldığı kanaatindeyiz. Türkistanlılara göre ise bölgede en az 30 milyon Uygur, 4 milyon Kazak, 1 milyondan fazla da Kırgız, Özbek ve diğerleri yaşıyor. Bunun başlıca dayanağı olarak da 1950’li yıllardaki nüfus bilgileri ve diğer Türkistan halklarının şu andaki nüfuslarıyla yapılacak olan kıyaslamalar zikredilebilir.
Doğu Türkistan, sahip olduğu yeraltı zenginlikleri, özellikle doğalgaz ve petrol bakımından Çin’in en zengin bölgesidir. Doğalgaz ve petrol fakiri olan Çin Halk Cumhuriyeti, bu ihtiyaçlarını büyük ölçüde Doğu Türkistan topraklarından sağlamaktadır.
Çin resmi rakamlarına göre, Uygurlarla aynı miktarda (yaklaşık 10 milyon) Huiler yani Çinli Müslümanlar yaşamaktadır. Huiler sadece Ningxia Özerk Bölgesi’nde %20 civarında olup, geri kalan nüfus Çin’in diğer bölgelerinde dağılmıştır.
1949’da Komünist Çin tarafından işgali edilmesinin ardından sayısız katliamlar, idamlar, baskı ve asimilasyon politikaları altında yaşayan Doğu Türkistan, 2017’den itibaren tarih sahnesinden silinmek üzere imha uygulamalarına maruz kalmıştır. Günümüzde ikinci bir Endülüs vak’asının yaşandığını söyleyebiliriz. Çin devleti tarafından Doğu Türkistan’ı yok etmek üzere tam bir soykırım yapılmaktadır.
Yakın tarihte ve günümüzde Doğu Türkistan’ın yaşadıklarının kronolojik olarak özetlersek:
II. KRONOLOJİK YAKIN TARİH
1867 yılında Hokand Hanlığı’na bağlı bir komutan olan Yâkub Bey tarafından Doğu Türkistan’ın tamamı işgalcilerden temizlenerek Kaşgar merkezli Kaşgariye devleti kuruldu. Yâkub Bedevlet olarak da isimlendirilen bu devleti Sultan Abdulaziz yönetimindeki Osmanlı Devleti tanıdı. Para, silah ve eğitim yardımı yaptı. İngiltere ve Rusya ile yaptığı ticari anlaşmalar sebebiyle bu devletler tarafından da tanınmış oldu. On yıl sonra Çinlilerle yapılan çetin savaşlar sırasında Yâkub Beg’in zehirlenerek ölümünden sonra Kaşgariye Devleti Çinliler tarafından yıkıldı (1877). Bu tarihten sonra Doğu Türkistan, tamamen Çin işgali altına girdi. 1884’te Çin Hanlığı tarafından Sincan Özerk Yönetimi tesis edildi.
1912 yılında Çin İmparatorluğu’nun devrilmesi sonucunda kurulan Çin Cumhuriyeti ülkede otorite tesis edemedi. 1927 yılında milliyetçi ve komünist taraflar arasındaki iç savaş başladı.
1931 (Kumul) ayaklanmasında Çin işgali Doğu Türkistan’ın tamamından temizlendi. 12 Kasım 1933’te Kaşgar merkezli Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti kuruldu. Herhangi bir dış destek alamayan ve hiçbir ülke tarafından tanınmayan bu 20. asrın ilk İslam cumhuriyeti, 6 ay gibi kısa bir süre sonra iç çatışmalar ve Çin saldırıları sonucu yıkıldı.
Urumçi merkezli Doğu Türkistan Cumhuriyeti kuruldu (1944). Cumhurbaşkanı Alihan Töre Saguni’nin 1946’da Ruslar tarafından kaçırılarak Özbekistan’a götürülmesi sonucunda ortadan kalktıysa da silahlı direnişi 1951’de Osman Batur’un yakalanarak idam edilmesine kadar devam etti
Milliyetçi ve Komünist Çin Orduları arasındaki iç savaş 1949’a kadar sürdü. Rusya’nın desteklediği Komünist Kızıl Ordu’nun zafer kazanmasından sonra 1 Ekim 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu. Aynı yıl Çin Komünist orduları Doğu Türkistan’ı da işgal etti.
