logo

trugen jacn

BİLİM VE MEDENİYETİN BEŞİĞİ DOĞU TÜRKİSTAN’DA UYGUR KÜLTÜR VE MEDENİYETİ-2

Bilimin Medeniyetin Beşiği Doğu Türkistan Uygur Medeniyeti ve Kültürü (2)

UYGUR HABER VE ARAŞTIRMA MERKEZİ(UYHAM) 

Doğu Türkistan davasının cesur savunucusu Gazeteci-Yazar  ve Tv.Programcısı Halis Özdemir, bu köşe yazısında Uygur  kültür ve medeniyetinin derinliklerine  uzanıyor.  Bizleri Kadim  ve geleneksel Uygur Milli Tebabeti’nın  tıbbî mirasına, kadim Uygur Tıbbının dünyaya kazandırdığı  özgün tedavi yöntemleri ile  Uygur tıbbının Hastalıklardan koruyucu ve  önleyici hekimlik anlayışına uzanan bir yolculuğa  çıkarıyor.  Türkiye’de yaşayan  Hoten Uygur Milli Tebabet Enstitüsü Müdürü  Prof. Dr.Muttalip Emçi’nin anlattıklarıyla Uygurların kültürel zenginliği, tıp bilimine katkıları ve özgün mirasını bizlere  bir kez daha  yeniden hatırlatılıyor. S ayın Halis Özdemin Hocamız Uygur Kültürü  ve Tıbbı ve   Gelişim Tarihi ve Uygur Tıbbı Hakkında Uygur Tebabeti Hocası  Prof.Muttalip Emçi ile yaptığı söyleşiyi bilgilerinize sunuyoruz. Kendisine teşekkür  de teşekkür ediyoruz. (UYHAM)

Fotoğraf açıklaması yok.

Halis Özdemir : Muhterem Prof. Muttallip Emçi hocam halen Geleneksel Uygur Tıbbı Araştırma Vakfı’nın kurucusu ve müdürlüğü, Uygur Tıbbı Bilimsel Dergisi’nin baş editörlüğünü yapmaktasınız. Çalışmalarınızda başarılar dilerim. 2024 yılında uluslararası geleneksel  Uygur Tıbbı tıp kongresi yaparak, Uygur Tıp ve Tıp önderlerini dünyaya tanıtmak ve tekrar hatırlatmak gibi tarihi hizmeti de organize ettiniz. Hocam kısaca   Kendinizi Tanıtırmısınız?

Prof. Muttalip Emçi; Doğu Türkistan’ın Hoten Vilayeti Uygur Tıbbı Hastanesi ve (Sincan) Uygur Tıbbı Yüksek okulunda 30 yıldan fazla pratik tedavi  hizmeti ve aynı zamanda  öğretim  üyesi olarak doktor adaylarına dersler verdim.  Uygur Milli  Tıbbı ile ilgili 30’dan fazla  ders kitabı  ve diğer materyalleri  hazırlamak ve yazmak bana nasip oldu.  Türkiye’ye geldikten sonra  Geleneksel Uygur Tıbbı Araştırma Vakfı’nı kurdum ve bu Vakfın kurucu Başkanı ve Müdürlüğünü  yapıyorum. Ayrıca Vakfımızca yayınlanan  Uygur Tıbbı Bilimsel Dergisi’nin baş editörlüğünü deruhte etmekteyim.
Halis Özdemir  :  Hocam Uygurlar ve diğer Türk boylarının kültürel ve boy ilişkilerini anlatırmısınız?

Prof. M.Emçi: Uygurların kadim ve kültürlü bir halk olduğu hepimizce bilinmektedir. Tarihî gerçeklik bize, Uygurların milattan   yıllar öncesinden itibaren farklı tarihî dönemlerde, farklı isimlerle tarih sahnesine çıktığını göstermektedir. Aynı şekilde,  tarihimiz onların yaşadığı ana vatan, yarattığı kültür ve tarihteki rolü, katkıları ile ilgili bilgilerle doludur.   Bu özelliği ile Uygurlar, Türk boyları içinde kendileri hakkında en çok tarihî bilgi  ve belge bırakan halklardan biri olmakla kalmayıp, aynı zamanda Türk halkları içinde en çok yazılı ve maddi kültür yaratan halk sayılmaktadır. Uygurlar, bugünkü bütün Türk halklarının genel tarihinin, Türk dili tarihinin ve Türk kültür tarihinin hem teorik hem de pratik temelini oluşturma ve şekillendirmede  öncülük yapan ve temel yaratan köklü Türk topluluğudur.

Halis Özdemir  : Uygur dili /Türkçesi ve Uygur halkı/Türkleri   denilince ne anlarız?

Prof. Emci : Uygurlar, Merkezi Türkistan’daki Aryan-İskit-Sak-Hun-Türk halklar topluluğundaki tarihinin uzunluğu ve yarattığı şanlı kültürü ile tanınan en kadim kültürlü topluluk olup, dil açısından Altay dil sisteminin Türk dilleri ailesinin Uygur-Karluk dilleri grubuna girmektedir.

