logo

trugen jacn

DOĞU TÜRKİSTAN’İN KURTULUŞUNA KENDİSİNİ ADAMIŞ BÜYÜK MÜCAHİT İSA YUSUF ALPTEKİN

Zeynep ULUANT GÖZE
Zeynep Göze ULUANT(Gazeteci- Yazar)
Ülkesi Doğu Türkistan’ın kurtuluşuna kendini adamış büyük mücahit İsa Yusuf Alptekin amcamı vefatının otuzuncu yıldönümünde daha önce yazdığım bu yazıyla anmak istedim.  Kendisini Rahmet, Minnet ve saygı ile bir kez daha anıyorum.   
Rahmi - Doğu Türkistan davasının sembol ismi İsa Yusuf ...
O BİR MÜLTECİ İDİ
2000 yılı mart ayı… Zehra Güngör’ün “Yasak Ülke Tibet” adlı kitabını görünce içimde uyanan okuma isteğinin sebebini kendi kendime izah etmem hiç de zor olmamıştı. Zira Dalay Lama’nın bundan altı sene evvel âhirete intikal etmiş olan bir kahramanla dâvâsı aynı idi. Bu kahraman, henüz elli yaşlarındayken, memleketi Doğu Türkistan’dan, Himalaya dağlarını aşarak ayrılmak zorunda kalan İsa Yusuf Alptekin idi. Tibet’in Dalay Lama’sı da aynı onun gibi, baskıcı Çin hükûmeti tarafından ülkesini terketmek zorunda bırakılmıştı. İkisinin de öz vatanları kendilerine yasak idi. Bu iki dâvâ ve kader arkadaşı, memleketleri dışında geçirdikleri ömürlerini, ülkeleri için harcıyorlar ve zaman zaman bir araya geliyorlardı. Fakat nedense Dalay Lama’nın hikâyesi dünya basınına daha câzip gelmiş olacak ki, aynı gadre uğramış bu iki kader arkadaşı milletten, Doğu Türkistan’ın dâvâsı bir türlü öbürününki kadar gündeme oturamadı.
Dalay Lama’nın Hollywood’a kadar uzanan bir hayran kitlesi varken, İsa Yusuf Alptekin son derece kısıtlı imkânlarla dünya kamuoyunda yer alabilmek  için didindi durdu. Son nefesine kadar, dünyanın ulaşabildiği birçok yerine dâvâsını götürdü. Ama mükâfat! olarak başbakanlık tarafından bir dönem,  onun Gök bayrağı dahi yasaklandı. Zira bu faaliyetler, Çinli müttefiklerimizin! ağırına gitmekteydi. Onlar, ayırdıkları yüklü bütçeyle, nesli tükenmek üzere olan Sinkiang pandasını çoğaltmaya çalışırken, Uygur Türklerini yok etmek için senelerdir türlü acımasız yollara baş vurmaktaydılar.
Dalay Lama ile görüşerek güzel bir kitap hazırlayan Sayın Zehra Güngör’ün de büyük bir ihtimalle, Doğu Türkistan’ Eyalet Hükümetinin  sâbık genel sekreteri İsa Yusuf Alptekin’in varlığından ve dâvâsından haberi yoktu. Onun, büyük bir hayranlıkla Budistlerin, büyükannesinin kıldığı namaza benzeyen ibâdetlerinden bahsetmesi beni acı acı düşünmeye sevketti. Acaba bu hanım, namazın estetik güzelliğine neden daha önce varamamıştı da Budistlerde benzer hareketlerle yapılan ibâdeti görünce hayran olmuştu?