1951’de Kazak lider Osman Batur’un idam edilmesinden sonra da 2014’e kadar birçok silahlı direniş, ayaklanma ve isyan eylemi meydana geldi.
1955’de Sincan Uygur Özerk Cumhuriyeti kuruldu. “Türkistan” ismi yasaklandı. Uygurca resmi dil ve eğitim dili olarak kabul edildi. Türkistan alfabesi resmi ve sivil hayatta tek alfabe olarak kullanıldı.
Mao Zedung’un “feodalizmi, millî ve dinî karşı devrim kültürünü tasfiye etmek” gerekçesiyle resmi olarak 1965’te ilan ettiği Kültür Devrimi, Doğu Türkistan’da 1960’tan itibaren uygulanmaya başlandı. 500’den fazla damolla (hoca) ve alim el ve ayaklarından zincire vurularak şehir merkezlerinde teşhir edildikten sonra idam edildi.
1975’te Mao’nun ölümünden sonra zulüm ve asimilasyon uygulamalarını şiddeti azalarak devam etti.
1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılarak Batı Türkistan ülkelerinin bağımsızlık ilan etmelerinden çekinen işgalciler, Doğu Türkistan’da baskılarını yeniden artırdı. Tutuklamalar, dini ve milli kimliğe yönelik müdahaleler çoğaldı.
Baskılara dayanamayan halk birçok defa isyan etti. En büyük olaylar 1991’de Barın’da, 1997’de Gulca’da meydana geldi. Ayaklanmalar binlerce kişi katledilerek bastırıldı. (Barın ve Gulca Katliamları)
2002 yılından itibaren “Sincan Uygur Özerk Bölgesi”nde resmi dil ve eğitim dili Çince olarak ilan edildi. Kademeli olarak 2010 yılına kadar eğitim kurumlarından ve resmi dairelerden Uygurca çıkarıldı.
2009’da Urumçi’de üniversite öğrencisi Uygurların öncülüğünde büyük bir ayaklanma oldu. Binlerce Müslüman katledildi, yakalanan yüzlercesi idam edildi.
Çin işgaline karşı silahlı mücadeleyi savunan (el-Kaide çizgisindeki) Türkistan İslami Hareketi üyeleri 90’lı yıllarda Afganistan’a geçmeye başladı. Yaklaşık 20 yıl devam eden sürecin sonunda 2011 yılında tümüyle Doğu Türkistan’dan ayrıldı. Afganistan’a geçen TİH mensupları, oradan da büyük oranda Suriye’ye geçerek Heyet-i Tahrir-i Şam’la birlikte (Türkistan İslam Partisi adıyla) Esed rejimine karşı savaşa devam ediyor.
Doğu Türkistan’da en son isyan 2014 yılı Ramazan ayında Kaşgar Yarkent’e bağlı iki köyde, Çinli askerlerin Müslüman kadınlara saldırması üzerine meydana geldi. İlişku ve Handi köylerine düzenlenen askeri operasyonlarda yüzlerce kişi öldürüldü. Çin yönetimi 100 civarında ölü olduğunu kabul etti.
III. 2017 SONRASI İMHA UYGULAMALARI
2010 yılında tüm okullarda ve resmi kurumlarda asimilasyon programı hedeflerine ulaştı. Okullarda ve kamuda Çince dışındaki dillerin kullanımı tamamen sona erdi. Yok edilemeyen dinî ve millî kimliğin halâ tehdit oluşturduğunu düşünen komünist rejim baskılarına yenilerini eklemeye devam etti. 2016 sonlarında “Mesleki Eğitim Merkezleri”nin kurulması ve Ekim 2017’de “Tüm Dinlerin ve İnançların Çinlileştirilmesi” projesinin resmen ilan edilmesiyle, imha süreci başlatılmış oldu. 2016’dan itibaren yaşanan gelişmeler:
Yüz tarama- göz tarama sistemleri pilot bölge olarak Doğu Türkistan’da uygulanmaya başlandı. Yollara, bina girişlerine konulan yüzbinlerce kamera ile kayıt altındaki Türkistanlıların gündelik hayatları kontrol altına alındı.
