Son Dakika


UYGUR HABER VE ARAŞTIRMA MERKEZİ(UYHAM)
Şair Sayın Mustafa Ruhi Şirin Hocamızın Mütevelli Heyeti Başkanlığını yaptığı İstanbul Merkezli Dünya Çocuk Vakfı Çin’in işgalindeki Doğu Türkistan’da yaşayan Müslüman Türk çocuklarının maruz kaldığı baskı, zulüm ailelerinden zorla koparılması, etnik dönüştürme ve kültürel soykırım uygulamalarını kanıtları ile birlikte bilimsel olarak “Doğu Türkistanlı Çocuk Raporu” hazırlamış ve 15 dilde yayınlayarak Türk-İslam dünyası ve uluslararası topluma sunmuştur. Kendilerine teşekkür eder, Raporu aşağıda bilgilerinize sunuyoruz.(UYHAM)

Etnik ve Kültürel Soykırım
Çin Hükümeti Çin’in kuzeybatısındaki Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi diye nitelediği Doğu Türkistan’da uzun süredir Müslüman Uygurlara karşı sürdürdüğü baskı, asimilasyon ve yıldırma politikalarını özellikle 2016’da Komünist Parti sekreteri Chen Quanguo’nun Xinjiang Özerk Bölgesinin lideri pozisyonuna geldikten sonra tırmandırmaya başladı.
2014 yılından itibaren devletle iş birliği halindeki hacker grupları dünya üzerindeki tüm Uygur akıllı telefon kullanıcılarını
total gerçek zamanlı bir gözetime tabi tutmaya başladı (Mozur ve Perlroth, 2020, akt. Millward ve Peterson, 2020).
2015 yılında yeni bir terörizm karşıtı yasa ve 2017 yılında “aşırılıktan uzaklaştırma” yönetmeliğini çıkardı ve yine 2017 yılında dini meseleleri yönetmeye dair mevzuatın gözden geçirilmesi kararı aldı. Tüm bunlar Uygurları, Kazakları, Kırgızları ve diğer Müslümanları İslam inancıyla ilgili semboller ve pratikleri gerekçe göstermek suretiyle tutuklama ve cezalandırmayı meşrulaştırma amacı güden genellikle muğlak bir biçimde ifade edilmiş metinlerdi (Millward ve Peterson, 2020). Chen Quanguo iş başına geldikten sonra 100 bin yeni güvenlik personeli alındı ve gerilim politikasını uygulamak üzere binlerce polis karakolu açıldı. Geleneksel polis yöntemlerinin yanı sıra yüz tanıma video sistemi, telefon dedektiflik yazılımı, uzaktan kumandalı telefon takibi, kişisel verilerin toplanması (banka, seyahat, sosyal medya, dini pratikler) ve biometrik veriler gibi uygulamalar hayata geçirildi (Leibold, 2020). Tüm veriler Entegre Ortak Askeri Operasyonlar Platformunayüklenmektedir (IJOP, 一体化联合 作战平台). IJOP bireylerin “aşırıcılık” ihtimalini tahmin edecek algoritmalar kullanmakta ve bunları mahkûmiyet, endoktrinasyon veya gözetim amacıyla kullanmaktadır. Böylece otoritelerin şüpheli bulduğu davranış ve inançlardan dolayı tüm Uygur etnik grubunu cezalandırmak suretiyle uyguladığı bilişimsel ırkçılığı meşrulaştırmaktadır. Söz konusu davranışlardan bazıları komşularla yetersiz sosyalleşme, iki çocuktan fazlasına sahip olma veya yabancı irtibatlarda bulunmadır (Allen-Ebrahimian, 2019). 2017 ve 2018 yıllarında 350 binden fazla insan ceza aldı. Bu sayı önceki yıllarda yıllık ortalama 30 binden azdı. Ayrıca Chen daha evvel kimi sosyal sorunlarla ilişkili olarak açılmış olan “yoğunlaştırılmış eğitim dönüşümü” (集中 教育转化) programını yaygınlaştırdı (Millward ve Peterson, 2020). Kaynak: Buckley, Chris ve Qin, Amy (2019). https://www.nytimes.com/2019/03/12/world/asia/china-xinjiang.html. Son erişim: 13.02.2020.