Evet, Dalay Lama gerçek bir dâvâ adamıydı, karizması vardı. Şüphesiz, bilgi ve birikimi de engindi. Ama onun, İsâ Yusuf Alptekin’in kuvvetli kişiliği ve faaliyetlerinden çok etkilendiği de bir gerçekti. Seksenli yıllarda Türkiye’ye gelerek kendisini ziyaret etmiş uzun uzun görüşmüşlerdi. Fakat ne yazık ki bu meselenin gerek esası gerek ayrıntılarından çok kimse haberdar olmamakla birlikte hassâsiyet de taşımıyordu. Hemen Doğu Türkistan İnsanlıktan Yardım İstiyor adlı kitabı açarak İsa Yusuf Bey’le Dalay Lama’nın Hindistan’da birlikte çekilmiş resmini buldum. Onun çeşitli devlet reislerine yazdığı mektupları okurken içimden geçen şuydu. Bu hanım gazeteci Hindistan’a Dalay Lama ile röportaja giderken Doğu Türkistan dâvâsı ile ilgili bilgileri edinse ve en azından bu konuya da temas etse yerinde olmaz mıydı?  Geçelim.
Yıl 2001 kasım ayı…Televizyonda Coşkun Aral’ın hazırladığı Haberci programını seyrediyorum. Talihsiz ülke Afganistan’ın kuzey ittifâkının elinde olan bölümünde ilerleyen haberci, eylül ayında şehit edilen Ahmet Şah Mesut’un kabrini ziyaret ettikten sonra, Taliban esirlerinin tutulduğu bir hapishaneye gelerek yüzü aşkın esirin arasında bilhassa iki tanesini yakın plana alıyor. Bunlar yüz hatları ve çekik gözlerinden de anlaşılacağı üzere Doğu Türkistanlı iki esirdir. Balmumundan birer heykeli andıran iki talihsize buraya ne için geldikleri sorulduğunda verdikleri cevap çok acıdır. Vatanlarını bırakıp bu gurbet ellere cihad için gelmişlerdir. Coşkun Aral onlara, “Müslüman Müslüman’a cihad açar mı?” diye sorduğunda ise iki esir ,yüzlerindeki acı ifade daha da artarak susmayı ve sâbit bir noktaya bakmayı tercih ediyorlar. Bu kısa olduğu kadar da acı diyalog Coşkun Aral’ın onlara mobil telefonunu vererek aylardır kendilerinden haber alamayan akrabalarıyla görüştürmesiyle biraz olsun tatlıya bağlanarak sona eriyordu. Bu esnada esirlerin taşlaşan yüz ifadeleri hayret edilecek derecede yumuşamış, Haberci onlara bir soydaşlarının gösterebileceği en büyük iyiliği yapmıştır.
Bu görüntüleri seyrederken hissettiklerimi bilmem kelimelere dökebilecek miyim? İsa Yusuf Alptekin gibi kendisini esir Türkler dâvâsına adamış bir lider, vatandaşlarının, gûya İslam adına hareket eden fakat gerçekte onunla hiç ilgisi olmayan sakat bir zihniyetin temsilcilerinin arasına katıldığını görseydi acaba ne hissederdi?
Büyük bir ihtimalle bu iki esir hâlisâne olduğu kadar câhilâne bir şekilde Taliban saflarına katılmışlardı. Senelerdir öz vatanlarında hakir görülen İslam’a hizmet ettiklerini sanarak bu zavallı duruma düşmüşlerdi. Sâdece birkaç dakika süren bu görüntülerden sonra hissettiğim derin üzüntü ve infiali uzun müddet üzerimden atamadım. Tesellim sadece şu yöndeydi. Coşkun Aral bundan yedi sekiz sene önce hazırladığı bir programda da İsa Yusuf Alptekin ve dâvâsına detaylı bir şekilde yer vererek bu konudaki hassâsiyetini ortaya koymuş bulunuyordu. Medyadaki popüler haberciler arasında, bu meselede onun duyarlılığını gösteren başka kimse sanırım yoktur. Kendisine bu dâvânın tâkipçileri olarak teşekkür borçluyuz.
Zihnim gene medyadaki çarpıcı görüntülere takılarak, bir sene öncesinin reklam ile tanıtım arası bir anonsuna gitti. “ Onlar da eskiden birer mülteci idi” sloganıyla verilen bu kuşakta günümüzün ünlü mültecileri, şimşek çakışı misali çarpıcı resim ve cümlelerle veriliyordu.. Mülteciler yüksek komiserliğinin ellinci kuruluş yıldönümü dolayısıyla yapılan bu kutlama töreni sırasında, bütün dünyada yaşanan mülteci problemlerine dikkat çekiliyor ve bugün artık seçkin ve ünlü birer kişi olmuş pek çok eski mültecinin görüntüleri yer alıyordu..