Toplama Kampları
2016 sonu ve 2017 başlarında toplama kampları kuruldu. Çin yönetiminin “terbiye merkezi”, “eğitim merkezi” veya “okul” olarak adlandırdığı bu kamplara alınmak, “iyi vatandaşlık puanlamasına” bağlı. Yurt dışına (özellikle Türkiye’ye) çıkanlar, ibadet ve dini eğitim için Mısır ve Arabistan’a gidenler, buralarda bir akrabası olan veya onlarla telefonda görüşenler, telefonunda dinî görsel malzeme bulunanlar, Uygurca konuşmakta, ibadet etmekte ve helal gıda konusunda ısrarlı olanlar “ÇKP iyi vatandaşlık kriterlerine” uymayarak düşük puan aldıkları için bu kamplara konuldular. Kamplara konulanların kesin sayısı bilinmiyor. Ama bazı şehirlerde hiç erkek kalmadığı, sadece Barın kasabasında 8 tane kamp olduğu bilgisi ile kıyas yapılabilir. BM verilerine göre 1 milyondan fazla, Batı medyasına göre 1-3 milyon, Türkistanlılara göre ise en az 5 milyon Müslüman bu kamplarda tutuluyor.
Çin devleti 2017 başlarından itibaren varlığını inkar ettiği toplama kamplarını, 2018 yılı sonunda yasallaştırdı. 09.10.2018 tarihinde “Terörle Mücadele Kanunu”na ek bir kararname ile “dini radikalizmin etkisinde kalanlar, teröre eğilimli olanlar, Çinlileştirmeye uyum göstermeyenler veya mesleki becerisi yetersiz olanların” bu “Yeniden Eğitim Merkezleri”nde ‘terbiye’ edileceğine dair düzenleme yapıldı. (1) Doğu Türkistan toplumunun önde gelen bütün ilim adamları, akademisyen, sanatçı ve tüccarlar toplama kamplarına konuldu.
Toplama kamplarına alınmak için mahkeme kararı vs gerekmediği gibi, ne zaman serbest bırakılacakları da tamamen ÇKP görevlilerinin inisiyatifinde. Akşam olunca bu “eğitim merkezi= okul”lardan çıkmak, evine gitmek, ailesiyle görüşmek diye bir şey yok. Yani okul değil kamp/hapishane hayatı uygulanan bu yerlerde ÇKP marşları, Mao’nun ve Şi Cin Ping’in sözleri ezberletiliyor. Özeleştiri yapıp tamamen arındığı kabul edilene kadar da dikenli tellerle, gözetleme kuleleriyle, kelepçe ve prangalarıyla bu “okullarda” kalmaya mecbur tutuluyor.
Toplama kamplarının yanısıra hayatın bütün alanlarında terör estiriliyor. En ılımlı kişiler dahi tutuklanarak hapse atılıyor, on yıllarca hapis cezaları veriliyor. Toplama kamplarında ve hapiste tutulan akademisyen, din adamı, gazeteci, sanatçıların isimlerinin bulunduğu 159 kişilik listenin şimdilerde 300’ü aşmış durumda. Bunlar arasında Prof. İlham Tohti (ekonomist, uluslararası ödül sahibi, “Çin Anayasası’ndaki haklar verilsin” dediği için “bölücülük” suçundan müebbet hapis cezası aldı), rektörler Prof. Taşpolat Tiyip ve Prof. Halmurat Gafur (idam cezası), Prof. Alim Ahad (matematik-Uygursoft kurucusu), Prof. Rahile Davud (tarihçi), Prof. Gülazad Tursun (Ceza Hukuku) gibi akademisyenler, Abdurehim Heyit (sanatçı- 8 yıl hapis) gibi sanatçılar var. Abdurehim Heyit’in hapiste öldürüldüğü söylentileri üzerine Çin devleti 24 saniyelik bir videoda sanatçının canlı görüntüsünü yayınladı.
Toplama kampı ve hapis uygulamalarına önce Uygurlardan başlandı. Sonra ikinci büyük etnik grup Kazaklar (4-5 milyon) arkasından Çinli Müslümanlar (Dunganlar) dahil edildi. Şimdi Çinli insan hakları savunucuları da dahil bütün farklı etnisite ve muhalif kesimler toplama kampları veya hapishanelerde.
