logo

trugen jacn
06 Şubat 2017

JAPON TURANCILIĞI BÜYÜK ASYACILIĞININ DOĞU TÜRKİSTANA YANSIMASI

Yücel TANAY ( Gazeteci-Yazar)

Altay Dilleri teorisi Türk, Moğol, Tunguz (Mançu dahil), Kore ve Japon Dillerinin, Altay adı verilen, ortak bir kaynaktan geldiği görüşünü savunan bir teoridir. Buna göre, bu diller Altay dil ailesinin üyeleridir. Bu teoriyi ilk defa bilim çevrelerine tanıtmış İsveçli alim İogann von Strahlenberg ise de, onun gerçek anlamdaki bir ilmi teoriye ünlü Fin bilgini Matthias Alexandre Castren (1813¬1852) dönüştürmüştür. Ural-Altay kavmi olan Japonlar,tıpkı, Türkler, Macarlar, Finliler, Moğollar, Koreliler gibi Turanı bir kavımdır. Japonya’da Turancı hareket Birinci Dünya Savaşı sonrasında gelişmeye başladı. 1920’lerin başında Macar Turancı Barathosi Balogh Benedek ile ilk Japon Turancı Imaoka Juichiro tarafından başlatılan bu hareket, ilk etapta Japon toplumunda ve siyasi çevrelerde beklenen ilgiyi uyandırmasa da, 1931 Mançurya Olayı’ndan sonra şiddetini artırdı, daha geniş kesimlerde yankı bulmayı başardı. Turancılık, özellikle Türkistan Coğrafyası’nda Japon nüfuzunu yaymak için dönemin politikacıları tarafından faydalanılmak istenilen bir siyasi fikir halini aldı .Japonyanın Turanist örgütleri Turanian Ulusal Birlik-olarak Tsuran Minzoku Doumei (1921)-Turanian Society of Japan-Nippon Tsuran Kyoukai (erken 1930)-Japon-Macaristan Kültür Derneği-Nikko Bunka Kyoukai tarafından (1938)-kuruldu.

Ural-Altay dil gurubunda bulunan Japonca ve Türkçe benzer özellikler gösterir. Japoncanın yapısal özellikler (eklemeli dil olduğu, cümle yapısının ve bazı çekim ve yapım kurallarının benzerliği.) bakımından Türkçeye benzer özelliklere sahiptır .

Japonya ve Osmanlı Türkiyesi’nin 19. yüzyıldan önce doğrudan ilişki kurdukları hakkında pek bilgimiz yok. Her iki ülke, birbirleri hakkında, bazı seyahatnameler ve benzeri raporların sınırları içinde bilgi sahibiydiler. Katip Çelebi’nin Cihannuma’sı “Caponya” ülkesine bir kaç sayfa vakfeder ve Japonların soğuk su ile yıkanmayı sevdiklerinden ve son derecede güçlü bir ahlaka sahip olduklarından bahseder. Japonların benzeri coğrafya kitapları ve uzak ülkelerin insanlarından bahseden eserlerinde ise özellikle 18. yüzyılda basılmış olan Komozatsuwa (Kızıl saçlı halklar hakkında hikayeler) veya Bankoku shinwa (On bin ülke hakkında efsaneler veya Barbarların ülkeleri hakkında efsaneler) gibi populer edebiyat eserlerinde, Osmanlı Devleti ve Türklerin ülkesi, Toruko, yani Türkiye olarak adlandırılır. Bu eserlerde, Türkiye, üç kıtaya yayılmış olan çok güçlü ve korkutucu bir askeri güç olarak tanıtılmaktadır. Japonlara bu bilgilerin Portekizliler ve Hollandalılar tarafından bildirildiği de bir gerçektir. Ancak, Japonya’nın feodal yönetiminin başı Tokugawa Shogunlarının her yıl Japonya’ya ticaret için gelme imtiyazını elinde tutan Hollandalı ticaret gemilerinin kaptanlarının Shogun’a, Japonya ile ticaret hakkının karşılığında, sunmak zorunda olduğu raporlar, dünyada olan olaylar ve gelişmelerle ilgili bilgiler arasında mutlaka önemli bir bölümünü Osmanlı Devleti ile Batı dünyasının harp ve sulh ilişkilerine vakfetmektedir.

D.T.-Çin Japon Haritası

Doğu  Türkistan  – Çin Japon Haritası

Japonya ve Osmanlı Devleti’nin gerçek anlamda doğrudan ilişki kurmaları, Batı Güçlerinin kurduğu dünya ticaret ve diplomasi sisteminin bu iki ülkeyi dönemin siyasi ve ekonomik şartları doğrultusunda ister istemez birbirlerine yaklaştırmasıyla gerçekleşmiştir. Japonların 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’na olan ilgisinin tarihçesi, Japonya’nın büyük güç siyaseti dünyasına girişinde yararlandığı güdü, düşünce ve stratejileri yansıtır. 1868’deki Meiji Restorasyonu sonrasında, yeni Japon hükümeti Osmanlı’yla ilişkiler kurmak için arayış içerisine girmiş, Balkanlar’a ve Yakın Doğu’ya yayılmış olan Osmanlı topraklarına çeşitli heyetler göndermeye başlamıştır. Bu çalışma da, bölgeye gelen ziyaretçilerin seyahat kayıt ve raporlarına dayanmaktadır. Öte yandan Osmanlı Devleti ise, Japonya’nın hızla dünya sahnesinde ortaya çıkmasını ve bunu sağlayan başarılı ıslahatlarının önemini fark etmiş, bir şekilde, bu Uzak Doğu’nun yükselen yıldızı ile yakın bir ilişki kurmasının Batı dünyasının Büyük Güçlerinin karşısında, özellikle Rusya’ya karşı, faydalı olabileceğini düşünmüştür. Siyasi tarih açısından, Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki Japonların ilgisinin gelişiminde iki farklı aşama fark edilecektir. Birinci aşama; 1868 ve 1890’lı yıllar arasında olup, bu dönem, Japonya’nın Batı ile anlaşmalarını gözden geçirerek egemenlik haklarının tamlığını aradığı bir dönemdir. Bu dönem, Japonya’nın kendisi gibi, önde gelen Batılı güçlere tanıdığı “eşitsiz antlaşma” ayrıcalıklarının sorunları ile karşılaşan ve Batılı olmayan Osmanlı örneğinden kendi antlaşma düzeltme politikası için bir şeyler öğrenme ilgisine sahip olduğu bir dönemdir. Osmanlıların ve Japonya’nın ana gündemi karşılıklı olarak kabul edilebilir bir ticaret ve diplomasi antlaşmasıdır.