Söz konusu istismar politikaları ve uygulamaları ifade, inanç ve mahremiyet hürriyeti’ni ihlal etmekte ve işkenceye karşı
korunma gibi temel insan haklarına kastetmektedir. Doğu Türkistan’da gündelik hayat üzerindeki kontrol ve baskı özellikle Uygurlar, Kazaklar ve diğer azınlıkları etkilemekte ve bu uygulamalar ayrımcılığa karşı uluslararası hukukun getirdiği yasaklamaları ihlal etmektedir. Doğu Türkistan’da uluslararası medyanın ilgisi özellikle politik eğitim kamplarına odaklanmış görünmektedir. Çin Hükümeti kamuoyuyla bu kamplarda tutulan kişilerin sayısına dair hiçbir bilgi paylaşmasa da güvenilir kaynaklara göre sayının üç milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu kamplarda tutsaklar günler, aylar ve hatta bir yılı aşkın süre boyunca politik endoktrinasyona mecbur bırakılmaktadır (Wang, 2018).
Amerika Birleşik Devletleri merkezli Newlines Strateji ve Politika Enstitüsü ve Raoul Wallenberg İnsan Hakları Merkezinin ortak raporunda (2021) Çin’in ihlalleri “Uygur Soykırımı” olarak ele alınmış ve 1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkındaki Sözleşmesine atıfla ele alınmıştır. Buna göre, aşağıdaki hususlar soykırımın nedenini teşkil etmektedir:

Bu niyetin yüksek düzeyde ifade edilmesi ve genel bir plana dönüştürülmesi,
Mükerrer yıkıcı eylemleri içeren kapsayıcı devlet politikası (Uygurların evlerine sözde izleme uzmanı olarak Han Çinlilerinin gönderilmesi ve dahası Han Uygur evliliklerinin teşvik edilmesi, Uygurların sözde aşırılıktan arındırılması amacıyla temerküz kamplarının açılması, kitlesel doğum önleme stratejisinin uygulanması ve bunun zorla kürtajı da içermesi, Uygur çocuklarının yatılı devlet okullarına ve yetiştirme yurtlarına zorla nakledilmesi, Uygur kimliğinin, toplumsal yapısının ve aile hayatının yok edilmesi ve entelektüellerin ve toplum liderlerinin hedef alınması), Özellikle Uygur liderlerinin öldürülmesi Uygurların kamp görevlileri ve Uygur evlerine atanan Han kadroları tarafından tecavüz, cinsel istismar, sömürü ve kamusal alanda aşağılanma gibi olayları da içeren sistematik işkence ve zalimane muamelenin neticesinde ciddi bedensel ve ruhsal hasarlar alması, Doğumları önleyici yaptırımların uygulanması, Ebeveyninin kamplara götürülmesi durumunda Uygur çocuklarının ya devlet yurtlarına ya da Çince konuşulan ve Han çocuk yetiştirme kültürünün egemen olduğu yerlere nakledilmesi. Kamplarda tutsak olarak bulunan yetişkinlere dair bilgi ve veriye ulaşım son derece zorken çocuklara dair bilgi ve veriye ulaşım neredeyse imkânsızdır.
Niceliğe yönelik verilere ve istatistiklere ulaşmanın imkânsızlığından dolayı bu raporda nitelik boyutu olan çalışmalardan
ve bazı gazetecilerin yaptığı röportajlardan yararlanılmıştır. Söz konusu işkence, kötü muamele ve şiddet olduğunda devlet kaynaklı verilere ulaşmak her zaman zordur ve bu nedenle nitel veriler her zaman olduğundan daha büyük bir önem
taşır. Zira söz konusu uygulamaların doğasını anlamak için istatistiklerden fazlasına ihtiyaç vardır.
Yetişkinlerin tutuklanmasının aileler üzerinde yıkıcı etkileri olduğu açıktır. Kamplara gönderilen ebeveynlerin çocukları
genellikle devlet yurtlarında kalmaya zorlanmaktadır. Çin dışında yaşayan Uygur ebeveynler ise genellikle zor bir seçimle
karşı karşıya kalmaktadır: Yurtlarında kalıp tutuklanma riskini göğüslemek veya yurtdışına çıkıp çocuklarından ayrı düşmek ve hatta çocuklarıyla irtibatı yitirmek (Council on Foreign Relations, 2020).