Çin devleti önce varlığını inkar ettiği toplama kamplarının üç hususta yapılan eğitimlerle “eğitim- terbiye merkezleri” olduğunu savunuyor. Resmi açıklamalar aslında yapılan vahşetin de itirafı mahiyetinde: “1-Çin dili, kültürü ve tarihi öğretiliyor. 2-Hukuki bilgilendirme ile, radikal dinci eğilimlerden arındırılıyor, 3- Bir meslek edindiriliyor”.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı 9.02.2019 tarihinde bir açıklama (2) yaparak, “21. asırda toplama kamplarının tekrar ortaya çıkması utanç vericidir” dedi. BM ve uluslararası toplumu daha etkin adımlar atmaya çağırdı.
Şehidler
2017’den sonra birçok Doğu Türkistanlı İslam alimi ve din adamı şehid edildi. Bunlar arasından isimlerini tespit edebildiklerimiz: 1-Abdulhamid Damolla, 2-Muhammed Salih Damolla (Kur’an-ı Kerim’i ve Riyazü’s-Salihîn’i Uygurcaya çevirdi), 3-Abdurreşid Hacim, 4-Abdulahad Mahdum (üstadlar üstadı, allameler alimi), 5-Abdulkerim Abdulveli, 6-Abdurrehimcan (Urumçi Garant Pazar Camii İmam Hatibi).
Kardeş Aile Projesi
2016 sonrası imha uygulamalarının en korkunçlarından birisi de Çinli erkek görevlilerin Doğu Türkistanlı ailelerin evlerinde yatması uygulaması. Bu uygulamayı öğrenince dehşete düşen muhaceretteki Doğu Türkistanlı aileler feryat etmeye başladılar. İddialar Çin yanlısı basında “iftira” denilerek yalanlandı. Ama çok geçmeden Anadolu Ajansı’nın 03.01.2019 tarihli haberinde dehşet verici uygulamanın Çin tarafından resmi olarak doğrulandığı açıklandı: “ÇKP Sincan Uygur Özerk Bölgesi Komitesi’nin resmi yayın organı «Sincan Günlüğü» gazetesinin hafta başında yayımladığı habere göre, geçen yılın 11 ayında toplam 1 milyon 120 bin resmi görevli özerk bölgedeki her etnik kökenden 1 milyon 690 bin ailenin evlerinde kaldı” (3). Ailenin erkeğini esir kampına kapatıp, eve bir de erkek yerleştirmekle övünen Çin rejimi, müslümanların aile mahremiyetine ve namuslarına karşı eşi benzeri görülmemiş bir saldırıda bulunmuştur. Bunu dahi “sükunetle” karşılayan İslam aleminin başka bir aşağılamaya ihtiyacı var mı?
Cami Yıkımları
Çin Komünist Partisi’nin 2017 Ekim’inde ilan ettiği “Din ve İnançları Çinlileştirme” kampanyasının hedeflerinden birisi de camiler. Uygur Özerk bölgesinde kaç caminin yıkıldığı kesin olarak bilinmiyor. Yıkılan camilerden fotoğraf/video ile görüntüleri tespit edilebilenlerin listesi ve uydu görüntülerine yer veren bir haber, 7 Haziran 2019’da Uygurhaber sitesinde yayınlandı. Aralarında Hoten’deki Keriye Eytgâh ve Güllüköptü Camileriyle Cafer Sadık Türbesi, Kaşgar’da Kargılık Camii, Targabatay’da Şihu Camii, Aksu’da Reste, Yenipazar ve Eğerci Camileri, Urumçi’de Beytullah, Davan, Gakibiyet Yolu, Senşihanza camileri gibi 38 camii ve türbenin yıkım görüntüleri haberde yer almış. Müslüman toplumun hafızasını silmeye çalışan Çin rejimi camii ve türbelerin yanısıra mezarlıkları da yok ediyor. İş makinalarıyla dümdüz edilen bazı mezar görüntüleri HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu tarafandan TBMM’de gösterildi. Çin’in iç bölgelerinde bulunan bazı Dungan (Çinli müslüman) camilerinin minare ve kubbeleri yıkıldı. 50’den fazla camiinin yıkım görüntüleri sosyal medyada yer aldı.