Uygurlar, Türk boyları içinde kendileri hakkında en çok tarihî bilgi bırakan halklardan biri olmakla kalmayıp, aynı zamanda Türk halkları içinde en çok yazılı ve sözlü  kültür yaratan halk sayılmaktadır. Uygurlar, bugünkü bütün Türk halklarının genel tarihinin, Türk dili tarihinin ve Türk kültür tarihinin hem teorik hem de pratik temelini oluşturma ve şekillendirmede temel yaratan köklü Türk kavmidir. Onların fiziksel, ırkı ve diğer  özelliği, dil ve edebiyat-sanat, tıpta yarattığı öncü rolü ve  özelliği, sosyal,  ve özgün yaşam âdetleri ve diğer  özelliği, Uygurların son derece uzak tarihî katmanlarını, yayılma ölçeğini, millet kaynağı ve çeşitli bileşenlerini, özümseme kabiliyetini, atalarının bütün kültürlü sözlü edebiyatı ve yaşam kültürüne tam varis olma yeteneğini  ortaya koymaktadır. Tarihte Uygurların bir kısmı göçebe şeklinde  yaşamış olsa da, yine bir kısmı tarihten bu yana Merkezi Türkistan’ın  Doğu Türkistan bölgesinin Tarım vadisinde yerleşik olarak şehir kültürü ve medeniyetinin temellerini atmışlardır.

Halis Özdemir : Uygurların Tıp bilimine katkıları ve  bilinen geleneksel tıp  tarihi ne zaman başladı ? ve “Dokuz Oğuz- On Uygur ” tanımlaması neyi ifade eder?

Prof.Emçi : Meşhur Uygur tıp alimi Gazbay (M.Ö. 460~375 arası) Tarım vadisinde yaşamış kişi olup, “Gazbay Bitkiler Ansiklopedisi ” eserini  yazmıştır. Bu kitaptan haber alan Yunanlı bilgin Hipokrat (M.Ö. 460~370) kendi öğrencilerini Tarım vadisine Gazbay’in yanına gönderdiği  bilinmektedir.
Bu çok değerli bir tarihî metnin  Türkçe çevirisi şöyle ;

Bugün Büyük Türkistan diye adlandırılan coğrafi bölge (Türkistan coğrafyası), Göktürk Kağanlığı (552-742) devrinde, Uygur Kağanlığı (745-840) ve Karahanlılar (840-1212) ile Çağatay Hanlığı (1227-1330) devrinde bir devletin bütün ve ortak toprakları sayılıyordu. Ondan sonraki siyasi ve toplumsal değişiklikler burada yaşayan halkları sanki birbirine benzemez farklı milletler haline getirdi. Bunun sonucunda özellikle ortak dil açısından fark oldukça büyüdü. 19. yüzyılın ortalarından başlayarak bu Büyük Türkistan coğrafyası küçük küçük bölgelere ayrıldı.
Uygurlar kabile ittifakı dokuz kabileden, bazen 10 kabileden oluştuğu için, bazı tarihî belgelerde “Dokuz Oğuzlar” diye adlandırılır. Çin tarihî kaynaklarında ise “Dokuz Türkler” 《九姓铁勒》 diye adlandırılmıştır.
MS 2. yüzyılda yaşamış Yunan âlimi Ptolemy, kendi 10 ciltlik “Coğrafya” adlı eserinde, şimdiki Tarım nehri vadisindeki başlıca yerli halkların Uygur olduğunu, onların hayat faaliyetlerini, şimdiki Kaşgar, Hotan, Aksu, Kuça, Korla gibi yerlerin doğal şartlarını, dağ-nehirlerini hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler vermiştir.
Doğu Türkistan’daki geniş Tarım ovası, Uygur medeniyetinin  beşiği ve sahnesi olmuştur. En eski devirlerden başlayarak, bu devletin kuzey ve güneyini boydan boya, Çin’i batı ile birleştiren ticaret yolları vardı. Mesela, Çin’in ipekeleri hatta Roma İmparatoru devrinde bile, bu yollar aracılığıyla Roma Devleti’nin topraklarına ulaştırılmıştı. Bu nedenle bu yollara İpek Yolu da deniliyordu. Aynı zamanda bu devletin yerinin bereketli, şehirlerinin zengin olması ve bundan başka Çin, Hindistan ve İran gibi üç önemli medeniyetin/ devletin varlığı, ayrıca bunların dünyanın önemli bölgelerinde ticaret ve ticarete sahne olması, Tarım ovasını son derece çekici duruma getirmişti.
Orta Asya esasen dünyadaki en eski medeniyetin beşiği idi. Doğu Türkistan, kendi devrinin en önemli medeniyet merkezlerinin kesişme noktasında yer aldığı için, önemli bir  mal değişim bölgesi olmakla kalmayıp, aynı zamanda sürekli olarak  çeşitli kültürlerin buluşmasına ve kültürlerin  alışverişine sahne olmuştur.
Genel açıdan olsun, coğrafi şartlardan olsun nasıl yararlanacağını son derece iyi bilen Uygurların örgütlenme gücü ve idari kabiliyetinin sağladığı barış ve güvenlik gölgesinde ortaya çıkan ekonomik hayat sayesinde şekillenen gelişme, geniş ve yüksek kültüre kaynak olmuştu. Bey-ağalar kendi siyasi ve idari yükümlülüklerinin yanı sıra, tarım yaparak halkın yaşam seviyesini yükseltmiş, tüccarlar ise sürdürdükleri küresel girişimlerle başarı kazanarak halkın yaşam standardını yukarı çekmişti. Edebiyatçı-âlimler, sufi-hükümdarlar edebiyat, hukuk ve din alanındaki güçlü eserleriyle fikir-düşünce ihtiyacını karşılamak için araştırmalarla meşguldü. El sanatçıları kendi canlı heykelleri, nefis ve muhteşem resim çizimleri, zarif minyatürleriyle insanların sanatsal zevkini tatmin etmek için çaba harcıyorlardı.
Uygurların Doğu Türkistan’ın ekonomik alanındaki başarıları görünürdü. Tarımda nehir ve kanal-bendler su sulama  sistemleri (Karizler dahil) çok  iyi olduğu için, tarım ve bahçıvanlık son derece büyük ölçüde gelişmişti. Değerli araştırmalarda yedek tahıl ve üzüm şarabı ticareti, kredi ticaretine ait birçok belge bulundu. Metaller, özellikle altın, gümüş madenleri açma ve işleyerek üretim yapılıyordu. Kâğıt yapımı, dokumacılık ve halıcılık son derece gelişmişti.
Yazı — Von Le Coq kendi “Doğu Türkistan’daki Helenizm (eski Yunan kültürü ile Doğu sanatının birleşmesi sonucunda ortaya çıkan, kendi zamanına göre yeni ve özgün bir sanat akımıdır) İzleri” adlı eserinde, Doğu Türkistan bölgelerinde değerli araştırmalar sırasında 17 çeşit dilde 24 çeşit yazının bulunduğunu belirtmiştir. Kökeninin kaynağı her ne kadar Fenike harfli yazıdan olup, Suriye-İran’ın benimsemeleriyle gelmiş olsa da, Uygurların onu geliştirmeleriyle dünyadaki en güzel yazı denilebilecek Uygur yazısını, Moğollar ve Mançular aynen kabul ederek kullanmışlardı. Yine şunu da belirtmek gerekir ki, Orhun Abideleri nedeniyle dünyaca tanınan run yazısı denen yazı aynı zamanda Uygurlar tarafından uzun bir müddet kullanılmıştı.