Ebeveynler eğitim kamplarında tutsak edilirken çocukların da farklı merkezi okullarda eğitime/endoktrinasyona zorlandıkları anlaşılmaktadır. The New York Times Gazetesinin Doğu Türkistan’da çocukların durumuna dair Çinli yetkililerin açıklamaları ile gerçek hayat deneyimlerini karşılaştırmalı bir biçimde ele aldığı haberine göre (2020); Çinli yetkililer Doğu Türkistanlı çocukların merkezi okullarda eğitim aldıklarını iddia etmektedir. Ancak bu Çinli yetkililerin gerçeğin üstünü örtmek için kullandıkları bir ifadedir. Gerçekte yetkililerin merkezi okul diye ifade ettiği yerler yaygın endoktrinasyon kamplarından başkası değildir. Çinli yetkililer çocukların ebeveynlerinin kamplara gönderildiğini kabul etmekte, bu durumu “Üç Güç” kavramıyla meşrulaştırmakta ve ideolojize etmektedir. Buna göre, terörizm, ayrılıkçılık ve dini aşırıcılık biçimindeki “Üç Güç” tutsak edilen insanları tesiri altında bulundurmaktadır. İnanç özgürlüğünün olağan görünümleri olan sakal uzatma ve günde beş vakit namaz kılma gibi davranışları Çinli yetkililerin aşırıcılık diye tanımladığı görülmektedir. Söz konusu baskı ve asimilasyon politikaları kamplardan ibaret değildir. Bölgede çocukların Müslüman geleneğe uygunisimler almaları ve sünnet gibi kimi dini ve geleneksel pratikler yasaklanmış bulunmaktadır (Federation of American Scientists, 2019).

Çocuklara Yönelik Asimilasyon Politikaları
Çin’deki insan hakları ihlalleriyle ilgili yayın yapan İtalya merkezli “Bitter Winter” isimli derginin, anne ve babaları toplama kamplarına gönderilen küçük çocukların kaldığı, “sevgi dolu kalp” anlamına gelen merkezlerden birini gizlice kayda alarak hazırladığı rapora göre (akt. Euronews, 2020);
Tam zamanlı olarak yoğun güvenlik önlemleri altında sadece Çince eğitimin verildiği merkezlerde tutulan çocukların dış
dünya ile bağlantısı neredeyse yok. Ayrıca çocukların dışarı çıkmasına izin de verilmemektedir. Etrafı yüksek duvarlar ve dikenli tellerle çevrili söz konusu “okullar” yoğun biçimde korunmaktadır. Çocukların, ebeveynleriyle ayda sadece bir defa, görevlilerin nezaretinde görüntülü görüşmesine izin verilmektedir.
Adının açıklanmasını istemeyen bir anaokulu öğretmeni, verdiği mülakatta, kamptaki çocukların ebeveynleriyle konuşmalarının ardından uzun süre ağladıklarını ve kendine gelemediklerini ifade etmektedir. Merkeze alınan çocukların Çince giriş kaydı evrakları üzerinde yer alan ifadelerde, hem anne hem babası kamplara alınan çocuklar için “çifte alıkonulmuş aile” tanımlaması yapılmaktadır. Gizli çekim görüntülerinde, tesisin girişinde bir odada toplumsal olaylara müdahalede kullanılan kask, kalkan gibi teçhizatın bulunduğu, askeri kamuflaj giymiş kişilerin çocuklara eğitim verdiği, çocukların tutulduğu yatakhanelerin girişinde Çin haritalarının asılı olduğu, duvarlarda “Ben Çinliyim ve ülkemi seviyorum.” gibi propaganda ifadelerinin yer aldığı görülmektedir. Pekin yönetimi küçük çocuklara askeri eğitim vermesi için askerler de görevlendiriyor. Kaynak: Euronews (2020). https://tr.euronews.com/2019/01/31/doguturkistanli-cocuklarin-tutuldugu-toplama-kampi-gizli-kamerada. Son erişim: 24.01.2020 )
Bitter Winter’a konuşan okuldaki bir öğretmen, özellikle akşam olduğunda çocukların “Anne babamı istiyorum, eve gitmek istiyorum.” diyerek ağladığını ve en çok bu durumun okuldaki görevlileri zorladığını belirtmektedir. Haberde öğretmenlerin de isteğinin dışında atandığı ifade ediliyor.
Daha önce Bole kentinde 200 Uygur çocuğun tutulduğu tesiste görev yapan bir öğretmen, çocukların ruh hâlinin günden
güne bozulduğunu söylemektedir. Çocuklardan bazılarının kendi kendilerine zarar vermek için çamaşır suyu içtiğini, hatta bazılarının balık kılçığı yuttuğunu ifade etmektedir. Aynı öğretmen çocukların sık sık, ‘Burası cezaevi mi?’ diye sorduklarını da aktarmaktadır.