IV. BM’DE BİLDİRİ SAVAŞLARI VE TÜRKİYE
Çin HC yönetiminin Doğu Türkistan’ı yok etme uygulamaları dünyada geniş tepkilere yol açtı. Malezya ve Endonezya’da milyonlarca insan meydanları doldurarak Çin zulmünü protesto etti. Bu iki ülkede de gösteriler bir yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Bazı Batılı ülkelerde medyanın yanısıra siyasi partiler, meclis grupları da “Çin’deki ağır hak ihlallerine” tepki göstermeye başladı. Toplama kampları ve benzeri vahşet uygulamaları önce Batı basını tarafından duyurulmuş, arkasından görüntülerle kanıtlanmıştı. Çin yönetimi gelen tepkilerden fazlasıyla rahatsız. En küçük bir gösteri, STK açıklaması veya medya haberi bile tepkiyle karşılanıyor, engellemeye çalışılıyor.
2019 yılının Temmuz ayı Birleşmiş Milletler’de Doğu Türkistan konusunda bir bildiri savaşına sahne oldu. Önce 22 ülke bir bildiri yayınlayarak “Çin’in kendi hukukuna ve uluslararası yükümlülüklere uyması, ülkede Uygur Türklerinin ve diğer azınlıkların sebepsizce tutuklanmasının durdurulması ve din özgürlüğünün sağlanması” yönünde çağrıda bulundu. Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın dışında 19 Avrupa ülkesinin imzaladığı bildiriyi imzalayanlar arasında hiçbir müslüman ülkenin bulunmadığı görüldü. Türkiye’nin de imzasının olmaması tepki doğururken Anadolu Ajansı konuyu “BM İnsan Hakları Konseyi üyesi” olan ülkelerin imzaladığı bildiri olarak açıklamaya çalıştı. Ancak daha sonra 22 ülkeden sadece 7’sinin Konsey üyesi olduğu, dolayısıyla imza koymayan ülkelerin sorumluluğunun ortadan kalkmadığı anlaşıldı.
8 Temmuz tarihli bildiriden dört gün sonra, 12 Temmuz tarihinde bu defa Çin HC bir bildiri yayınladı. 37 ülkenin imzasının bulunduğu bildiride “Çin’in Uygur Özerk Bölgesi’nde yürüttüğü terörle mücadelenin desteklendiği” yazılıyordu. Birçok müslüman ülkenin de imzasının bulunduğu bildiri birkaç gün sonra güncellenerek 50 imza ile yeniden yayınlandı. Çin’in yaptığı büyük baskılar sonucunda sonradan eklenen ülkelerin çoğunun halkı müslüman ülkeler olması dikkati çekiyordu. İmzacı 50 ülke arasında Pakistan, Bangladeş, Afganistan, İran’dan Suudi Arabistan, BAE, Kuveyt’e, Mısır, Sudan’dan FKÖ yönetimine kadar tam 23 müslüman ülke bulunuyor. Sosyal medyada bu durumu “ümmetin vahdeti cehennemde” diye yorumlamıştım. Çin’in bütün baskılarına rağmen Türkiye bu bildiriye de imza koymamış, Katar ise daha sonra koyduğu imzayı çektiğini açıklamıştı.
Batılı ülkelerin Çin’e gösterdikleri tepkilerde “Uygur Sorunu” olarak adlandırdıkları Doğu Türkistan konusuna yer vermeleri, daha çok devam etmekte olan ticari- diplomatik pazarlıklarla ilgili. Bunun böyle olduğunu, ABD Kongresi’nin Aralık 2019’da aldığı “yaptırım” kararlarından bir ay sonra “yeni ticari anlaşma” yapmasından anlıyoruz. Batı’nın bu tutumu, mazluma sahip çıkmak veya insan hakları hassasiyetinden çok “pazarlık metası olarak kullanmak” olarak yorumlanabilir.