Bu dönemin Japonya-Osmanlı ilişkileri “Batı emperyalizminin uluslararası kanunu” olarak işlev görmüş olan kapitülasyonlar, yani, yabancıların bulundukları ülkenin kanunlarına tabi olmaması imtiyazı, gümrük vergilerinde edinilen imtiyazlar ve en fazla kayrılan ülke ilkesi gibi uygulamalarla vs. gibi Batılı güçler tarafından ticaret ve diplomasinin uluslararası kuralları olarak dayatılan bu antlaşma düzenlemeleri, Büyük Güçlerin çemberi dışında kalan Japonya ve Osmanlı Türkiye’sinin ticaret ve diplomatik ilişkilerini resmiyete dökmelerinde yaşadıkları sıkıntıları yansıtmaktadır.

Japonların Osmanlı İmparatorluğu ve Türk- İslam Dünyası Hakkında Bilgi Toplama Faaliyetleri

Japonların Yakın Doğu’nun şartları hakkında birinci elden geniş bilgi toplama amaçlı çabaları arasında en ünlüsü 1880 yılındaki Yoshida heyetidir. Japon dışişleri bakanlığı Gaimushh, 1880’de Yoshida Masaharu liderliğinde bir heyet düzenlemiş olup, İmperial Hotel yöneticisi Yokoyama Nagaichirh, ordudan Albay Furukawa Nobuyoshi ve iki yardımcısı Tsuchida Seijirh ve Asada Iwatarh ile bazı tüccarlar heyette yer almışlardır. Sonradan öğrenildiğine göre, Yoshida heyeti aynı yıl savaş gemisi Hiei ile Basra Körfezi’ne ulaştığında, bunun bir güç gösterisi olarak gönderildiği söylenmiştir. Japon ekibi Bushire’ye ulaşmak için zor bir kara yolculuğuna girişmiş ve -onların daha sonraki kayıtlarına göre- korkunç bir yolculuktan sonra Tahran’a varmışlardır. Tahran’da on iki gün kaldıktan sonra, heyet Kafkas bölgesine gitmiş ve 1881’de Osmanlı başkentine girmiştir.

Osmanlı hükümeti Yoshida heyetini memnuniyetle karşılamıştır. Sultan II. Abdülhamid iki ülke arasında bir anlaşma yapmak üzere görüşmelerin başlatılmasını teşvik etmiştir. Daha sonra Yoshida Heyeti, Romanya’ya ve Budapeşte’ye, son olarak da heyetin dağıldığı yer olan Viyana’ya ulaşmıştır. Yokoyama ve tüccarlar Londra’ya gidip, Furukawa İtalya üzerinden ülkesine dönerken, Yoshida St. Petersburg’a gitmiştir.

Japon Genel Kurmayı için ünlü istihbarat memuru Albay Fukushima Yasumasa’nın 1892-93 yıllarında at sırtında tamamladığı 438 günlük Orta Asya yolculuğu önemli bir ziyarettir. Osmanlı İmparatorluğu’na yapılan böylesi bilgi toplama seyahatleri Japonların Rusya’nın nüfuzunu Güney’e yayma planlarını inceleme amaçlarının bir parçasıdır. Fukushima, 1895’te tekrar Tokyo’dan ayrılarak Afrika, Türkiye, Seylan ve Hindistan’ı kapsayan zor bir yolculuğa çıkar. Ertesi yıl 1896’da İran’a girer ve Orta Asya’ya geçer. Güney Arabistan’a dönüp, Hindistan’a, Tayland ve Vietnam’a geçer ve son olarak 1897’de Japonya’ya dönerek ayrıntılı bir rapor sunar.

Zamanın buna benzer bir diğer istihbarat ziyareti de İenaga Toyokichi’nin Taiwan’daki sömürge yönetimine bir rapor hazırlamak için afyon üretiminin durumunu araştırma amacıyla 1899’da İran, Türkiye ve Hindistan’a yaptığı yolculuktur. Ienaga, Basra Körfezi’ndeki Bushire’ye ulaşır ve Yoshida ile aynı rotayı izleyerek Tahran’a girer. İran’daki yolculuğundan sonra Bakü ve Karadeniz sahilindeki Batum’a, oradan da deniz yoluyla İstanbul’a geçer. İenaga, afyon üretimini incelemek üzere İstanbul’dan kara yolculuğuna girişir, böylelikle Anadolu’nun iç kısımlarında seyahat eden ilk Japon olacaktır. Son olarak, Suriye’ye geçerek, daha sonra Mısır ve Hindistan’a gider. 1900’de İenaga Taiwan’a dönerek sömürge otoritelerine raporunu sunar.

Japon heyetlerinin bölgeyle ilgili hazırladıkları raporlar, Meiji Japonlarının İslam dünyasını da içermekte olan Avrasya kıtası insanları hakkındaki düşüncelerini de yansıtmaktadır. Sonuçta, Osmanlı İmparatorluğu ve bölge hakkında Japonlara ait en az sekiz iyi bilinen çalışma ortaya çıkmıştır. Japonların -aşağıda da irdelenilecek olan- çok sayıda anlaşma yapma isteklerine karşın, iki ülke arasında kısıtlı kalan ilişkilere rağmen bu sayı oldukça fazladır. Gaimushh’nun bölgeyle temasları ve araştırmalarına bağlı olarak ortaya çıkan büyük sayıdaki çalışmalar Japon hükümetinin imparatorlukla olan anlaşma sorununu yansıtmaktadır. Bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar ve Yakın Doğu’daki bölgelerini paylaşma amacında olan Rusya ve İngiltere açısından özel bir öneme sahip olan ve diplomaside Doğu Sorunu olarak bilinen Osmanlıların geleceği ile de ilgilidir. Diğerleri ise Albay Fukushima’nın eseri gibi bilgi toplama ziyaretlerinden kalan çalışmalar olup, Asya ve Avrupa’ya yapılan daha geniş yolculukların bir parçası olarak Osmanlı üzerine kısımlar içermektedir. Bunların çok iyi bilinen bazıları; Furukawa Nobuyoshi’nin 1891 yılında Sambh Honbu (Genel Kurmay Başkanlığı) için yazmış olduğu Perushia Kikh (İran Yolculuğu Notları) ile İenaga Toyokichi’nin Anadolu ve afyon sorunu üzerine hazırlayıp Taiwan sömürge yönetimine sunmuş olduğu, daha sonra Nishi Ajia Ryokhki (Batı Asya yolculuk Notları) olarak yayımlanmış olan çalışmalardır.