H.Özdemir : Hocam matbaacılık/ baskı ve tabiatıyla edebiyat konusunda Uygurların hakkındaki iddia nedir?

Prof.Emçi : Bunlardan  bazılarını  ana başlıkları ile kısaca şöyle  sıralayabiliriz ;

Matbaacılık :  Uygurlar tarihte ilk olarak ağaçtan oydukları/yaptıkları harflarla  matbaa kurdular ve kitaplar  bastılar.
Edebiyat  : Uygurların ister önceki dönemlere ait olup değerli araştırmalar yoluyla ortaya çıkmış olsun, ister yakın zamanlarda elde edilmiş önemli belgeler olsun hepsi son derece önemlidir. Bunların içinde ekonomiye ilişkin olanları meşhur Türkolog Radloff “Uygur Dil Abideleri” adlı eseriyle, tıbba ait kısmını Profesör Reşit Rahmeti Arat “Uygur Tıbbı” adlı eseriyle, edebi ve dine ilişkin olanların bir kısmını Fransız âlimi Pelliot, bir kısmını Alman âlimlerinden merhum Bang ve F.W.K. Müller… gibi isimler araştırmıştı. Diğer taraftan, “Oğuz Destanı” Profesör Arat tarafından yayımlandı. Her ne olursa olsun, âlimlerin araştırmasını bekleyen birçok belge hâlâ Avrupa’nın arşivlerinde saklanmaktadır. Uygurların Karluk veya Karahanlılar muhitine ait olarak yazılan edebî eserlerinden biri olan “Kutadgu Bilik” ile Mahmud Kaşgarlı’nın meşhur “Divanu Lugati’t-Türk” eseri özellikle  çok önemlidir. Her ikisi 1070 yıllarında yazılmıştı. Uygurlarda millî edebiyat şekillendiği çağlarda Avrupa’da  ilkellik ve vahşil yaşam  hüküm sürüyordu, Türkçenin önemli bir şivesi olan Uygur Türkçesindeki tasvirler müziğin Uygurlarda da  nasıl de  önemli rol oynadığını göstermektedir.