Diğer taraftan Batı medyası ve insan hakları örgütlerinin çalışmalarını bütünüyle “pazarlık aracı- kullanma” olarak nitelemek de haksızlık olacaktır. Örnek olarak Çin’in resmi davetine icabet ederek göstermelik “eğitim kampı”na götürülen gazetecilerden BBC muhabiri, mesleki onuruna sahip çıkarak, burasının bir hapishane olduğunu ispatlayan soru, görüntü ve görüşmelerle toplama kampları gerçeğini dünyaya duyurmuştu. Çin devleti onlarca defa aynı faaliyeti tekrarlamış, ama gazetecileri genellikle ikna edememişti. (17-25 Mayıs 2019’da 22 ülkeden 33 gazetecinin çağrıldığı geziye Türkiye’den de Cumhuriyet ve Birgün Gazeteleri katılmış, gezi dönüşü Cumhuriyet muhabiri Hüseyin Hayatsever gösterilenleri pek ikna edici bulmadığını yazarken, Birgün muhabiri Erdal Emre Çin devletine olan hayranlığını dile getiriyordu).
Son olarak Türkiye kamuoyu ile ilgili düşüncelerimi belirteyim. Öncelikle Türkiye’ye sığınmış Türkistanlı muhacirler olarak, bize kapı açmış bir ülkenin dış politikasını eleştirme durumunda değiliz. Bir devlet, milli menfaatleri nasıl gerektiriyorsa o şekilde hareket eder. Kaldı ki Türkiye hem Malezya ve Filipinler gibi ülkelere kaçan Türkistanlıları sahiplenip, Türkiye’deki Uygurlara ev sahipliği yaparak hem de BM’de Doğu Türkistanlıların haklarını savunarak, gücünün üzerinde bir kardeşlik dayanışması sergilemiştir.
Devletlerin çeşitli maslahatları, dış politikaları, politik-askeri ittifakları olabilir. Bunlar ayrıca tartışılmak üzere, asıl olan sivil toplum, medya ve Müslümanların sorumluluğunun konuşulması gerekir. Bağımsız birer varlık olarak insani sorumluluğumuz, Çin’in bu vahşet ve imha uygulamaları karşısında sessiz kalmamaktır.
Medya basın ahlâkı gereği olarak, STK’lar da, adı üstünde “devletten bağımsız sivil kuruluşlar” oldukları için özgür bir şekilde davranmak sorumluluğundadır. Ama maalesef, Türkiye’de muhafazakar (İslami?) medya ve STK’ların Doğu Türkistan’da yaşanan büyük soykırımı yeteri kadar görmemeyi tercih ettiğini söyleyebiliriz. Ne yapacağı, ne söyleyeceği konusunda “iktidarın ağzına bakanların” ne özgür medyadan, ne bağımsız STK olmaktan ne de müslüman kardeşliğinden bahsetmeye hakları yoktur. Doğu Türkistan konusunda sorumluluğunu yerine getirmeyenlerin bir de Türkistan’a sahip çıkanları “ABD çıkarlarına hizmet etmekle” suçlamaları kabul edilemez bir ahlaki düşüklük örneğidir. Çin zulmünü dile getirmenin, bu zulmün acısıyla feryat etmenin ABD’ye hizmet etmek olduğunu söylemek, dünyayı ABD ve Çin’den ibaret gören bir dargörüşlülüğün sonucudur. Eğer Çin’in yaptıkları ABD’nin eline koz veriyorsa, dostlarının yapması gereken, Çin’i vahşi uygulamalardan, Türkistan’daki soykırımdan vazgeçmeye çağırmaktır.
(1) Türkistander (turkistanlilar.org) sitesinin 21 Ocak 2019 tarihli haberinden:
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun TBMM oturumunda HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun sorusuna verdiği cevapta belirttiğine göre, Çin daha önce mevcudiyetini inkar ettiği “yeniden eğitim kamplarını” 9 Ekim 2018 tarihinde yürürlüğe giren bir kararname ile resmen kabul etti. “Çin Halk Cumhuriyeti Terörle Mücadele Kanunu’nun Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Uygulama Usulünün Gözden Geçirilmesi Hakkında Karar” ismiyle yasaya eklenen metin, toplama kamplarının varlığını ve buralarda ‘eğitilen’ insanlara asimilasyon uygulandığını teyit ediyor.