Yine Doğu Türkistan’da bir cezaevi gardiyanı, Çin yönetiminin azınlıkların çocukları için çok sert ve katı eğitim sistemi
uyguladığını, onları dış dünyadan soyutladığını belirtmektedir. Kamu güvenliği polislerinin eşliğinde genç Uygurlar hükümet tarafından düzenlenen tek tip Çin müfredatını okumaya mecbur edilmektedir. Çocuklar sadece Çince konuşmak, domuz eti yemek, hükümetin istediği kıyafetleri giymek ve hükümetin belirlediği alışkanlıklara ve geleneklere göre yaşamak zorunda bırakmaktadır.
Doğu Türkistan’ın sadece bir kentinde 1 ile 3 yaş grubunun tutulduğu 11 kreş bulunmaktadır. Yine 3-6 yaş grubunun tutulduğu 9 tesis ve 7 ana okulu seviyesinde kamp mevcut. Doğu Türkistan’ın sadece küçük bir ilçesinde 2 binin üzerinde Uygur çocuğa bu sözde okullarda eğitim verilmektedir.

Çocukların Aileden Uzaklaştırılması
Bir Çinli gönüllü öğretmenin gerçek hayat deneyimi bize sistematik nesiller arası ayrılığın korkunç sonuçlarını göstermektedir. Bir taşra ilkokulunda öğretmenlik yapan bu kişi çocukların genellikle mesleki eğitim kamplarından dolayı ebeveyninden uzak olduğunu, çocukların aşırı derecede perişan duruma düştüklerini, dondurucu Aralık ayına rağmen ince kıyafetler giydiklerini, sınıflarda kokudan durulmadığını, zira çocukların kıyafetlerinin ne yıkandığını ne de değiştirildiğini ifade etmektedir (Zenz, 2019). Dr.Adrian Zenz’in (2019) farklı kaynaklardan derlediği kanıtlara göre; Çalışılan günlerde ve haftalarda tam zamanlı bakım veya uzun vadeli tam ayrılık gibi nesiller arası ayrılığın farklı biçimleri ve düzeyleri olabilmektedir. Sürgündeki Uygur ebeveynlerin anlatılarına göre, iki yaş da dâhil olmak üzere ebeveyni sürgünde veya temerküz kampında bulunan çocuklar ya sosyal hizmet kuruluşlarına ya da yatılı okullarına alınmaktadır. Sosyal hizmet kuruluşları kimsesiz çocuk yurdu veya “çocuk sığınma evi”, “çocuk refah danışma merkezi” veya “koruma merkezi” biçiminde tanımlanabilmektedir.
Bir başka anekdota göre, çocuklar ebeveynleri kamplarda olmasa bile belli bir yaşa eriştiklerinde yatılı okullara alınmakta
ve sadece hafta sonları ve tatillerde ebeveynleri ile görüşebilmektedir. Hükümet ve medya kaynakları olgunun boyutlarını küçük göstermek amacıyla söz konusu kamplardan “mesleki eğitim merkezi” diye bahsetmektedir.
Devlet bu kampların nasıl bir beyin yıkama işlevi gördüğünü itiraf etmektedir: “Mesleki Beceri Eğitimi Merkezleri insanların ‘Üç Güç’ün aşırı dini ideolojisi ile efsunlanmış beyinlerini yıkamaktadır”.
Bazı hükümet propaganda metinlerinde çocukların yatılı bakım kuruluşlarına alındığı, böylece ebeveynlerinin “ders çalışmaya” veya “çalışmaya” odaklanabileceği ifade edilmektedir. Örneğin, Hoten kenti Mesleki Beceri Eğitimi Merkezinin
hemen yanında “günışığı” anaokulu ve ilkokulu bulunmaktadır ve ebeveynlerin “bakım yükü olmaksızın çalışabilecekleri”
ifade edilmektedir.
Çocuklar okullarda yatılı kalmakta ve çoğunun öğretmenlerini “anne” diye çağırmaya başladığı bildirilmektedir. Anne
ifadesi öğretmenler ve çocuklar arasında nasıl yakın bir bakım ilişkisi olduğunun kanıtı gibi sunulmaktadır ama bu gerçekte çocukların kendi ebeveynlerini ne kadar nadir gördükleri veya hiç görmedikleri gerçeğinin bir tezahürü olabilir. Rapora göre, çocuklara hem kendilerinin hem de ebeveynlerinin “ders çalıştığı”, böylece “ilerde daha mutlu bir aile hayatlarının olacağı” söylenmektedir. Hoten Şefkat Anaokulu hakkındaki bir başka rapor ise çocukların yalnızca birkaç aylık olduğunu kabul etmektedir.