Dışişleri Bakanlığı Gaimushh’nun, 1911 yılında Okada heyeti tarafından Toruko jijh başlığıyla Türkiye koşulları üzerine hazırlanan raporu da önemli bir çalışmadır. Büyük olasılıkla İngilizce kaynaklardan tercüme edilmiş olan Gaimushh raporu, imparatorluğun etnik kurgusu üzerine detaylı bir çalışma olup, milliyetçilik ve çöküş üzerine eğilmekte oluşu açısından Doğu Sorunu yaklaşımının bir yansımasıdır. Raporun, Balkanlardaki milliyetçi akımlara karşı uzun bir süre Abdulhamid’in etnik politikalarını destekleyen bir unsur olan Arnavutluk’un imparatora sadakati ile ilgili kısmı ilginçtir. Bir diğer kısımda ise, İrak’ta gelişmekte olan pamuk üretimi ile ilgili Japonların iş yapma umutları, İngilizlerin bölgenin idaresini Osmanlılardan alışı açısından değerlendirilmektedir.

Meiji liberal aydını Fukuzawa Yukichi’nin iyi bilinen Datsua -genç Japonya’nın Asya’dan ayrılarak Batı’ya katılması- düşüncesi, genel olarak Asya’nın çağdaş medeniyetin bir kaynağı olduğunu reddetmekte olup, bu İslam dünyasına ilişkin Batıcı Meiji görüşünün temelini oluşturmakta ve kısmen de Osmanlı’ya karşı Meiji tutumunu etkilemektedir. Bunmei-ron no Gairyaku’da (Medeniyet Savı Özeti, 1875) Fukuzawa, Osmanlılara ilişkin olarak dönemin standart bir liberal batıcı değerlendirmesini yapmaktadır: Osmanlılar bir zamanlar Avrupa’nın düşmanı olan muazzam bir güç olup, üç katlı dünya görüşü içerisinde ise Çin’le birlikte yarı aydınlanmış Asya ülkeleri sınıfına girmektedir. Japonya’nınsa Osmanlı ve Çin’in bulunduğu sınıf içerisinde kalma olasılığından kaçınması ve Batı tarafından temsil edilen aydınlanmış dünya sınıfına girmesi gerekmektedir. Japonya ve Osmanlı arasındaki ilişkiler, 1871 yılında Batı başkentlerine 1858 antlaşmalarını düzeltme amacıyla gönderilen İwakura heyetiyle başlamıştır. Heyetin Avrupa’yı ziyareti sırasında, Prens Iwakura sekreterlerinden biri olan Fukuchi Gen’ichirh’ya İstanbul’a giderek, Japonya’nın “eşitsiz anlaşmalar”dan doğan zor durumuna benzer olan Osmanlı’nın Kapütilasyonist antlaşmalarının şartları üzerinde çalışmasını emretmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki antlaşmaların uygulanışı üzerine raporlar bulunup, özellikle konsolosluk mahkemelerinin yargı yetkileri Japon otoritelerin özel olarak ilgisini çekmiştir.8 Japonya-Osmanlı ilişkileri açısından 1871’deki Fukuchi raporu imparatorluğun şartları hakkında bilgi verme konusunda tatmin edici olmamıştır. Bunun sonucu olarak Dışişleri Bakanı Terajima Munenori, Japonya’nın İngiltere’deki diplomatik temsilcisi Ueno Kagenori’ye Türk-Londra sefiri ile ilişki kurarak o ülkedeki şartları incelemesini ve Japonya’yla Osmanlı Türkiye’si arasında bir ticaret ve dostluk antlaşması imzalama olasılığını görüşmesini emretmiştir.

Terajima’nın Ueno’ya mektubu, 19. yüzyılda Japon-Türk ilişkilerini sıkıntıya sokacak sorunun farkında olduğunu göstermektedir. Resmi bir antlaşmadan ziyade, Ueno renkli bir diplomatik dille alternatif bir formül getirmektedir:

“Türkiye birçok açıdan (dağları ve kayaları) bizim ülkemizi andırmaktadır ve biz bu ülkeye bir heyet ya da gözlemci gönderirsek birçok yarar elde ederiz….Bunu akılda tutarak ve Türkiye ile henüz ticari ilişkilerimizin olmamasından dolayı, senin bizim iki ülkemiz arasında bir dostluk antlaşması yapmak için Londra’daki Türk sefirine ihtiyatla yaklaşmanı isterim.”

Siyasi dürtüler de Japonların Osmanlı İmparatorluğu’na olan ilgisini besleyen bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Bu, Rusya tehdidine karşı bölgesel bir hattı güçlendirme kapsamında olup, özellikle Hindistan’da İngiliz İmparatorluğu’nu koruma düşüncesiyle İngiltere tarafından cesaretlendirilen bir politikadır. Sürüncemede kalan antlaşma sorununa karşın İngiltere’nin, Japonya ve Osmanlı Türkiye’sinin Rusya’ya ilişkin ortak endişelerinin dolayısıyla daha sıkı ilişkiler kurmalarını teşvik ettiği gözlenmektedir. Bu strateji, güçsüz olmasına karşın Osmanlı’yı kendisi için 1854’teki Kırım Savaşı’ndan beri önemli bir bölgesel güç olarak gören İngiltere tarafından cesaretlendirilmiştir. Çok geçmeden, 1902’deki İngiltere-Japonya ittifakı ile yeni yükselen Asyalı güç Japonya’yı Rusya’ya karşı bir mendirek olarak görecek olan İngiltere’nin, Japonya ile Osmanlı arasında her düzeydeki ilişkileri desteklediği görülmektedir.

Osmanlı hükümeti ise, kendi açısından Japonya ile ilişkiler kurmak konusunda olumlu bir tavır içinde olmuş, özellikle Sultan İİ. Abdülhamid, Rusya’ya karşı işbirliği yapma gündemini paylaşarak Doğu’nun bu başarılı modernleşen gücü ile işbirliği kurma arzusunu göstermiştir.