Dışişleri Bakanlığı’nın herhangi bir yorum yapmadan aktardığı “Terörle Mücadele Kanunu’na Ek Karar” metnine göre “terör örgütlerince kandırılan Çin vatandaşlarına Çin tarihi, Çin kültürü, Çince ve aşırılık karşıtı mevzuat ve en az bir meslek” öğretildiği ileri sürülmektedir
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun HDP’li Gergerlioğlu’nun sorusuna verdiği cevapta, BM’de Çin’deki durumun görüşüldüğü İnsan Hakları Konseyi’nin EPİM (Evrensel Periyodik İnceleme Mekanizması) Çalışma Grubu toplantısında Türkiye tarafından “bireylerin hiçbir hukuki zemini olmaksızın hapsedilmeleri, aileleri ve toplumla ilişkilerinin kesilmesi gibi temel hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı idari uygulamalara ilişkin kaygılara dikkat çekildiği” ve “tüm Çin halkı için evrensel insan haklarını tanımasının teşvik edildiği” ifade edildi. Ayrıca ikili görüşmelerde de “terörle mücadelede hukuka riayet edilmesinin” ve “masum insanların teröristlerden ayırt edilmesi gerektiğinin” “kuvvetle vurgulandığı” belirtilmiş.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu açıklamasında Uygurlarla tarihi, dini, kültürel ve akrabalık bağlarımız bulunduğunu, SUÖB (Sincan Uygur Özerk Bölgesi)’teki gelişmelerin takip edildiğini belirttikten sonra, Türkiye’nin Uygurlar konusunda hassas olduğunu şu sözlerle ifade etti: “Uygurlar hakkındaki görüşlerimiz ve duyarlılığımız, tarafımdan ve diğer üst düzey yetkililerimizce her vesileyle Çin makamlarına aktarılmaktadır”.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı: “Hukuksuz Uygulamalardan Kaygıları ve Uygur Hassasiyetimizi İlettik”


(2) Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy’un açıklamasından:
“Sincan Uygur Özerk Bölgesindeki Uygur Türklerinin ve diğer Müslüman toplulukların temel insan haklarını ihlal eden uygulamalar, özellikle son iki yıl içerisinde ağırlaşmış ve uluslararası toplumun gündemine taşınmıştır.
Özellikle Ekim 2017’de “Tüm Dinlerin ve İnançların Çinlileştirilmesi” siyasetinin resmen ilan edilmesi, Uygur Türklerinin ve bölgedeki diğer Müslüman toplulukların etnik, dini ve kültürel kimliklerinin tasfiye edilmesi hedefi doğrultusunda atılmış yeni bir adım olmuştur.
Keyfi tutuklamalara maruz kalan bir milyondan fazla Uygur Türkünün toplama kamplarında ve hapishanelerde işkence ve siyasi beyin yıkamaya maruz bırakıldıkları artık bir sır değildir. Kamplarda alıkonmayan Uygurlar da büyük baskı altında bulunmaktadır.
Yurtdışında yaşayan Uygur asıllı soydaş ve vatandaşlarımız bu bölgedeki akrabalarından haber alamamaktadır. Binlerce çocuk ebeveynlerinden uzaklaştırılmış, yetim kalmıştır.
21. yüzyılda toplama kamplarının yeniden ortaya çıkması ve Çin makamlarının Uygur Türklerine yönelik sistematik asimilasyon politikası insanlık adına büyük bir utanç kaynağıdır.
Sincan Bölgesinde yaşanan trajediyle ilgili görüşlerimizi Çin makamlarına her düzeyde dile getirdik.
Bu vesileyle, Çin makamlarını Uygur Türklerinin temel insan haklarına saygı göstermeye ve toplama kamplarını kapatmaya davet ediyoruz.
Uluslararası toplumu ve BM Genel Sekreterini de Sincan bölgesindeki insanlık trajedisinin sona erdirilmesi için etkin adımlar atmaya çağırıyoruz”.
http://www.mfa.gov.tr/sc_-06_-uygur-turklerine-yonelik-agir-insan-haklari-ihlalleri-ve-abdurrehim-heyit-in-vefati-hk.tr.mfa
(3) https://www.aa.com.tr/tr/dunya/cin-de-kamu-gorevlileri-uygur-ailelerin-evlerinde-kaldi/1355151

Kaynak : https://www.vuslatdergisi.com/yazi_detay.php?id= 4075&sID =224&year=2020&month=2

Share
4970 Kez Görüntülendi.