Nazi zulmünden kaçarak önce İsviçre’ye sığınan Amerika’nın dışişleri eski bakanı Madeleine Albright’ın yanısıra Şilili yazar İzabel Allende ve Vietnam göçmeni İngiliz işadamı Sieng Van Tran bu ünlü isimlerden sâdece birkaçıydı. Gayet güzel ve çarpıcı hazırlanmış bu tanıtım filmleri beni tabiatıyla, esir Türkler dâvâsının mücâhidi , edep timsali, kahraman mizaç insan İsâ Yusuf Alptekin’e götürdü. O da bir mülteci idi ama gerektiği kadar tanınmayan daha doğrusu tanınmak istenmeyen bir mülteci… Anlaşılan o ki Çin zulmünden değil Nazi zulmünden kaçmak gerekiyordu popüler olmak için tabii bir de Müslüman Türk olmamak..
Halbuki O,  ülkesinin Çin tarafından  işgalinin 22.yılı (1971 yılında) dolayısıyla kaleme aldığı bildiride şöyle haykırıyordu:  ” Bir zamanlar bir ülke vardı. Havası hür, toprağı hür, suları hür, insanları hür,hayvanları bile hürdü……Mekteplerinden ilim ve irfan, ahlâk ve nizam fışkırırdı. İlim ve medeniyette dünyanın merkezi olmuştu…… Bu ülkede oturan insanların Türklüğe, İslâm’a ve insanlığa, tarih sayfalarına sığmayacak kadar büyük hizmetleri olmuştu. Bu sebeple, bütün dünyaca bilinir, adı hürmetle ve minnetle anılırdı. Doğudan batıya mal götürüp getiren kervanlar, târihi “İpek Yolu” bu topraklardan geçer ve muhafız dahi kullanmazlardı. O ülkenin evlerinde de kapılar vardı, fakat kilit nedir bilinmezdi. Çünkü o ülkede mal, can, ırz ve namus emniyeti tam idi…..
Bu ülke, fasılasız 2500 senelik Türk yurdu olan  Türkistan’dı. Bugün artık o ülke bir “ülke” değildir.Parça parça edilmiş sözde devletçiklere ayrılmıştır. Ne havası, ne toprağı, ne suları ve ne de insanları ve hayvanları hürdür artık……Bugün artık o ülkede büyük âlimler, insanlığa hizmete koşan adamlar yetişmiyor, yetiştirilmiyor. Kızıl bir çemberin içinde bulunan bu ülkeyi, insanlık bilmiyor, adını işitmiyor. Bu ülkenin âileleri dağıtıldı. Kadınları, kızları ve çocukları bilinmez uzak diyarlara; erkekleri esir kamplarına sevkedildi. O ülkede doğudan batıya yine kervanlar gider gelir. Hem de motorize kervanlar. Lâkin bu kervanlar o ülkeden mal götürür, emek mahsulü madenî, zirâî ve hayvânî her türlü ham ve mâmul madde taşır zâlimler ülkesine…Ve oradan açlık, gözyaşı, kırbaç zulüm ve ölüm getirir.
Çok kısa bir bölümünü aldığımız bu bildirinin neşredilmesinden bu yana otuz, İsâ Yusuf Alptekin’i toprağa verdiğimiz günün üzerinden ise altı yıl geçmiş bulunuyor. (Aralık 1995)
Nisyan ile mâlûl olan hâfıza-i beşer, bu müstesnâ dâvâ adamını her geçen gün daha da çok unutuyor gibi geliyor hem de sığındığı topraklarda… Bilmem yanılıyor muyum?
Sayın Yazarın sosyal medya hesabından alınmıştır. Kadirbilirlik ve Vefakarlığı için kendisine teşekkür ederiz.
Share
807 Kez Görüntülendi.