Rusya’ya karşı reel politik çıkarlar tekrar kendini hissettirdiğinde, 1876’da İngiliz siyasetçileri Osmanlı Sadrazamı Mithat Paşa’ya yaklaşarak Osmanlıların Japonya ile sıkı ilişkiler kurmasını önermişlerdir. Böylece, 1878’de Japon savaş gemisi Seiki taşımakta olduğu bahriye öğrencileri ile İstanbul’a on iki günlük bir ziyaret yaparak uygun törenlerle kabul edilmişlerdir.

Japon Pan-Asyacılarının Türklere Yönelik Çalışmaları

Japon ,Pan-Asyacılığı(Büyük Asyacılığı): Asya’yı tüm Hıristiyan ve Batılılardan Ve Ruslardan temizleyerek ‘’Asya Asyalılarındır ‘’şiarıyla kıtadaki halkları Japonya’nın önderliğinde birleştirmekti. “Asya Asyalılarındır” sloganını ortaya attılar. Bu doktrin, 1938’de itibaren Japonya’nın resmi dış politikasıoldu. 1942 yılına gelindiğinde ordu içinde egemen bir grup tarafından, Büyük Doğu Asya Bakanlığı kuruldu.

Asya’nın kurtulması için Asyanın iki büyük ulusu Türkler ve Japonlar ittifakı gerekliydi , bu ittifakı isteyen en önemli devletlerden biride Osmanlıydı.

İstanbul’a yerleşen Japon-Türk ilişkilerinin öncüsü Yamada Torajir’nun Ertuğrul faciası ile ilgili yazdıkları kayıtlarda, Japonların Osmanlı İmparatorluğu ve Türklere olan ilgisini ortak soylu savaşçı mirasa sahip Asyalıların dostluğu şeklinde yeni bir hava içerisinde açıklamaktadır. Daha önceki kısa temaslardan farklı olarak, uzun dönemli yakın kişisel temaslar kurma amacıyla Osmanlı Devleti’ne Japon Dişişleri Bakanlığının desteği ile yollanan Yamada Torajirh (1866-1957) büyük olasılıkla da Osmanlı Türk kültürü üzerine ilk Japon uzmandır. Yirmi üç yaşında genç bir adam olan Yamada, Japon firkateynlerinin Ertuğrul’dan hayatta kalanları eve getirmesinden bir yıl sonra 1892’de Japonya’ya ulaşmıştır. Yamada, Osmanlılarla olan Japon temaslarını canlandırmak isteyen yeni dışişleri bakanı Aoki ShNzh tarafından desteklenen resmi bir heyetle gönderilmiştir. Yamada, Osmanlı hükümeti tarafından, Osmanlı Türkiye’si ile Japonya arasındaki temasları sürdürecek, gayri resmi bir aracı olarak çabucak kabul edilmiştir. Sonraki yıllarda, Yamada Osmanlı İmparatorluğu ile ticaret konusunda tek isim haline gelmiş ve bu genç Japon’dan oldukça hoşlandığı sanılan Osmanlı Sarayı ve Osmanlı elit çevresi ile olan yakın ilişkilerinin avantajını kullanarak Japon ziyaretçiler için gayrı resmi bir konsolos gibi hareket etmiştir. 904 Rus-Japon Savaşı ve Osmanlı Dünyası

Ocak 1904 tarihinde patlak veren Rus-Japon Savaşı, Türk toplumunun bugüne kadar süren Japonya sevgisi ve dostane yaklaşımını belirleyen önemli bir mihenk taşı olmuştur. Bu dönemin dergi ve gazetelerinde, düşünür ve yazarlarının hatıratları ve eserlerinde güçlü bir Japonya hayranlığı sergilemektedir. Mehmet Akif, Abdullah Cevdet ve Halide Edip gibi yazarların eserlerinde, Japonya’nın bu beklenmedik zaferi, Osmanlı Devleti’nin en son 93 (1877-78) harbinde yenilgiye uğradığı Rusya’nın yenilgisinin ardından gelmesi açısından genel olarak toplumda yarattığı bir memnuniyetin ötesinde, Japon modernleşmesinin Osmanlıların ıslahat amacına bir örnek veya en azından bir ilham kaynağı olması gerektiği düşüncesini pekiştirmiştir. Halide Edip (Adıvar) oğluna ünlü Japon Amiral’ı Togo’nun adını verirken, Türkçü yazar ve düşünür, Ziya Gökalp, muasır medeniyet ve ulusal kültürün beraber geliştirilmesinin gereğini Japon örneğini örnek vererek vurgulamaktadır.

Japonya ile Osmanlı Türkiye’si arasındaki antlaşma konusundaki ihtilaf gittikçe hafifleyerek kaybolmuş ve Yamada yerel otoritelerin onayı ile İstanbul’daki kariyerine devam etmiştir. Yamada, 1904-1905’teki Rus-Japon savaşı sırasında iki hükümet arasında önemli bir kanal olmuş ve Rus Karadeniz filosunun Uzak Doğu’daki savaşa katılmak üzere Boğaz’dan geçişini Viyana’daki Japonya sefiri Makino’ya bildirerek önemli bir görevi yerine getirmiştir. Yamada, başkentte yaklaşık olarak yirmi yıl kalarak, Abdülhamid döneminin tutucu modernistliğine ve sonraki 1908 Jön Türk Devrimi ile İkinci Meşrutiyete geçişin sarsıcı olaylarına tanıklık etmiştir.

Yamada’nın İstanbul ve bu eski dünya İmparatorluğu sakinlerine ilişkin izlenimlerini aktaran eserlerinde, Türkler ve imparatorlukları, bu dönemde Avrupalıların Oryantalist algılanışının “dostça” bir versiyonu seklinde, romantik bir anlayışla Asya ve Doğu’ya tekrar yüzünü dönen yeni Japon düşünürlerinin görüşlerini sergilemekte olup, Osmanlılara ve Türklere karşı yeni, dostça ve hayran bir Japon tavrı ortaya koymaktadır.