Hoten İli Keriye İlçesi Mesleki Beceri Eğitimi Merkezi hakkındaki bir rapor
Uygur çocukların okullarda bedava yediklerini ve yaşadıklarını ve böylece ebeveynlerinin gelirlerinden çocuklarının gelecekteki eğitimi için tasarruf edebileceğini ifade etmektedir. Aynı merkez hakkındaki bir makalede ise çocuklara anaokulunda bakılırken kadın işçilerin meydanlarda dans ederek hayatın tadını çıkarabileceği ifade edilmektedir.
Mısırlı bir ekibin ziyaretine dair bir raporda Hoten Mesleki Eğitim Merkezinin bir kreşi bulunduğundan, çalışanların bölgedeki mesleki eğitim merkezinin mezunları olduğundan ve burada 1,5 yıl eğitim gördüklerinden bahsedilmektedir.
Human Rights Watch’un (2019) ülke dışında yaşayan ve çocuklarıyla irtibatı yitiren ebeveynlerle yaptığı mülakatlara
göre Çin Hükümeti çocukları aile rızası olmaksızın devlet kurumlarına yerleştirmiştir ve ailelerin çocuklarıyla irtibatını
koparmıştır. Bu mülakatlardan bazı pasajlar aşağıdadır:

Çin Hükümet Kaynakları Bu Durumu Nasıl Açıklıyor?
Çin Hükümeti kampların varlığını evvela reddetmeyi tercih etmişti. Ancak uluslararası kamuoyunun artan baskısından
dolayı 2018 yılında kamplardan “mesleki eğitim ve yetiştirme programları” diye bahsetmeye başladı. 2019 yılında kampların resmi adı “mesleki eğitim merkezleri” oldu. Çinli ve yabancı gazetecilerin mevcut bulunduğu bir toplantıda “Xinjiang Hükümeti Başkanı” Shohrat Zakir kampların varlığını reddetmiş ve kampların gerçekte öğrencilerin özgürce yemek yediği ve yaşadığı yatılı okullara benzer eğitim merkezleri olduğunu ifade etmiştir. Zakir’e göre, bir gün toplum
bu merkezlere ihtiyaç duymayıncaya değin merkezler azalarak işlevini sürdürecek ve nihayet ortadan kalkacak (Buckley
ve Qin, 2019). Zakir, Çin’de bir gazeteye verdiği röportajda söz konusu merkezlerin Çin’de terörizm, ayrılıkçılık ve dini aşırıcılık biçimindeki “Üç Güç” karşısında başarılı olduğunu ve Çin’de sağlıklı ve huzurlu bir sosyal çevrenin ortaya çıktığını savunmaktadır (Xinhuanet, 2018).
Bununla birlikte Çin Hükümeti durumu anlamaya dönük objektif raporları ve sayıları kamuoyu ile paylaşmaktan kaçınmaya devam etmektedir. Bunun yerine Amerikalı bir görevlinin ifadesiyle bölgeye “koreografik turlar” düzenleyerek uluslararası kamuoyunu yanıltmaktadır (Blanchard, 2019).

Birleşmiş Milletler ve Birleşmiş Milletler’e Bağlı Örgütlerin Tutumu
2018 yılının sonunda BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet gazetecilere bölgedeki insan hakları ihlallerine
dair kaygı verici raporlar geldiğini ve bölgeye doğrudan erişim için çabaladıklarını ifade ediyordu. Bachelet, insan hakları örgütlerinin bölgede Uygur Müslümanlarının terörizm karşıtı mücadele adı altında adil olmayan bir biçimde utuklandıklarını ve korkunç koşullarda “yeniden eğitim”e tâbi tutulduklarını rapor ettiklerini de ekliyordu (UNPO, 2018).
Birleşmiş Milletler’in Çin’deki insan hakları kayıtlarının değerlendirildiği oturumunda Çin Dış İşleri Bakan Yardımcısı Le
Yucheng iddiaları şu ifadelerle reddediyordu: “Birkaç ülkeden gelen önyargı yüklü siyasal suçlamaları kabul etmeyeceğiz” (Keaten ve Wang, 2018).