H.Özdemir : Hocam Uygurların/Türklerin din anlayışı? Şamanizm Ve Müslüman oluşlarını  nasıl değerlendirirsiniz ?
Prof.Emçi  : Bu sorunuzu şu ana başlıklar halinde kısaca şöyle açıklayacağım ; 
Din  : Uygurlar arasındaki her önemli kültür katmanı bir dini kabul etmesi tarihj ile bağlantılı olmuştu. Eski Gök Tanrı ve/ya şaman inancından sonra sırasıyla Budizm, Hristiyanlık, Maniheizm ve İslam dini Uygurlar’ vatanında yayılmıştır. Sadece bunlardan Hristiyanlığın sınırlı kalması  ve Maniheizm’in yüksek tabakaya has olmasına karşın, İslam dini ile Budizm  tüm ülkeye ve her sosyal  gurupça benimsenmiş  ve hâkim ve genel bir din olarak kabul edilmişti.
Uygurların diğer Türk kabilelerine göre kıyaslanamayacak derecede yüksek bir kültüre sahip olmasında, şimdiye kadar açıkladığımız gibi tarihî, coğrafi, idari, ekonomik etkenlerden başka, özellikle Budizm ve Maniheizm dinlerinin de bu konuda önemli  rol oynamıştır. Doğu Türkistan’a olan en eski dış etki Budizm (Buda  dini) olup, Hristiyanlıktan sonraki birinci yüzyılda Hindistan’dan gelmişti. Yeni, yüksek dereceli yönetime çok ilgi duyan Türkler, İslam dininin yayılmasında önemli rol oynadıkları gibi, Budizm’in yayılış devrinde de yeni dinin  müritleri  olmuşlardı ve son derece yüksek şevkle Budist tapınakları, manastırlar kurmuşlardı. Hatta Budizm’in Doğu Türkistan’daki yüksek itibarı nedeniyle Çin’e yayılmasına Uygurlar doğrudan etki etmişti.
Uygur medeniyetinin  en iyi geliştiği/çiçeklenme devri 750-850 yılları arasındaki 100 yıl olduğu bilinmektedir. Doğal olarak, resim sanatının mükemmel devri benzer zamana denk gelmektedir. Doğu Türkistan’da resim sanatları Budizm’in himayesi altında, onunla eş zamanlı olarak ilerleyip mükemmelleşirken, ikinci bir din girip bu akımı kemale erdirmişti. O da Doğu Türkistan’a sırrını açan diğer önemli bir dinî teşkil eden Maniheizm’di. Bu dinin kurucusu olan Mani kendisi ünlü bir ressam idi. Maniheizm’in akide kitapları en güzel kâğıtlara, en iyi mürekkepler ile kaligrafi şeklinde yazılıyor, harika ve  güzel  yazı ve resimlerle süsleniyordu. Mani’nin tapınakları duvar resimleriyle süslediği söylenir. Mani  aynı zamanda bir sanatçı  kişiliği ile  çok süyük  ün kazanmıştı.
Maniler her taraftan gelen takipçiler nedeniyle, özellikle Hristiyanların takip ve araştırmaları nedeniyle, Maniler özgür durumda dinlerini yayamadı. Yedinci yüzyılın ortalarında Doğu Türkistan’a hâkim olan Uygurların padişahı sayesinde, asil sınıfı Mani dinine girmişti. Bu nedenle temeli Budizm sayesinde son derece alkış/beğeni  kazanmış resim sanatı coşkuyla gelişmiş  ve yaygınlaşmıştır. Daha sonraki zamanlarda Moğollar Doğu Türkistan’ı işgal ettiği zamanlarda, bu yerlerden aldığı antika eserler, sanat eşyalarını bir taraftan Çin’e diğer taraftan İran’a götürmüştü.
Doğu Türkistan’da plastik sanat için ne mermer taş, ne de bu sanatta kullanılan kireç taşını bulmak zordu. Doğu Türkistan’da kile reçine, saman, bitki lifini karıştırıp, iyi yoğurup bunu işleyerek heykellerin iç kısmı yerine göre ağaç, taş veya gümüşle sağlamlaştırılırdı. Üstüne ince bir kat kireç taşı sürüldükten sonra boyanır veya altınla kaplama yapılırdı. Hazırlanması için bunca güç harcanacak malzemelerden yine de son derece sağlam eserlerin ortaya çıkarılması gerçekten de insanı hayran bırakır.  Doğu Türkistan’in Turfan bölgesinde yer alan İdikut şehrinde bulunan bir heykel de güzellik katmanları ve bedene  son derece yaraşan/yapışan elbisesi ile gövde kısmının güzel bir şekilde şekillendiğini gösteriyordu. Sorçuk’ta bulunan yaşlılığa doğru yüzlenmiş bir derviş ile gençliğin güzellik çağlarını ifade eden Budha heykelleri Uygur plastik sanatının güzel örneklerini oluşturuyordu. Ağaçtan da heykel yapanları vardı. Maralbaşı’nda bulunan, oturan bir Budha’nın heykeli bunun örneğidir. Moğolların istilası  Doğu Türkistan’daki devletlerin nüfusunu ve kültür ve medeniyet eserlerini  yok etmiştir.