Yamada’nın arkadaşı olup, giriş kısmını yazan Bay Sakitani, yirminci yüzyılın başında olgunlaşan Meiji Japonya’sının yeni Asyacı duygularını sergileyen bir vurguyla Osmanlı İmparatorluğu’nun reel politik karakterini tartışmaktadır. Gaimushh’nun stratejik raporlarıyla zıt olarak, bu metin, Türklere bir Asya gücünü temsil etmelerinden dolayı dikkat edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Osmanlıların Asyalı köklere sahip olmalarını olumlu bir tonla anlatıcı Türkler, Japonlar ile aynı savaşçı geleneğini paylaşmakta olan cengaver insanlardır ve devletleriyle Asya gücünün Avrupa’nın içine uzanışını ortaya koymuş olmalarından dolayı önemlidirler. 1908 Jön Türk Devrimi’nin yeni milliyetçi atmosferi Türklerin Meiji coşkusundan ilham almış olduklarını yansıtmaktadır. Bu Asya Asyalılarındır-Asyacı iddiasına göre, Meiji Restorasyonu’nu Asya için devrimci bir model olarak savunulmaktadır. Türk-İslam Dünyasının Kurtarıcısı Japonya Japon-Osmanlı ilişkilerinin bu diplomatik başarısızlığının tarihi, Meiji hükümetinin, özellikle Gaimushh’nun Osmanlılar üzerindeki izlenimlerini anlamak için açıklayıcı bir örnektir. Ancak, Japonya’nın Türklerle olan ilişkileri sadece Osmanlı dünyası ile sınırlı kalmamıştır. Japonya’nın 19. yüzyılın sonunda özellikle Romanov Rusyası’nın Türk ve Müslüman dünyası ile olan ilişkileri, Türk-Japon ilişkileri tarihinin geniş bir coğrafyayı içeren pek bilinmeyen bir boyutudur. Japonlar, Osmanlı Devleti ile ilişki kurmaya çalışırken, aynı zamanda, Romanov dünyasının Pan İslamcı ve Türkçü akımları ile kendilerine yardımcı olacak stratejik ve ideolojik ilişkilerin temelini atmakta geri kalmamışlardır. Rus-Japon savaşının arifesinde, Avrupa ve Asya emperyalist kamuoyunda coşkuyla alkışlanan Japon zaferinden hemen sonra Japonlar ve Osmanlılar ve Rusya Müslümanları arasında, zirvedeki makamlar dışında, ortak bir Batı karşıtı gündemi amaçlayan ideolojik amaçlı temasların oluştuğu gözlenmektedir. Bu temasların kahramanları özellikle Japonların milliyetçi örgütü, KokuryNkai, Amur Nehri topluluğu -daha çok Kara Ejderler olarak bilinir- ile bağlantılı olan Japon Asyacı yayılımcılar ve Asya’da Batı Güçlerine karşı, hızla bir Japon imparatorluğu kurulmasını savunan milliyetçi subaylarla, Rusya’dan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve İngiltere, Hollanda ve Fransa’nın sömürgeleri haline gelmiş olan Asya ülkelerinden gelen, Müslüman siyasi eylemcilerdir. Bu temasların gündemi, Japonlar için, bu eylemci Müslümanların “Japonya yandaşı bir ağ” oluşturabilme potansiyelleridir.

İan Nish, Japon toplumunun bu dönemde ki Asyacılık yüklü atmosferini ve Asya imparatorluğunun Japonya’nın doğal kaderi olduğuna dair istemlerin başını çeken yeni sağ kanat grupların, iktidardaki Meiji elitlerine rakip bir tabakadan geldiklerini ve Rusya’ya karşı yükselen bir militan çizgiyle paralel olarak bir Asya İmparatorluğu’nun oluşumunu ateşlediğini belirtmektedir.

Yirminci yüzyılın başında bu Asyacı yayılmacı Japonlar, Osmanlıları Japon İmparatorluğu’nun kurulmasında Müslümanlardan toplayacakları taraftar ve işbirlikçiler için olan büyük oyun planının bir parçası olarak görmeye başlamışlardır. Japon İmparatorluğu’nun çıkarlarına yardım etmesi için, şimdi Japon otoritelerinin Osmanlı dünyasını Rusya, Mısır ve Arabistan’daki siyasi eylemci Müslümanlarla irtibat kurmak için bir çeşit sıçrama tahtası olarak kullanması ümit edilebilirdi ve bu amaç için, Müslümanların entellektüel ve siyasi faaliyetlerinin ana merkezlerinden birisi olan İstanbul’dan daha iyi bir çevre olamazdı.

Japonların, Rus-Japon Savaşı arifesinde başlayan Müslümanlar arasındaki faaliyetlerinin kayıtlarından, Pan-Slavcı görüşleri benimseyen son dönem Çarlık rejimine karşı ideolojik ve milliyetçi bir zıtlık içerisinde olan Rusya Müslümanları eylemci siyasi çevreleri arasında Japonya taraftarı lobiler oluşturmakla ilgilendikleri izlenimi edinmekteyiz.

Avrupa’daki Japon istihbaratının ünlü beyni St. Petersburg ateşesi Albay Akashi Motojirh ve halefi ordu istihbaratından Rusya ve Çin konusunda eğitimli yetişmiş bir uzman olan Tanaka Giichi’nin Rusya’da Rus-Japon Savaşı’nın hemen öncesinde Müslümanlar arasında bir Japon ağını kurmaları, bir dönüm noktasıdır. Akashi ve Tanaka, Rusya’daki devrimci heyecanı ateşleme şeklindeki ana stratejilerinin bir parçası olarak Müslümanların Çar karşıtı eylemlerini desteklemişlerdir. Japonların stratejisi, Rus karşıtı Leh ve Fin milliyetçileri gibi muhalif grupların karşıt eylemlerini desteklemek şeklindeydi.

Çoğunluğu Türk Tatar olan Rusya Müslümanları da, Çarlık rejiminin sert otoriter rejiminden, özellikle son donem Pan-Slav politikalarından huzursuz olmaları açısından, karşıt gruplardandı. Aslında, Akashi, Ryakka RyNsui adlı hatıratında henüz Tatarların durumu üzerine ayrıntılı bir çalışma yapmadığını, Rusya Tatar ve Müslümanlarının o noktada güçlü bir örgütlenmesi olmadığından, Japonların amaçlarına yardım için iyi aday olmadıklarını belirtmektedir. Ancak bazı kaynaklar, Akashi’nin Rusya Müslümanlarının propaganda faaliyetlerini desteklediğini ve Rusya Müslümanları arasında milliyetçiliğin ortaya çıkmasında bir miltaşı olan 1905’teki Tüm Rusya Müslümanları Kongresi’ni desteklediğini ifade etmektedir.