2019 yılında Birleşmiş Milletler üyesi 23 ülke bölgede Çin’in uygulamalarını eleştiren bir tutum aldı. Birleşik Krallık Büyükelçisi Karen Pierce 23 ülkenin eleştirel tutumunu şu ifadelerle temsil ediyordu: “Çin Hükümetini Şincan’da ve Çin’in diğer bölgelerinde din veya inanç özgürlüğünü de içermek kaydıyla insan haklarına saygı göstermek üzere kendi ulusal yasalarının ve uluslararası yükümlülüklerinin ve taahhütlerinin gereğini yerine getirmeye dâvet ediyoruz” (Whong, 2019).
Birleşmiş Milletler’in kaygı duyduğunu açıkça ifade eden çağrılarına rağmen Birleşmiş Milletler’e bağlı örgütlerin Doğu
Türkistan’daki insan hakkı ihlallerine dair herhangi bir yüksek sesli çağrısı, raporu veya çalışması mevcut değildir. Doğu
Türkistan’da söz konusu insan hakkı ihlallerinin en önemli mağdurlarının başında çocuklar gelmektedir ve örneğin UNICEF Doğu Türkistan’da çocukların durumuna dair sessizliğini henüz bozmamıştır. UNICEF Çin biriminden Ruoqiao’nun (2013) bölgedeki çocuklara dair hazırladığı makalede 2011 yılından itibaren UNICEF’in bölgede sokakta yaşayan çocuklar başta olmak üzere incinebilir durumda olan çocukları korumak amacıyla Sivil İşler Bakanlığının bir programını desteklediği ve bu program sayesinde 350 çocuğun hayatlarında yeni bir yön tayin edildiği ifade edilmektedir. Makale incinebilir durumda olan çocuklara odaklanırken ve Çin Hükümetinin işbirliğiyle yapılan çalışmalardan övgüyle bahsederken söz konusu insan hakkı ihlallerini göz ardı etmektedir. Benzer şekilde UNICEF’in ne “Unicef in China and Beyond” raporunda (2016) ne de “Population Status of Ethnic Minority Children in China in 2015” raporunda (2015) insan hakkı ihlallerinden bahsedilmektedir.

SONUÇ VE ÖNERI
Sonuç olarak, Çin Hükümetinin uyguladığı baskı ve asimilasyon politikaları soykırım iddialarını gündeme getirecek boyutlara ulaşmıştır ve bu soykırım sadece yetişkinleri değil, aynı zamanda çocukları da etkilemektedir. Yetişkinler politik eğitim ve endoktrinasyon kamplarında tutsak edilirken çocuklar da devlete bağlı yurtlarda alıkonulmaktadır. Bu yurtlara ironik bir biçimde sevgi, şefkat vb. isimler verilmekte ve çocukların bu yurtlarda aileleriyle bağları koparılmaktadır. Yurtlarda kalmaya zorlanan çocukların sayısı bilinmemektedir. Çin Hükümetinin “aileden kopuş”u bir politika olarak benimsediği anlaşılmaktadır. Söz konusu bu politika ve uygulamaların BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin özellikle “ayrımcılığa uğramama”, “çocuğun üstün yararını gözetme”, “çocuğun varlığını ve gelişimini sürdürmesini sağlama” ve “katılım” haklarını açıkça ihlal ettiği ortadadır.
Sözleşmeye göre çocukların diline, dinine, ırkına, kültürüne bakılmaksızın evrensel hakları vardır ve bu haklar ihlal edilemez. Doğu Türkistan çocukları istisna değildir ve dünya kamuoyu Doğu Türkistan çocuklarının uğradığı hak ihlallerine kayıtsız kalmamalıdır.
Çin Hükümetinin aileden kopuş politikası ve çocukları devlet yurtlarına ve okullarına zorla yerleştirmesi çocuğun üstün
yararı ve katılım ilkelerini açıkça ihlal etmektedir. Kendi hayatlarını etkileyecek kararlarda çocuklara danışılması gerekir.
Çin Hükümetini çocuk ve yetişkin ayrımı gözetmeksizin insan’a ve insan onuruna saygıya davet ediyoruz.
Kaynaklar
Kaynak : https://cocukvakfi.org.tr/wp-content/uploads/2025/09/DOGU-TURKISTAN-RAPOR.pdf
BENZER HABERLER