H.Özdemir: Sayın Hocam,   Geleneksel ve özgün Uygur tıbbına  tekrar dönecek olursak  bu konuda tekrar neler söyleyeceksiniz ? 

Prof.Emçi :  Uygur medeniyetinin bir diğer temsilcisi Uygur Tıbbı ilmi – atalarımızın 2500-4000 yıldan beri pratik tedavi tecrübelerinin bilimsel sonucu olup, Uygur halkının değerli kültürel miras hazinesindeki ışıldayan mücevherlerden biri sayılır. O 1930 yılları batı tıbbı dünyada her millet halkları arasındaki geleneksel tıbbın temeli üzerine var olup dünyanın her tarafına genelleşmesinden/yayılmasından  önce vatanımızdaki ve diğer tüm dünyadaki her millet halkının sağlığını koruma, hastalıkların önlenmesi ve tedavi edilmesi konusunda kullanılan  tek tıp dalıydı.

Halis Özdemir :  Sayın Hocam, geleneksel  Uygur  tıbbının  tedavi edici özelliği nelerdir ?

Prof.Emçi : Dünyadaki her toplim ve  milletin kendine özgü bir  geleneksel tıbbı vardır, çünkü tıp bilimi  bu dünyaya insanlığın yaratılması   ile birlikte ortaya çıktığından başlayarak ortaya çıkmış, insanların doğuştan tabiatında sağlıklı yaşama, uzun ömür görme isteği olduğundan onlar doğdukları dakikadan başlayarak yaşamak için çare ararlar. Çok soğuk veya sıcaklardan kendini koruma, yiyecek-yemeyecek, yapacak-yapmayacak faaliyetleri ihtiyatla yaparak sağlığını koruyup hastalıkların önlenmesi bilgilerine sahip olup, bunu nesilden nesile bırakarak herkes kendi geleneksel tıbbını az çok olsa da var etmiştir.
Tarihten beri dünyanın her tarafında çeşitli isimlerdeki geleneksel tıplar mevcut. Mesela: Doğu Asya’da Kore tıbbı, Çin’in geleneksel tıbbı, Japonya’nın kampo tıbbı, bunlara benzer şekilde Hindistan’da Yunan Ayurveda tıbbı, Arap devletlerinde Arap tıbbı, Peygamber tıbbı, Türkiye’de Osmanlı tıbbı, Anadolu tıbbı denilen isimlerle anılmış, o tıp dalları hepsi insanlar ortaya çıktığından başlayarak şekillenmeye başladığından ta şimdiye kadar insanlığın sağlığı için hizmet etmektedir.
Çoğunlukla geleneksel tıp dalları kâinat ile bitkiler, bitkiler ile canlılar arasındaki yaşam zincirleri arasındaki madde değişim süreçlerini birbirleriyle bağlayarak insan bedenindeki hastalık ve tabiat arasındaki ilişkilerin dengesini koruma, ruh ile bedenin bütünlüğünü temel alan tedavi yapma gibi ortak özelliklere sahiptir.
Her milletin geleneksel tıbbı o millet fertlerinin yaşadığı coğrafi muhit ve doğayla karşılaşma imkânı dâhilinde sonuçlanmış ve sağlığı koruyup hastalıkların önlenmesi, pratik tedavi tecrübelerine dayalı şekillenmiş ve gelişmiş olduğundan, uzun yüzyıllardan beri insanlığın sağlığı için son derece önemli yerde durmuştur.

Halis Özdemir : Mizaç tıbbı veya tıpta mizaç ne demektir? Mizaca göre tedavi  nasıl Yapılır ?