Eylemci Müslümanlar arasındaki Japon istihbarat ağı, İ. Dünya Savaşı’ndan İİ. Dünya Savaşı’na giden yolda, Asyacı bir siyasi emel uğruna, Çin ve Güney Doğu Asya’da yayılmacılıkla Japon imparatorluğunu kuran Japon yetkililerin eylemlerini de yardımcı olacaktır. İslam dünyasındaki Japon istihbarat faaliyetlerinin kayıtları, bize, Rusya’da Akashi ve Tanaka döneminde, Türk Tatar kökenli Rusya Müslümanları ile kurulan erken bağlantılara işaret etmekte olup, sonraki yıllarda bu bağların, özellikle 1917 Ekim Devrimi’nden sonra, Japonya’nın, önce Mançurya sonra Japonya’ya yerleşen Türk Tatar kökenli Müslümanları muhacir olarak kabul etmesiyle tekrar canlandığını göstermektedir. Bu Tatar kökenli Rusya muhacirleri diasporasının bazı önderleri, Japonya’nın Müslüman dünyasındaki temas ve propagandasında yardımcı olmuştur.

Bir gazeteci ve siyasi eylemci olarak Pan-İslamcı ve reformcu düşünceleri ile ünlü olan, Rusya Tatar düşünürlerinden Kadı Abdurreşid İbrahim’in (1854-1944) hayatı, Rus-Japon Savaşı sırasında İstanbul ve St. Petersburg üzerinden olan bu erken temaslara çok anlamlı bir örnektir. Böylesi temaslar, daha sonraki yıllarda Müslüman topluluklarla iç içe geçmiş geniş Japon istihbarat faaliyetleri ağı haline gelecektir. O dönemin Pan-İslamizminin militan savunucusu olan İbrahim, 1905’te Tüm Rusya Müslümanları Kongresi’nin düzenleyicisi olarak Japonya’nın yakın dostu haline gelecek, Akashi ve Tanaka’nın desteğiyle Japonya’yı ziyaret edecektir. İbrahim’in Rus-Japon Savaşı arifesinde Japonya ile olan “kader birliği” onu önce 1906’da ve 1908’de tekrar Tokyo’ya sürükleyerek, bürokrasi ve ordu çevresinden, özellikle de Japonya’daki Asyacılık havasını tahrik etmekte olan aşırı-milliyetçi KokuryNkai’dan üyelerle temaslarda bulunmasını sağlamıştır.

Asyalı Japonya’nın bir güç haline gelmesine hayranlık duyan birçok anti-emperyalist ve milliyetçi kişiliklerin tipik bir örneği olarak İbrahim, Japon otoritelerine onların İslam dünyasındaki arabulucularından biri olarak hizmet etmeye devam edecektir. 1909’da KokuryN kai’ın desteğiyle eve geri dönmek için yaklaşık bir yıl süren çok uzun bir rota seçerek, Çin’le Hollanda ve İngiltere imparatorluklarının bölgelerinde Japonya taraftarı bir kamuoyu oluşturmak için önemli Müslüman topluluklarına uğrayıp bağlantılar kurarak İstanbul’a geri dönmüştür.26

İbrahim, 1908 ve 1909’da KokuryNkai ve Ajia gikai (Tokyo’da Asyacı Japonlar ve İbrahim başta olmak üzere birçok ülkenin Müslümanları tarafından kurulan Toa Dhbun-kai’la bağlantılı bir örgüt) desteğiyle Asya ve Japonya’ya yaptığı ziyaretlerin etkileyici bir hatıratını yazmıştır. Başlığı; “Alem-i İslam: Japonya’da İntişar-ı İslamiyet (İslam Dünyası: Japonya’da İslamın Yayılması) ” olan kitap, Japonya’nın modernliğini övmekte olup, Osmanlı ve Romanov imparatorluklarının Türkçe konuşan topluluklarında Doğu’nun yükselen yıldızı Japonya imajının oluşumunda önemli rol oynayan popüler bir çalışma olmuştur. Yamada’nın Türkler ile ilgili eserleri ile aynı şekilde, İbrahim’in seyahatnamesi, Japonya’nın Batı modernitesine bir alternatif Doğu modeli olarak sunulan ilk Türkçe metinlerden biridir.

İbrahim ve Asyacı Japon arkadaşları arasında süren temaslar, onu 1933 yılında Japonya’ya tekrar getirir. Bu yıllarda İbrahim, Japonya’nın İslam dünyasına yönelik oluşturduğu İslam dış politikası ve stratejisi için 1938 yılında kurulan Dai-Nippon Kaikyhkyhkai’ (Büyük Japonya İslam Cemiyeti) kuruluşunun Japon olmayan resmi başkanı olarak olmuştur. Aynı yıl, yeni açılan Tokyo Camii’nin imamı olan İbrahim İİ. Dünya Savaşı sırasında, Japonya için çeşitli propaganda faaliyetlerinde bulunmuş ve 1944 yılında Tokyo’da vefat etmiştir.

Rus-Japon Savaşı ve onu takiben 1908 yılında Osmanlı dünyasındaki Jön Türk devriminin yarattığı sarsıntılı ortam esnasında Japonya için İslam dünyasında Asyacı bir ağ oluşmaktadır. Japonya’nın dünya Müslümanlarını ve özellikle Rusya Müslümanlarını kurtarabileceğine inanan İbrahim, yeni Japon Müslüman ajanlarının Osmanlı Devleti üzerinden Yakın Doğu’ya tanıtma politikasında yine yardımcı olmuştur. Seyahatnamesine göre, 1909’da İstanbul’a geri dönüş yolculuğunda, Tokyo’da tanışmış olduğu Kara Ejderler üyesi olan Yamaoka Khtarh (1880-1959) ile Bombay’da karşılaşır ve ona, önce Mekke ve oradan da İstanbul’a kadar kendisine eşlik eder. Artık, “Ömer Yamaoka” olan bu ilk Japon Müslüman Yamaoka, İbrahim tarafından milliyetçi ve Pan-İslamcı çevrelere bir konuşmacı olarak tanıtılır. Yamaoka, İstanbullu dinleyicilerine Japonya’nın yeni Müslüman dünyaya yardım etme politikası ve Japon İslam Cemiyeti olarak tanıtılan Ajia Gikai’ın önemi hakkında bir dizi konferans verir. Sırat Mustakim ve İbrahim’in Japonya’dan döndükten sonra sahipliğini ve editörlüğünü yaptığı Tearüf-i Müslimin gibi İstanbul basınında, İbrahim’in Japonya yanlısı yazıları ile birlikte Ömer Yamaoka’nın mektupları yayınlanır. Özellikle İstanbul’da, Yamaoka Rusyalı Tatar öğrencilerin düzenlediği konferanslarda Japonların İslam dünyası ile bağlarını önemli görmeye devam edeceğini belirtmektedir. Bu sıralarda İbrahim’in oğlu, Munir bey, Kazan bölgesinde Volga bölgesi Tatar nüfusuna yönelik Beyan’ül Hak gazetesi yoluyla, İbrahim ve Yamaoka’nın konferanslarını Rusya Müslümanlarına yaymaktadır.

İbrahim’in Ömer Yamaoka’nın, Japon İmparatoru’nun Müslümanların durumuna ilişkin özel ilgi duyduğu hakkında kamuoyu oluşturmaya çalışmasında yardımcı olduğu ve bu Japon Müslümanın Kutsal toprakları ziyaret eden ilk Japon hacı olarak, Mekke ve Medine’deki Arap liderlerle temasa geçme konusunda da yardım ettiği açıktır.27 Arabistan’da Mekke’den Şam’a, Beyrut’a ve İstanbul’a geçen Yamaoka Japonya’ya döner ve Çinli Müslümanlar arasında eylemlerine devam eder. 1912’de İbrahim’in Japonya hakkındaki kitabından sadece bir yıl sonra, Yamaoka -büyük olasılıkla Arap İslam dünyası hakkındaki ilk Japon eser olan- Arabia JNdanki başlığıyla Arabistan’daki tecrübelerini yazdığı bir kitabı yayınlamıştır.28 Yamaoka’nın kayıtlarında artık Osmanlı İmparatorluğu, Meiji stratejistlerinin çökmekte olan eski imparatorluğu ya da Yamada’nın romantik Şark dünyası değil, Arap Müslüman dünyasına açılan bir kapıdır. Yamaoka’nın din değiştirme gerekçesi ise vatanseverlik, Asyacılık ve emperyalizm olup, bu onun mensup olduğu Asyacı kuşağın düşüncelerine benzer bir karışımıdır. Onun gerekçesi; Müslüman olmak Japon İmparatoru için yapılan bir vatandaşlık görevidir.

Türkiye Cumhuriyeti Dönemi Türk -Japon ilişkileri

Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra yerine kurulan Türkiye cumhuriyetinin Lozan antlaşmasının 1923 yılında imzalanmasıyla, Japonya ve Türkiye tarafları, bir an önce, ikili ilişkilerin kurulması için gereken anlaşmayı sağlamıştır. Böylece, Japonya ve Türkiye’nin eşitlik ve karşılık ilkesine sadık, resmi diplomatik ve ticari ilişkilerinin temelleri, gerçek anlamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılında 19 yüzyıl kapitülasyonlar sisteminin getirdiği eşitliksiz ve imtiyazlara dayalı uluslararası ilişkilerden kendisini kurtarması ile mümkün olmuştur. Bu tarihten itibaren, 1925 yılında Tokyo’da Japon-Türk Dostluk Derneği kurulurken, ilk Türk Dışişleri diplomatı Fuat Togay maslahatgüzar olarak Tokyo’ya atanır ve Türkiye Cumhuriyeti temsilciliğini (Konsolosluk düzeyinde) kurar. Daha sonra, 1936 yılında Tokyo’ya atanan Büyükelçi Hüsrev Gerede, temsilciliği Büyükelçilik düzeyinde yeniden yapılandırmıştır. Bu dönemde, Türk-Japon ilişkilerini en çok ilgilendiren konu, Türkiye ve Japonya arasında ticaretin geliştirilmesi ve dostane ilişkilerin sürdürülmesi olmuştur. Ancak, Türkiye Cumhuiyeti’nin yetkilileri açısından, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda, üzerinde durulan önemli bir sorun, Japon milliyetçileri ve özellikle, Japon Kara Kuvvetleri Genel Kurmayı’nın bazı ileri gelen subayları ile, Sovyetlerden kaçarak Mançurya ve Japonya’ya sığınmış olan Türk Tatar kökenli muhacir topluluğunun, Japonların Asyacı milliyetçi kanadı ile işbirliği içinde bulunmalarıydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Japonya’ya gösterdiği tutum, ise, 1931 yılında Prens Takamatsu’nun Türkiye’yi ziyareti sırasında, Atatürk ile yaptığı görüşmeler çerçevesinde, yakın ve dostane ilişkiler içerisinde gelişmektedir. Örneğin, Türkiye-Japonya Ticaret antlaşması 1934 yılında imzalanmıştır. Ancak, öte yandan, Pan Türkizm veya Pan İslamcılık gibi aşırı akımlara pek hoşgörü ile bakmayan Cumhuriyet yönetimi, muhacir Türk Tatarların Japon milliyetçileri ile kurdukları yakın ilişkilere karışmamakla beraber, Cumhuriyet’in dış ve iç politikalarına ters duran bazı durumlarda, Japonya tarafına uyarı niteliğinde tavırlar sergilemektedir.

Örneğin, 1933 yılında, Japon milliyetçilerinin daveti üzerine Şam’da sürgünde yaşayan Şehzade Abdülkerim Efendi’nin Tokyo ziyareti ve Japonya’da bir yıl kalması, Türk Büyükelçiliği tarafından gayri resmi bir şekilde, sözlü olarak, protesto edilmiştir. Japon subaylarının 1931-32 yıllarında Çin’in kuzey bölgelerinin istilası ve özellikle Mançurya’da Japonya’ya bağlı bir Ülkenin kurulmasının hemen arkasından gelen bu ziyaret, bazı kaynaklara göre, Japon milliyetçi akımının ileri gelen bir subaylar gurubunun, İç Asya veya hatta Orta Asya’da Japonya taraftarı bir İslam Devleti kurma hayallerinin bir parçasıydı. Japon Dışişlerinin konuyla ilgili raporuna göre, Türkiye Büyükelçiliği yetkilileri, böyle bir tutumun, Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmanca bir tavır olacağından, sürgün Şehzade’nin Japonya’dan bir an evvel gitmesinin doğru olacağını ifade etmişlerdir. Sonunda, pek başarılı olmayan bu planın arka planında ki gelişmeler henüz aydınlığa kavuşmamıştır, Amerika’ya giden Abdülkerim Efendi, otel odasında ölü bulundu. Türkistan’daki faaliyetlerini takip eden Rusya tarafından öldürüldüğü iddiası kuvvetlidir. Bu süreçte, Türkiye, maalesef şehzâdeye engel olmaya çalıştı. ancak, olayın kendisi, bu dönemdeki Türk-Japon ilişkilerinin hassas çatışma noktalarını göstermesi açısından ilginçtir.Japonya’nın, 1933’de, Abdulhamid Han’ın torunu Abdülkerim Efendi’yi Türkistan’da kurulacak devletin başına geçirme hamlesi, hayâl kırıklığı ile bitti.