Prof.Dr.Emçi :  Uygur tıbbı temel teorilerine/ ilmine göre “Dört büyük madde talimati dayandığında “ateş, hava, su, toprak”tan oluşan dört büyük madde kâinattaki bütün varlıkların temel ham maddesi olup, insanlar, hayvanlar, bitkiler ve yer yüzündeki bütün canlı-cansız varlıkların temel ham maddesidir. Bu dört büyük maddenin her birinin kendine has mizacı ve özelliği vardır, mesela: Uygur tıbbı ve onun gelişme durumunu değerlendirip bakacak olursak ateş (güneş) mizaç açısından güneşe benzer olup, kurutur, yakar, ısıtır, pişirir, ışık çıkarır. Bu nedenle ateşi güneşin yeryüzündeki temsilcisi olarak bakmak mümkündür, ateşin ısıtma, kurutma özelliğine dayalı olarak kuru sıcak mizaca sahip denir.
Hava (oksijen) yeryüzünün atmosfer katmanındaki gaz cisim olup, insanları içine alan hayvanlar ve bitkiler gibi bütün canlılar oksijene dayanarak yaşar. Havanın nemlendirme, ısıtma özelliğine dayalı olarak nemli sıcak mizaca sahip denir.
Su bütün canlıların yaşaması için eksik olmaması gereken, yeryüzünün üçte ikisini kaplayan, insan bedeninin yaklaşık yüzde 60’ından fazlasını oluşturan maddedir, su insan organizmamızdaki çeşitli maddeleri gerekli yerlere ulaştırma, sıvılaştırma, hareketlendirme, eritme ve parçalama rolüne sahiptir. Suyun nemlendirme, sıvılaştırma, soğutma özelliğine dayalı olarak nemli soğuk mizaca sahip denir.
Toprak tabiat dünyasındaki bütün canlı ve cansız şeylerin şekil ve niteliğini koruyan maddedir, o yaşamda, bitkilerin büyümesi ve hayvanların yaşamasında eksik olmaması gereken önemli madde olup, toprağın kurutma, soğutma özelliğine dayalı olarak kuru soğuk mizaca sahip denir.
Demek, “ateş, hava, su, toprak”tan oluşan dört büyük madde yeryüzündeki bütün canlı ve cansız şeylere verdiği kuru sıcak, nemli sıcak, nemli soğuk, kuru soğuktan oluşan özelliğine dayalı olarak onların mizacı belirlenmiştir. Dört büyük maddenin özelliği (maddi etkisi) ise elementler periyodik tablosundaki dört büyük maddenin her birini oluşturan bütün kimyasal bileşenlere dayalı belirlenmiştir.
Bu nedenle “ateş, hava, su, toprak”tan oluşan dört büyük madde kendi mizaç, özellikleri yoluyla tabiat dünyasındaki bütün maddelere her zaman etki ederek, onlarda kuru sıcak, nemli sıcak, nemli soğuk, kuru soğuktan oluşan belirli bir mizaç şekillendirir, insanlar dört büyük maddenin etkisine uğrayıp belirli mizaca sahip olmuş yiyecek-içecekleri tükettikten sonra, o yiyeceklerden bedende yiyeceğin tabiatına uygun durumdaki yaşam için önemli olan “kan, safra, balgam ve sevda” karışımları oluşur, insan bedeni bu karışımlardan beslenip yaşamını sürdürür.
Bu nedenle karışımların normalliği sağlığın temeli sayılır. Amma çeşitli iç-dış sebepler yüzünden karışımlarda dengesizlik görülürse, organizmalarda hastalık ortaya çıkar. Bundan insan bedenindeki her normalleşmemenin kaynağı yine dört büyük maddenin insan bedenine gösterdiği etki ile ilişkili olduğunu görebiliriz.
Uygur tıbbında sağlığı koruma açısından hava, yemek-içmek, hareket, nefes alma, uyuma, uyanıklık, tutma ve çıkarma dengesini ve ruhsal durumların dengeli olmasını, temizlik ve diğer açılardaki kötü alışkanlıklardan korunmayı teşvik eder.

Halis Özdemir : Uygur tıbbında Hasta olan  insanın muayenesi nasıl yapılır?