Öte yandan, bu devirde, özellikle, Türk Tatar muhacirlerinden, 1920’li ve 1930’lu yillarda Japonya’ya gelen, Ayaz İshaki, Abdürreşid İbrahim, Muhammed Abdulhakhay Kurban Ali gibi siyasi kişilikler, bu dönemde Japonya’da teşvik gören Türkçü ve İslamcı faaliyetlerde aktif rol oynamışlardır. Bu dönemde göze çarpan bazı faaliyetler arasında, 1927 yılında Kurban Ali’nin Tokyo’da kurduğu Tokyo İslam Matbaası ve bu yıllarda bastığı Yani Japon Muhbiri Dergisi, 1934 yılında Ayaz İshaki’nin de katıldığı Kobe İslam Topluluğu Kongresi, aynı dönemde Ayaz İshaki’nin Mançurya’da kurduğu İdil- Ural Cemiyeti ve Milli Bayrak gazetesi sayılabilir. Muhacirlerin, Japon yetkililerin ve Mitsui, Mitsubishi, Sumitomo gibi iş çevrelerinin desteği ile inşa ettirdiği Tokyo Cami’i ise 1938 yılında açılmış ve bu açılış, Japonya’nın İslam dünyasına verdiği önemi uluslararası politikası içinde belirginleştirmiştir. Bu açılışa, Abdürreşid İbrahim, Tokyo Camii imamı olarak nezaret ederken, Türkiye Büyükelçisi katılmamıştır.

Şehzade Abdülkerim Efendi’nin, Japonya’nın desteğiyle Doğu Türkistan’da kurulması düşünülen Türk-İslâm Devleti’nin başına Türkistan İmparatoru olarak geçirilmesi planı, Türkiye’yi ve Sovyetler Birliğini tedirgin etmiş, Sovyetler kendi sınırlarının hemen ötesinde böyle bir devletin varlığını istememiştir. Uygur, Kazak, Kırgız ve Çinli Müslümanlardan oluşan bu yeni yapı, şüphesiz Rus idaresi altında yaşayan soydaşları için de bir ilham kaynağı olacaktı. Daha ötesinde Rusya’daki İslâm birliği yönündeki hareketlerle, Türkçü faaliyetler bu yeni ülke üzerinden Japonlar tarafından desteklenebilecekti. II. Dünya Savaşı’na giden yolda, ülke içindeki istikrarı baskı ile sağlamakta olan Sovyet yönetimi için, Şehzade Abdülkerim’in Halife sıfatıyla yönettiği sınırdaş bir devlet kabul edilemezdi. Bu sebeple S.M. Osman isimli bu şahıs Rusya tarafından Japonya’ya gönderilmiş olmalıdır. Türkiye ile de irtibatlı olduğunu düşünülen bu karşı istihbarat faaliyetinde şehzadeye oldukça yüklü bir para teklif edilerek (o dönemde bu parayla Tokyo’da en az iki ev alınabiliyordu) Japonlarla olan irtibatın kesmesi istenmiş. Şehzade bu teklifi kabul etmemiş, Türkiye için ise tehlike olarak görülen husus, şehzadenin Halifeliğini ilan etmesiyle Osmanlı Hanedanı’nın başka bir ülkede tekrar vücut bulma ihtimalidir. Dönemin Türk yöneticileri için tehlike olarak algılanmıştır. Ayrıca I. Dünya Savaşı’nın sonlarında Sovyetler Birliği ile kurulan dostluk ve işbirliği bağlarının zarar görmesi de istenmemiştir. Özellikle Rus topraklarında yaşayan Türk halkları arasında da taraftarı bulunan Türkçülük fikrinin, Türkiyede, iktidarda olan milli şef İnönü sıcak bakmamıştır,bu dönem Dış Türkler açısından trajedilerin yaşandığı bir dönemdir., Japonların organize ettiği harekâta karşı, dönemin Türkiye Cumhuriyeti yönetimi ve Sovyetler Birliği idaresi, ortak bir karşı harekât düzenlemiş ve Japon planlarını boşa çıkarmışlardı.

Günümüz, Turan halklarının Japonların, Türklerin, Macarların, Finlilerin, Korelilerinin birlik olma zamanıdır.

İşgal altındaki Turan toprakları, Doğu Türkistan, Kuril adalarının emperyalizmin işgalinden kurtarmak için birleşip, Rus, Çin emperyalizmine karşı durmak için, Türkiye veJaponya ayağa kalkmalıdır.

Kaynaklar

  1. Japon Arşivleri Japon Diplomatik Arşivi, Honna ni Okeru Shuukyou Oyobi Fukyou Kansei Zakken Kaikyou Kankei Dai İkkan,
  2. I- 2 1 0 1 -2. Japan Center For Asian Historical Records Ref. Cod: B04013098700, 0382-0385. Kitap ve Makaleler Aydın, Cemil (2007).
  3. The Politics of Anti-Westernisim in Asia. New York: Harvard University Press. Dündar, A. Merthan (2006).
  4. Panislâmizim’den Büyük Asyacılığa: Osmanlı İmparatorluğu, Japonya ve Orta Asya. İstanbul: Ötüken Yay. Esenbel, Selçuk (2002).
  5. “Japan and Islam Policy During the 1930s”. Turning Points in Japanese History. Ed. Bert Edström. Routledge: 180-214. Miwa, Kimitada (2007).
  6. “Pan-Asianism in Modern Japanese History”. Pan-Asianism in modern Japan: nationalism, regionalism and universalism. Ed. Sven Saaler, J. Victor Koschmann. New York: Routledge: 21-33.
  7. Yamamuro, Shin’ichi (2006). Manchuria Under Japanese Dominion. Çev. Joshua A. Fogel. University of Pennsylvania Press.
  8. Dergiler “Türlü Haberler”. Yeni Yapon Muhbiri 7 (23 Haziran 1933):
  9.  “Tokyo Asahi Gazetesinin 10 Eylül Nüshasından”. Yeni Yapon Muhbiri 10 (23 Eylül 1933):

Kaynak : URSAD.ORG

Etiketler: » » » » » »
Share
2504 Kez Görüntülendi.