Prof. Dr. Emçi :  Uygur tıbbında hastalıklara tanı koyarken bakıp muayene etme, tutup muayene etme, nabız tutup muayene etme, koklayıp muayene etme, dinleyip muayene etme, koklayıp muayene etme ve diğer muayene türleri var olup, nabız tutup muayene etme hastalıklara tanı koymanın önemli araçlarından biridir. Bunlar sistemli teorik temele sahip hem Uygur sufilerinin birkaç on yüzyıllık tedavi pratiği süresinde topladığı tecrübelerin bilimsel sonucu sayılır.
Uygur tıbbının hastalık tedavi pratiğinde organizmadaki dengesizlikleri giderip, sağlığı eski haline getirmek için yine dört büyük maddenin etkisinde belirli mizaç ve özelliklere sahip olmuş çeşitli yiyecek-içecek, ilaç-devaları kullanıp, bedende ortaya çıkan hastalıkların gelişip insan yaşamına tehlike ulaştırmasının önü alınır, tedavide kullanılan yiyecek-içecek, ilaç-devalar dört büyük maddenin etkisinde belirli mizaç ve özelliğe sahip olup, bedene girdikten sonra kendi maddi hem mizaç açısından etkileri ile bedendeki dengesizlikleri eski haline getirip, bedendeki çeşitli güçlerin toplamından olan “tabiat”ı güçlendirme yoluyla hastalıkların önlenmesi ve tedavisi rolünü oynar.
Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü “WHO”nun çağrısıyla 1992 yılının 10. ayının 24. günü, tüm dünyadaki tıp uzmanları Pekin’de toplanarak Pekin Bildirisi’ni onayladılar. Bu “Tüm dünya halklarının bundan sonraki sağlık işleri geleneksel tıbba muhtaç!” başlıklı bildirgeydi. O günden itibaren, tüm dünyada 10. ayın 24. günü Geleneksel Tıp Günü olarak anılmaktadır.
Bunlardan biri, dünyadaki her milletin halklarının geleneksel tıplarının kullanımının Avrupa, Avustralya ve Amerika’da hızla artmasıdır. Asya ve Afrika’da geleneksel tıp kullananlar genel nüfusun yüzde 80’ini oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün raporunda gösterildiği gibi, kendi ülkesinde geleneksel tıbbı hayata geçirme politikası belirleyen üye ülkelerin sayısı 1999 yılındaki 25’ten 2002 yılına gelindiğinde 69’a yükselmiştir. Geleneksel tıbbın rolünü gittikçe anlayan birçok ülkede geleneksel tıp üniversiteleri, fakülteler, bölümler, özel hastaneler ve klinikler art arda açılmaktadır. Çünkü dünya halkları geleneksel tıbbın binlerce yıllık sınavlardan geçmiş güvenilir bir tıp olduğunu gittikçe anlamaktadır.
Örneğin Uygur tıbbını ele alırsak, Uygur tıbbı insan bedenini ve tüm canlı yaşamını geniş doğa dünyasının bir parçası olarak görüp, genel bedenin bir bütünlüğünü vurgulayarak, insanın doğal mizaç meselesi ve ruhsal dünyası, örf-adetleri, fiziksel özellikleri, her iklime özgü olan hava iklimi, doğal şartları gibi unsurları mizaç dairesine dahil ederek analiz eder. Sağlık ve hastalık halinin mizaçla büyük ilişkisi olduğu, teşhis koyup tedavi ederken hastalığa neden olan temel faktörü belirleyip, onu bedenden yok etmede besinler ve doğal bitki ilaçlarıyla bedeni güçlendirip, bedenin hastalığa karşı durma gücü olan “doğa gücü”nü güçlendirmek yoluyla tedavi ettiğini vurgular.
Uygur tıbbında hastalıkları tedavi etmede kullanılan ilaçların kaynağı bitki, hayvan ve maden kaynaklı doğal ilaçlar olup, bunların sayısı 1500 çeşitten fazla, sürekli kullanılanları 700 çeşitten aşkındır. Bunların çoğu yaşadığımız kendi toprağımızdan çıkan doğal ilaçlar olup, Uygur tıbbının olgun ilaç yapım şekilleri macun, hap, şerbet, toz gibi türlerden olup 130 çeşitten fazladır. Çoğu Uygur tıbbı olgun ilaçları uluslararası kalite kontrol standardı “GMP”nin gerekliliklerine uygun seviyede üretilmiş yeşil ürünler olup, batı tıbbı hastanelerine dahil edilmiştir. Bu ilaçlar tüm dünya halklarında hastalık olsa ilaç var, doğal ilaç ve yiyecek-içecekle geleneksel tedavi yöntemlerini uygulayarak tedavi olma dalgasına uygundur.
Halis Özdemir : Geleneksel  Uygur tıbbının  dünyada sistematik reddi/ ilaç temsillerinin faaliyetler, Türkiye’de “kocakarı ilaçları” denilerek aşağılanmak istenmesi ve Çin baskısı altında Uygur tıbbı ve Çinin Uygur tıbbını yok sayma gayretleri hakkındaki görüşleriniz Nedir?
Prof.Dr.Emçi :  Dünyamızda yaşayan  her millet ve halk,  1930’lu yıllarda Batı tıp biliminin yaygınlaşması ve gelişmesine bağlı olarak, uzun asırlardan beri insanların sağlığına hizmet etmekte olan geleneksel Tabiplere ve onların tedavi yöntemlerine  olumsuz yaklaşmaya başladılar.   Geleneksel  tıbbı  güvenmeme, yalnızlaştırma, güven duymama  ve  hatta onları yasaklayarak  tabipleri  yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Sonuç olarak birçok ülkedeki geleneksel tıp ve tedavi yöntemleri  sürekli gelişim gösteremeyip bir yerde durdu ya da yok olmaya doğru gitti. Uygur tıbbı da 1949-1954 yıllarına kadar Çin yönetimi tarafından yalnızlaştırılma, küçümsenme, altı hurafe karşıtlığı adı altında yok edilmeye maruz kaldı.
1955 yıllarında Çin yönetimi kendi içindeki ekonomik zorluklar nedeniyle yeni kurulan yönetiminin ekonomik zorluğu ve ekonominin dışarı akıp gitmemesini göz önünde tutarak, kendi geleneksel  tedavi yöntemi olan  Çin tıbbını (Zhongguo tıbbı, kısaltarak Zhongyi tıbbı) koruma, geliştirme, Çin halkının sağlık işlerini Zhongyi tıbbına dayanarak çözme politikasını  uygulamaya başladı.  O zamandan başlayarak bunun dışındaki milletlerin milli tıplarını kenara iterek yalnızlaştırıp küçümsegeldiği için, Uygur tıp-eczacılık hizmetlileri Uygur tıbbını koruyup kalmak, miras edip o politikadan faydalanarak geliştirmek amacıyla “Uygur tıbbı vatan tıbbının önemli bileşen kısmı” demek zorunda kaldı.
Uygur tabiplerinin kesintisiz halindeki gayretleri ve yarattıkları ürünler sonucunda, onlar kenara itilen geleneksel tıpların tedavi ve eczacılık yönündeki özellikleri ortaya çıktıktan sonra, Çin hükümeti sağlık yetkilileri milli tıbbî bilimle ittifak etme ve bunun pratik gelişim sonuçlarından faydalanma amacıyla birlikte geliştirme politikasını ortaya koydu ve Uygur tıbbını Dünya Sağlık Örgütü’ne Uygur tıbbının Zhongyi tıbbının bileşen kısmı olarak tanıttırdı. Bu nedenle Uygur tıbbı Dünya Sağlık Örgütü’nün web sitesinde Zhongyi tıbbının bileşen kısmı olarak çıkmaktadır.
Uygur tabipleri o yıllardan başlayarak özel gayret göstermek yoluyla sürekli ileriye giderek gelişip, dünyadaki diğer geleneksel tıplara kıyaslandığında daha da mükemmel teorik temele ve her çeşit yöntemdeki tedavi prensiplеrine sahip olma gibi özellikleri yoluyla dünyadaki çeşitli milletlerin geleneksel tıp-eczacılıklarından teori ve uygulama yönlerinde üstünlük elde etmeye başladı.
2015 yılına gelindiğinde vatanımızın çeşitli şehir bölgelerinde devlet mülkiyetindeki Uygur tıbbı tedavi organları 78’e ulaştı. Oralarda çalışan tıbbî hizmetli 6000 kişiden fazla oldu. Ayrıca “Uygur Tıp Üniversitesi Uygur Tıbbı Fakültesi” ve “Uygur Tıbbı Yüksekokulu”, “Uygur Tıbbı Araştırma Merkezi” ve birkaç yerde “kumla tedavi yeri”, 10’dan fazla büyük ölçekli Uygur tıbbı ilaç fabrikalarından oluşan Uygur tıbbının tedavi, eğitim, araştırma ve ilaç üretiminden ibaret koordineli gelişim durumu şekillendi ve Uygur tıbbının eczacılık ölçüsü oluşturulup ilaçları geniş türde üretme, satma, kullanma, denetleyip yönetme konusunda hukuki temel kuruldu.
130 çeşitten fazla ölçünlü olgun ilacı uluslararası (GMP) kalite kontrol ölçüsünün gereklerine uygun seviyede yaparak, çeşitli şekillerdeki preparatları üretip çıkararak, bunlardan bazılarını Batı tıbbı hastanelerine ilaç sıfatıyla dahil edip, tedavi sonucunun yüksekliği ile tıp hizmetlilerini de hayrete düşürdü.

Haliz Özdemir :  Uygur tıbbına ait kitap ve dökümanlar hakkında Bilgi Verirmisiniz ?

Prof.Dr. Emçi : Uygur tıbbı- ilaç yapma(eczacılık )eserlerinden “Uygur Tıbbı Sözlüğü” yedi cilt, “Uygur Tıbbı Klasik Eserleri” 12 cilt yayımlandı. Uygur Tıbbı Yüksekokulunun birinci nesil 14 çeşit ders kitabı, ikinci nesil 29 çeşit ders kitabı, Uygur Tıp Üniversitesi Uygur Tıbbı Fakültesi’nin 18 çeşit ders kitabı gibi ders kitapları yayımlandı. Ayrıca çeşitli yayınevlerinden 600 çeşitten fazla Uygur tıbbına ait kitap yayımlandı. “Uygur Tıbbı” ve “Uygur Tıbbı Yüksekokulu Bilim Dergisi” gibi dergiler yayımlandı.
Araştırma yönünde, Uygur tıbbı teori temellerine dayalı olarak çok rastlanan tedavisi zor hastalıklardan kalp, kan damarı hastalıkları, diyabet hastalığı, cilt lekesi, çocukluk çağı kas tümörü gibi 30’dan fazla çeşit hastalığı tedavi etme konusunda araştırma yürütülüp, bunlara tanı koyma ve tedavi ölçüsü oluşturulup yaygınlaştırıldı.
1982 yılında özerk bölge seviyesinde milli tıbbî bilim derneği kurulup özerk bölge, ülke ve uluslararası seviyede düzenlenen 100 kereden fazla bilimsel tartışma toplantılarında 10 bin parçadan fazla bilimsel makale paylaşıldı. 1987 yılında “Uygur Tıbbı Yüksekokulu” kurulmuş olup geçen 35 yıl süresince Uygur tıbbı konusunda tedavi ve eczacılık mesleğinde öğrenimini tamamlayan öğrenciler çeşitli yerlerdeki Uygur tıbbı kurumlarında tedavi, öğretim, araştırma işlerindeki temel güç haline geldi.
Hocam verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim. Uygur tıbbı ve Uygur tıp insanları dünyaya HASTALIĞI  ÖNLEYEREK TEDAVİ usulünü kazandırmış. Adına da ÖNLEYİCİ TIP denilmiştir. Önder tıp bilginlerimize insanlığa hediye ettikleri” geleneksel tıp” konusunda emeklerini şükranla yad ederiz.

Bu vesile ile Uygurların hürriyetlerine en kısa zamanda kavuşmalarını, yaşadıkları zulmün son bulmasını temenni ederim.

Fotoğraf açıklaması yok.
Share
1313 Kez Görüntülendi.